img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
2016/5743 E. , 2016/7306 K., 15.06.2016

Yargıtay 8. Ceza Dairesi
2016/7273 E., 2016/8432 K., 23.06.2016

Danıştay 10. Daire
2013/3926 E., 2016/2818 K., 23.05.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/4863 Karar Tarihi: 29.09.2016

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
2016/5743 E. , 2016/7306 K., 15.06.2016

Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi
Talep: Çaplı Taşınmaza Elatmanın Önlenmesi ve Ecrimisil

ÖZET: Davacı, kayden maliki olduğu 8 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün davalı tarafından lokanta ve çay bahçesi olarak haksız bir şekilde kullanıldığını, taraflar arasında akdedilen kira sözleşmensin sahte olduğunu ileri sürerek elatmanın önlenmesi ve ecrimisile karar verilmesini istemiş olup davalı, davacı ile yapılan kira sözleşmesine göre taşınmazı kullandığını, işgalci olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.Somut uyuşmazlıkta öncelikle kira sözleşmesinin sahteliğinin araştırılması zorunlu olduğundan,bu konunun bekletici mesele yapılmayarak hüküm kurulması,hükmün bozulmasını zorunlu kılmıştır.

KARAR: Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir. Davacı, kayden maliki olduğu taşınmazın bir bölümünün davalı tarafından lokanta ve çay bahçesi olarak haksız bir şekilde kullanıldığını ileri sürerek elatmanın önlenmesi ve ecrimisile karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacı ile yapılan kira sözleşmesine göre taşınmazı kullandığını, işgalci olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacıya taşınmazı davalının haksız olarak işgal ettiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu arsa niteliğindeki taşınmazın davacı şirket adına kayıtlı olduğu, bilirkişi rapor ve krokisinde gösterilen 305 m² lik bölümün davalının kullanımında olduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; elatmanın önlenmesi ve ecrimisil davaları taşınmazı kullanan kişi ya da kişiler aleyhine açılır. Nitekim, eldeki dava da bu iddia ile açılmıştır. Bu durumda, kira ilişkisinin varlığının kanıtlanması halinde haksız işgalden söz edilemeyeceği açıktır.

Öte yandan; özel yasa hükümleri saklı kalmak koşuluyla, gerek taşınır gerekse taşınmaz mallara ilişkin kira sözleşmelerinin geçerli olması hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Kira sözleşmeleri yazılı veya sözlü yapılabileceği gibi zımni (üstü kapalı) olarak da vücuda getirilebilir. Yeter ki taraflar kira sözleşmesinin esaslı unsurlarında anlaşmış olsunlar. Nitekim bu kural 18.03.1942 tarih 37/6 sayılı inançları birleştirme kararında açıkça vurgulanmıştır.

Ne var ki; kira ilişkisi, bir hukuki fiil (vakıa) değil, bir hakkın doğumuna, değiştirilmesine veya ortadan kaldırılmasına neden olma niteliği itibariyle bir hukuki işlemdir. Bu nedenle, kiracılık iddiasının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 200. vd maddeleri uyarınca kanıtlanması gerektiği kuşkusuzdur.

Somut olaya gelince; çekişme konusu taşınmaza yönelik davacı ile davalı arasında 01.01.2004 tarihinde imzalanmış 1 yıl süreli adi yazılı kira sözleşmesinin davalı tarafından ibraz edildiği, ancak davalının sanık olduğu Asliye Ceza Mahkemesi dava dosyasında, anılan kira sözleşmesinin sahte olduğundan bahisle sanığın cezalandırılmasına yönelik kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 4.12.2014 tarih 2013/1060 esas 2014/20863 karar sayılı ilamı ile kira sözleşmesinin sahteliği bakımından eksik inceleme ile karar verildiği gerekçesi ile bozulmuş olup, anılan ceza davasının derdest olduğu anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca; öncelikle Asliye Ceza Mahkemesi dava dosyasının eldeki dava açısından bekletici mesele yapılması, davalının dayandığı kira sözleşmesinin sahte olup olmadığının açıklığa kavuşmasının beklenmesi, ayrıca davalı tarafından yapılan kira ödemelerinin kimin tarafından tahsil edildiğinin de araştırılması, sonucuna göre yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Kabule göre de; ilk dönem ecrimisil miktarı belirlenip, sonraki yıllar için ise ÜFE artış oranı uygulanmak suretiyle takip eden dönemler için ecrimisil miktarının hesap edilmesi gerekirken, dava tarihindeki kira bedeli belirlenip geriye doğru gidilerek ecrimisil miktarının hesaplanması da isabetli değildir.

Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA karar verildi.


Yargıtay 8. Ceza Dairesi
2016/7273 E., 2016/8432 K., 23.06.2016

MAHKEMESİ : Ağır Ceza Mahkemesi
TALEP : Hükümlülük ve Müsadere

ÖZET : Sanık hakkında, suça konu sahte paraların 5237 sayılı TCK.nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verildikten sonra 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 17. maddesi uyarınca çıkarılan Sahte Banknotların İncelenmesi ve Değerlendirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 16. maddesi gereğince işlem yapılmak üzere T.C. Merkez Bankasına gönderilmesine de karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi sebebiyle hükmün düzeltilerek onanması kaçınılmaz hale gelmiştir.

KARAR: 1-)15.04.2016 tarihinde yüzüne karşı tefhim olunan hükmü, CMUK.nun 310. maddesinde belirtilen bir haftalık yasal süreden sonra 02.05.2016 günü temyiz eden sanığın vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun 317. maddesi gereğince oybirliğiyle (REDDİNE),

2-) Sanık hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;5237 sayılı TCK.nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarının; Anayasa Mahkemesi'nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı gözetilerek infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüştür. Yapılan yargılamaya göre sanığın yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Suça konu sahte paraların 5237 sayılı TCK.nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verildikten sonra 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 17. maddesi uyarınca çıkarılan Sahte Banknotların İncelenmesi ve Değerlendirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 16. maddesi gereğince işlem yapılmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına gönderilmesine de karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün müsadereye ilişkin fıkrasına "suça konu sahte paraların karar kesinleştiğinde 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 17. maddesi ve bu maddeye dayanılarak çıkarılan Sahte Banknotların İncelenmesi ve Değerlendirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 16. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına gönderilmesine" ibaresi yazılmak suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün (DÜZELTİLEREK ONANMASINA), 23.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 10. Daire
2013/3926 E., 2016/2818 K., 23.05.2016
MAHKEMESİ : İdare Mahkemesi
TALEP : Tazminat

ÖZET: Olay tarihinde 9 yaşında olan küçük Ö.S.l'ın, evlerinin hemen alt kısmındaki arazide hayvan otlattığı esnada bulduğu havan mühimmatını, evlerine 80-100 metre mesafedeki kullanılmayan harabe eve götürmesi ve anılan yerde oynarken patlaması neticesinde ölmesi olayında, mühimmatın bulunduğu ve patladığı yerin meskûn mahal (İnsan oturan, Yurt edinilmiş yer) içerisinde kalması ve vefat edenin yaşı göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu alanın kişilerin yaşam hakkını temin edecek şekilde var olan mühimmatın temizlenmesi ya da alana sivillerin girmesini önlemek amacıyla gerekli bütün tedbirleri almak suretiyle güvenliğin sağlanması gerekirken, söz konusu önlemlerin alınmaması nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunmaktadır.

KARAR: Batman İli, Sason İlçesi, Balbaşı Köyü'nde ikamet ettikleri evlerinin 80-100 metre yakınında bulunan yerde bulmuş olduğu havan tahrip mühimmatı ile oynaması sonucunda 19.9.2008 tarihinde meydana gelen patlamanın etkisiyle yaşamını yitiren Ö.S.'ın anne, baba ve kardeşleri olan davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen toplam 80.000 TL manevi zararın, olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda, Batman İdare Mahkemesince; olay tarihinde 9 yaşında olan küçük Ö.S.l'ın, evlerinin hemen alt kısmındaki arazide hayvan otlattığı esnada bulduğu havan mühimmatını, evlerine 80-100 metre mesafedeki kullanılmayan harabe eve götürmesi ve anılan yerde oynarken patlaması neticesinde ölmesi olayında, mühimmatın bulunduğu ve patladığı yerin meskûn mahal içerisinde kalması ve vefat edenin yaşı göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu alanın kişilerin yaşam hakkını temin edecek şekilde var olan mühimmatın temizlenmesi ya da alana sivillerin girmesini önlemek amacıyla gerekli bütün tedbirleri almak suretiyle güvenliğin sağlanması gerekirken, söz konusu önlemlerin alınmaması nedeniyle idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, mühimmatın bölücü terör örgütü mensuplarına ait olmasının da idarenin anılan hizmeti yerine getirme sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin 60.000 TL'lik kısmının kabulü ile bu tutarın davalı idareye başvuru tarihi olan 31.10.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesi, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin ise reddi yolunda verilen kararın, taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz istemlerinin reddi ile Batman İdare Mahkemesinin kararının onanmasına 23.5.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/4863 Karar Tarihi: 29.09.2016

BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru 17.07.2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan dava neticesinde Danıştay tarafından Karacık mezrasının boşaltılıp boşaltılmadığı hususunda çelişkili kararlar verilmesi, yargılama işlemlerinin adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

OLAY VE OLGULAR
Başvurucu, Diyarbakır ili Bismil ilçesi Alluç köyü Karacık mezrasında ikamet etmekteyken 1993 yılında terör olaylarının yoğunlaşması nedeniyle can ve mal güvenliği kalmadığı için yerleşim yerinin boşaltıldığını, bu nedenle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.

