img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2015/44230 E. , 2016/8953 K. , 21.04.2016 T.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi 2014/3188 E. 2016/6428K. , 16.06.2016 T.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/8660 Karar Tarihi: 28.06.2016

Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2016/1989 E., 2016/4312 K.

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2015/44230
E. , 2016/8953 K. , 21.04.2016 T.

Mahkemesi: İş Mahkemesi
Talep: İşe İade
Karar: Kabul

ÖZET:Davacı vekili, iş akdine geçerli bir neden bulunmaksızın son verildiğini, davacıya baskı ve tehdit altında imzalatılan evrakların dikkate alınamayacağını öne sürerek feshin geçersizliğinin tespiti ile davacının işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, davacının bizzat kendisinin iş aktinin sonlandırılmasını talep ettiğini, bu talebin şirket tarafından kabulü ile iş aktinin feshedildiğini davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının müdürü tarafından müşteriler önünde azarlandığı, hedefler konusunda davacıya baskı yapıldığı, davacının raporlu olduğu dönemde özgür iradesi ile istifa dilekçesi yazmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davacıya mobing uygulandığı, sözleşmenin ikale olarak kabulünün mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasındaki iş ilişkisinin bozma sözleşmesi yoluyla sona erip ermediği hususu temel uyuşmazlığı oluşturmaktadır.

Bozma sözleşmesi (ikale) yasalarımızda düzenlenmiş değildir. Yargıtay'ın bir kararında, sözleşme özgürlüğünün bir sonucu olarak daha önce kabul edilen bir hukuki ilişkinin sona erdirilmesinin de mümkün olduğu, sözleşmenin doğal yoldan sona ermesi dışında tarafların akdi ilişkiyi sona erdirebilecekleri açıklanmış ve bu işlemin adı ikale olarak belirtilmiştir.

Bozma sözleşmesinde icapta, iş ilişkisi karşı tarafın uygun irade beyanı ile anlaşmak suretiyle sona erdirmeye yönelmiştir. Bu sebeple, ikale sözleşmesi akdetmeye yönelik icap, fesih olarak değerlendirilip, feshe tahvil edilemez. Bozma sözleşmesinin Borçlar Kanununun 23-31.(TBK'nun 30, 36, 37 ve 38.) maddeleri arasında düzenlenmiş olan irade fesadı hallerinin bozma sözleşmeleri yönünden ele alınması gerekir.

Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun kaldığı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacaktır. Yine 4447 sayılı Yasa kapsamında işsizlik sigortasından da yararlanmayacaktır. Bütün bu hususlar, İş Hukukunda hakim olan ibranamenin dar yorumu ilkesi gibi, hatta daha da ötesinde, ikale sözleşmesinin geçerliliği noktasında işçi lehine değerlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesi, kıdem ve ihbar tazminatı ödenerek işten ayrılma isteğine ilişkin istifa dilekçesine dayanılarak ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmesi suretiyle davalı işveren tarafından sonlandırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı iş sözleşmesinin sonlandırılmasına esas alınan istifa dilekçesinin baskı ile alındığından dolayı iradenin sakatlandığını yeterli ve inandırıcı delillerle kanıtlayamamıştır. Öte yandan davacının yaptığı iş, kıdem ve tecrübesi ile öğrenim durumu itibariyle imzaladığı dilekçenin mahiyetini ve doğuracağı sonuçları takdir ve tayin edebilecek durumdadır. Hal böyle olunca iş sözleşmesinin tarafların iradelerinin birleşmesi ile oluşan anlaşma doğrultusunda feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; Mahkemenin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına, davanın reddine 21.04.2016 gününde oybirliği ile kesin olarak karar verildi.


Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2014/3188 E. 2016/6428K. 16.06.2016 T.

MAHKEMESİ : Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Rüşvet Verme
HÜKÜM: Mahkûmiyet

ÖZET : Sanığın Piyade Hudut Karakolu emrinde görevli Piyade Er ...'e, 20/05/2010 tarihi ile 04/07/2010 tarihleri arasında Suriye sınırından Türkiye'ye geçireceği kaçak malların geçişine göz yumması karşılığında iki kez elden 150 TL ve 16/06/2010 tarihinde 270 TL, 23/06/2010 tarihinde 300 TL, 29/06/2010 tarihinde iki kez 500 TL parayı askerlikten önce aynı iş yerinde çalışan bir kişiye yollaması şeklindeki eylemleri nedeniyle sanık hakkında rüşvet verme suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuştur.