Başvurucu 27.07.2005 tarihinde, yerleşim yeri olan Karacık mezrasında can ve mal güvenliği kalmadığını, 1993 yılında güvenlik tehlikesi nedeniyle il merkezine göç ettiğini beyan ederek 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.

Komisyon 2/2/2011 tarihli kararında, delil dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda adı geçen köy ve mezralarının terör nedeniyle boşalan ya da boşaltılan köylerden olmadığı, başvurucunun mal varlığından yararlanmasını engelleyecek nitelikte objektif terör kaygısı yaşanmadığı ve başvurucuya yönelik münferit terör saldırısının olmadığı, köy ve mezranın da boşaltılmadığı gerekçeleriyle talebin reddine karar vermiştir.

Belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından dava açılmış ve Mahkemece red kararı verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay 15. Dairesinin 12.12.2012 tarihli ilamı ile kararın onanmasına karar verilmiştir.

Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26.11.2013 tarihli ilamı ile reddedilmiş, karar düzeltme kararı, başvurucuya 11.03.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Başvurucu 07.04.2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir.

Somut olayda başvurucu tarafından açılan davada Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, Karacık mezrası boşaltılmadığından, subjektif güvenlik kaygısıyla göç edildiğinden davanın reddine karar vermiştir Başvurucunun kararı temyizi üzerine Danıştay 15. Dairesinin onanmış, karar düzeltme talebinin reddi ilamıyla hüküm kesinleşmiştir

5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının yargı yoluna gidilmesine gerek kalmaksızın idarece en kısa süre içinde ve tam olarak tespit edilerek sulh yoluyla karşılanmasını amaçlamakta olup, belirtilen amaç doğrultusunda ilke ve prosedürler öngörmektedir.

Belirtilen Kanun uyarınca müracaat sahiplerinin taleplerinin karşılanabilmesi için öncelikle iddia edilen zararın terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluştuğunun tespiti gerekmekte olup Kanun’un 2. maddesinde, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.

Özellikle tazminata ilişkin belirtilen usulün ihdasına temel olan ve AİHM’e sunulan başvuruların yapıldığı bölge itibarıyla terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler dışındaki ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bu olgudan kaynaklanan zararların varlığını nazara alan yargılama makamları, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuruların belirtilen Kanun kapsamında kabul edilebilmesi için objektif bir ölçüt belirleme yoluna gitmiş ve bu ölçütün sağlanmasını “köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması” şartına bağlamıştır. Belirtilen kabul uyarınca,''terör eylemleri'' veya ''terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler'' sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle mal varlığına/mülküne ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın sözü edilen Kanun hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekmektedir. Yerleşim yerinin ''kısmen'' boşalmış olması ise o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece sağlanmış olduğunun nesnel bir göstergesidir.

Anılan ilkeler doğrultusunda mezranın boşaltılıp boşaltılmadığı hususu, 5233 sayılı Kanun uyarınca tazminata hak kazanıp kazanılmayacağı noktasında önem taşımaktadır.

Bu durumda, davacının ikamet ettiği, Alluç Köyü, Karacık mezrasında (1998 yılında köy olan) sadece geçici köy korucularının kalması nedeniyle güvenli bir yerleşim yeri olarak kabul edilmesi mümkün olmadığından güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerini terk eden davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığı zararının olup olmadığı tespit edilerek karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak başvurusunun reddine ilişkin işlemde ve aynı yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Benzer davalarda Karacık mezrasının hukuki durumu dikkate alınarak hüküm verildiği anlaşılmıştır. Somut olayda ise Danıştay 15. Dairesi kararında İdare Mahkemesince Karacık mezraasının boşaltılmadığından davanın reddine verdiği karar onanmıştır. Ancak daha sonra Danıştay’ın aynı Dairesince Karacık mezrasının boşaltılmış olduğuna ilişkin kararlar verilmiştir.

HÜKÜM
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine, Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine, Başvurucunun tazminat taleplerinin reddine, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 29.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.