Ancak;5237 sayılı TCK'nın 6352 sayılı Yasa değişikliği öncesinde rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde "Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır" denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlamasının veya kişilerin bu şekildeki iş için kamu görevlisine çıkar temin etmelerinin rüşvet tanımından çıkarıldığı, bu durumda diğer koşulların varlığı halinde görevi kötüye kullanma suçunun oluşacağı anlaşılmakla,

Rüşvet suçuna konu paraların suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK'nın 252/3. maddesi anlamında kamu görevlisi kişiye görevinin gereklerine aykırı olan bir işi yapması için verilip verilmediği hususunun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi ve buna bağlı olarak suç niteliğinin tayini bakımından, sanık hakkında UYAP'tan yapılan sorgulama sonucunda 5607 sayılı Kaçakçılık Kanununa muhalefet suçuna ilişkin olarak Asliye Ceza Mahkemesine açılan ve 09/07/2011 tarihinde kesinleşen 2010/1765 Esas sayılı dava dosyasının onaylı örneğinin dosya arasına alınması ile aynı olaya ilişkin farklı kararlar verilmesinin önüne geçmek, uygulama birliğini sağlamak ve her iki davada adil sonuç çıkmasını temin etmek için, rüşvet aldığı iddia olunan hakkında rüşvet alma suçundan dolayı Askeri Savcılık tarafından açılan dava akıbetinin araştırılması ve hüküm verilmişse onaylı örneğinin bu dosya içine alınmasından sonra, bütün deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle suç vasfının tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması,

Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve E. 2014/140; K. 2015/85 sayılı kararının 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK'nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılması zorunlu hale gelmiştir.

SONUÇ: Hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/8660 Karar Tarihi: 28.06.2016

I. BAŞVURUNUN KONUSU

Başvuru, dört aylık ve iki yaşında iki çocukla birlikte ceza infaz kurumunda sağlıklı olmayan koşullarda tutulmanın işkence ve eziyet yasağına aykırı olduğu iddialarına ilişkindir.Başvurucu, cezasının infazının ertelenmesi konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmektedir.

II.OLAYLAR
Başvurucu, 1988 doğumlu olup hâlen 2014 ve 2016 doğumlu iki çocuğuyla birlikte Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır.

Başvurucu hakkında çeşitli suçlardan kesinleşmiş on iki mahkûmiyet hükmü (23 Yıl 68 Ay 70 Gün hapis cezası) bulunmaktadır. Başvurucu, 15/4/2014 tarihinde hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan -gebe olması nedeniyle- cezasının infazına ara verilerek tahliye edilmiş; ancak ara verme kararına uymayarak teslim olması gereken 1/7/2014 tarihinde ceza infaz kurumuna geri dönmemiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığının 23/3/2016 tarihli ve 2016/7-1176 İlamat sayılı kararıyla “hükümlünün resmi olarak evli olmadığı, çocuğun sözlü beyana göre kayıt edildiği, hükümlünün gebeliği infazdan kaçmak için kullandığı, infaza ara verme kararına daha önceden uymadığı, hakkında kesinleşmiş 21 Yıl 65 Ay 7 Gün hapis cezası bulunduğu, eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlardan olduğu” gerekçesiyle infazın ertelenmesi talebinin reddine karar verilmiştir.

Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Diyarbakır İnfaz Hâkimliğince “infazın ötelenmesi mahiyetindeki kararların tamamen Cumhuriyet savcısının takdir yetkisinde olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.

III. İLGİLİ HUKUK

13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

“(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.

(5) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Kapalı ceza infaz kurumuna girdikten sonra gebe kalanlardan koşullu salıverilmesine altı yıldan fazla süre kalanlar ile eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlar hakkında dördüncü fıkra hükümleri uygulanmaz.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

A. Başvurucunun İddiaları

Başvurucu, çocuklarıyla birlikte sağlıklı olmayan bir ortamda tutulmasının kendisinden ziyade çocuklarının cezalandırılması anlamına geldiğini, ulusal ve uluslararası mevzuatta çocuğun yüksek menfaatlerini gözeten hükümler bulunmasına rağmen infazın ertelenmesine karar verilmediğini belirterek Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; cezasının infazının ertelenmesi konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

Somut olayda başvurucu, dört aylık ve iki yaşında iki çocuğuyla birlikte ceza infaz kurumunda sağlıklı olmayan koşullarda tutulduğunu, mevzuatta açık hüküm bulunmasına rağmen cezasının infazına ara verilmediğini ileri sürmektedir. Nitekim Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan yazıda da başvurucunun tutulduğu koşulların çocukların gelişimleri ve yaşamları için yeterli olmadığı açıkça belirtilmiştir (bkz. § 19). Bununla birlikte başvurucunun infaza ara verme kararına uygun hareket etmediği, eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlardan olduğu gerekçesiyle cezasının infazının ertelenmesi yönündeki talebinin 5275 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca reddedildiği görülmektedir (bkz. § 12).

Ceza infaz kurumunun fiziki koşullarının çocukların gelişimi ve yaşamı için yeterli olmadığı konusunda başvurucu ve kamu makamları arasında bir ihtilaf bulunmaması nedeniyle (bkz. § 19) bu konuda ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Başvurucunun iki yaşındaki çocuğu ve özellikle de dört aylık bebeğiyle birlikte kapasitesinin üzerinde hükümlünün bulunduğu ve yeterli imkânları bulunmayan bir ceza infaz kurumunda tutulmaya devam etmesi, gerek başvurucunun gerekse çocuklarının “maddi ve manevi bütünlüğü” bakımından ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Dolayısıyla kamu makamlarının başvurucunun kişisel durumuna da dikkate alarak çocukların hak ve yüksek menfaatlerinin korunması konusunda uygun tedbirleri alması gerekmektedir. Ancak alınacak bu tedbirlerin ne şekilde olması gerektiğine ilişkin (tutma koşullarının iyileştirilmesi, infazın ertelenmesi ya da başkaca alternatifler üretilmesi) takdir yetkisi kamu makamlarına aittir.

Bu nedenle, cezanın infazına ilişkin süreçte tutma koşullarının yeterli olmaması nedeniyle başvurucunun ve çocuklarının “maddi ve manevi bütünlüğü” bakımından oluşan tehlikenin ortadan kaldırılması konusunda derhâl gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle Tedbir talebinin kabulüne 28/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Danıştay



Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2016/1989 E., 2016/4312 K.

ÖZET : İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 19/10/2015 günlü, E:2015/161; K:2015/1821 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava; davacıya ait aracın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun Ek 2/3. maddesi uyarınca geçici olarak trafikten men edilmesine ilişkin 17/01/2015 tarih ve 458127 sayılı işlem ile davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin aynı tarih ve 596454 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nce, davacının işlem tarihinde geçerli başka firma personellerini taşımak üzere düzenlenmiş personel servis aracı güzergah kullanımı izin belgesinin bulunduğu, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle iptallerine karar verilmiştir.

Davalı idare tarafından anılan İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Davacılara ait aracın trafikten men edilmesine ilişkin 17.01.2015 tarih ve 458127 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısım incelendiğinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Araç sürücüsü idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptaline ilişkin kısım incelendiğinde; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, "iptal davaları", idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.

İdarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli denetim araçlarından olmakla birlikte, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunmasını öngören yasa koyucu, iptal davaları için "menfaat ihlali"ni, sübjektif ehliyet koşulu olarak getirmiştir. Menfaat ihlali, hak ihlali kavramından daha geniş kapsamlı olup; maddi veya manevi bir zararı bulunmasa dahi ilgiliye dava açma hakkı vermektedir. Ancak her halde menfaat ilgisinin, meşru, kişisel ve güncel olması gerekmektedir.

“Meşru menfaat” ilgisinden kasıt, kişi ile işlem arasında hukuken kabul edilebilir, dinlenilebilir veya korunmaya değer bir ilginin varlığı iken; “kişisel menfaat” ilgisiyle, işlemin, kişinin hukukunu etkilemesi, diğer bir anlatımla kişi bakımından hukuk aleminde sonuç doğurması kastedilmektedir. “Güncel menfaat” ise, söz konusu işlemin kişi üzerindeki hukuki etkisinin doğmak üzere olmasını veya halihazırda devam etmesini, işlemin uygulanabilir niteliğini yitirmemesini ifade etmektedir. Dolayısıyla geleceğe yönelik muhtemel menfaat ilgisi, kişilere iptal davası açma hakkı vermemektedir.

İptal davalarındaki subjektif ehliyet koşulunun, hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi bakımından idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir. Nitekim; çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda subjektif ehliyet koşulunun, bu durum dikkate alınarak yorumlanması gerektiğine ilişkin Danıştay kararları yerleşik içtihat niteliği kazanmıştır. Aynı şekilde, tesis edilen işlemin (genel, soyut, objektif kural koyan düzenleyici işlem niteliğinde bulunmasa dahi) tüm ülke çapında etki doğurması, ülkenin genel siyasetini veya vatandaşların genel ve ortak menfaatini ilgilendirmesi halinde, salt vatandaş olma sıfatıyla iptal davası açılabileceğinin kabulü gerekmektedir.

Bu durumda, dava konusu işlemlerden 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para cezası araç sürücüsüne verilmiş olup para cezasının davacının; kişisel, güncel ve meşru menfaatini ihlal etmediğinden araç sürücüsü hakkında verilen idari para cezasına ilişkin kısmının ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekmekte olup, İdare Mahkemesi kararının 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para cezasının iptaline ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 19/10/2015 tarih ve E:2015/161; K:2015/1821 sayılı kararının men işleminin iptaline ilişkin kısmının ONANMASINA, araç sürücüsüne idari para cezası verilmesi işleminin iptaline ilişkin kısmının ise BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/06/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yargıtay Kararları yargitay.gov.tr internet sitesinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.