img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi
2016/8667 E. , 2016/11804 K., 16.06.2016

Yargıtay 21. Ceza Dairesi
2015/5066 E. , 2016/5083 K., 09.06.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/22510 Karar Tarihi: 03.11.2016

Danıştay 5. Daire
2016/8196 E. , 2016/4066 K., 04.10.2016

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi
2016/8667 E. , 2016/11804 K., 16.06.2016

Mahkemesi: Aile Mahkemesi
Talep: Boşanma

ÖZET: Mahkemece davalı kadının, birlikte yaşama ve birbirlerine yardımcı olma yükümlülüğüne aykırı hareket ederek eşinin, çocukları tarafından müşterek evden alınıp götürülmesini istediği, sürekli eşinden para istediği, davacı erkeğin de maddi durumu iyi olmasına karşın evlilik birliğinin son dönemlerinde malvarlığını azalttığı, tarafların müşterek kullandıkları evi sattığı gerekçesiyle davalının davacıların murisinden az kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Davalı kadının birlikte yaşamaktan kaçındığı, eşinden sürekli maddi taleplerde bulunduğu, davacı erkeğin ise dava tarihinden önce malvarlığını azalttığı anlaşılmakta ise de; davalı kadın tarafından boşanma dava tarihinden sonra eşinin müşterek konuta dönmesi için ihtar talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. İhtar isteği, öncesindeki olaylardan dolayı ihtar edilen eşin kusurlarının affedildiğini veya en azından hoşgörüyle karşılandığını gösterir. Affedilen ve hoşgörüyle karşılanmış olan olaylardan dolayı da artık bu eşe kusur atfedilemez. O halde, kusur tespiti bakımından ölen eşin mirasçıları tarafından takip edilen davada, davalı kadının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesi gerekir.

KARAR: Davacı erkek tarafından açılan boşanma davasında mahkemece, ilk hükümde davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacının mirasçıları tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 25.4.2012 tarih, 2011/14343 esas ve 2012/10727 karar sayılı kararı ile "davacının 5.7.2010 tarihinde karar kesinleşmeden öldüğü, davacının mirasçılarının davalının kusurunun tespiti yönünden davaya devam edeceklerini bildirdiklerinden, mahkemece yargılamaya devamla davacının ölümü sebebiyle boşanma davası konusuz kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına ve Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi uyarınca davalının kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti yönünden karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir" şeklinde hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma ilanıma uyulmuş, boşanma, manevi tazminat ile taşınmaza yönelik tescil talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davalının, davacıların murisinden az kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiş, hüküm, davacıların bir kısım mirasçıları tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece davalı kadının, birlikte yaşama ve birbirlerine yardımcı olma yükümlülüğüne aykırı hareket ederek eşinin, çocukları tarafından müşterek evden alınıp götürülmesini istediği sürekli eşinden para istediği, davacı erkeğin de maddi durumu iyi olmasına karşın evlilik birliğinin son dönemlerinde malvarlığını azalttığı, tarafların müşterek kullandıkları evi sattığı gerekçesiyle davalının davacıların murisinden az kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı kadının birlikte yaşamaktan kaçındığı, eşinden sürekli maddi taleplerde bulunduğu, davacı erkeğin ise dava tarihinden önce malvarlığını azalttığı anlaşılmakta ise de; davalı kadın tarafından boşanma dava tarihinden sonra eşinin müşterek konuta dönmesi için Aile Mahkemesinden 27.10.2008 tarihinde ihtar talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. İhtar isteği, öncesindeki olaylardan dolayı ihtar edilen eşin kusurlarının affedildiğini veya en azından hoşgörüyle karşılandığını gösterir. Affedilen ve hoşgörüyle karşılanmış olan olaylardan dolayı da artık bu eşe kusur atfedilemez. O halde, kusur tespiti bakımından ölen eşin mirasçıları tarafından takip edilen davada, davalı kadının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesi gerekirken, açıklanan hususlar gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeple BOZULMASINA işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.06.2016 oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 21. Ceza Dairesi
2015/5066 E. , 2016/5083 K., 09.06.2016

MAHKEMESİ : Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması
HÜKÜM : Mahkumiyet

Sanığın, katılana ait imzalı boş çeki tespit edilemeyen bir şekilde ele geçirerek boş yerlerini doldurduktan sonra kullandığının iddia ve kabul olunduğu olayda; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından, katılan vekilince dilekçesine ek olarak sunulan mektubun gerçekliğinin araştırılması, gerekmesi halinde mektuptaki imzanın sanığın eli ürünü olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılması, mümkün olduğu takdirde suça konu çek yaprağının banka tarafından ilgiliye hangi tarihte verildiğinin tespiti ile belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle, suça konu çek aslının duruşmaya getirtilip incelenmek suretiyle, özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması, aldatıcı nitelikte olup olmadığının kararda tartışılması, gerektiğinde sahteliği hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılıp ve denetime imkan verecek şekilde dosya içine konulmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabul ve uygulamaya göre de, Sanığın, katılana ait imzalı boş çeki tespit edilemeyen bir şekilde ele geçirerek boş yerlerini doldurduktan sonra kullandığının sübutu halinde, eylemin TCK.nın 209/2. maddesi yollamasıyla 204/1. maddesinde belirtilen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgı sonucu yazılı şekilde açığa imzanın kötüye kullanılmasından mahkumiyet hükmü kurulması

Yasaya aykırı, sanık müdafii ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 09.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/22510 Karar Tarihi: 03.11.2016

BAŞVURUNUN KONUSU: Başvuru, sınır dışı kararının uygulanması hâlinde işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edileceği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmektedir.

OLAY VE OLGULAR: Başvurucu, 1989 doğumlu olup İran vatandaşıdır. Başvurucu 22/4/2015 tarihinde Türkiye’ye yasal yollardan giriş yapmış, “Suriye vatandaşlarına verilen yabancı tanıtma kartlarını kendi adına düzenleme” eylemiyle ilgili olarak kolluk görevlileri tarafından 22/3/2016 tarihinde Hatay ilinde yakalanmış ve adli işlemler sonrasında geri gönderme merkezine teslim edilmiştir.

Başvurucunun, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca, “Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar” kapsamında olduğu değerlendirilerek Hatay Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir.

Başvurucunun söz konusu işlemin iptali için açtığı dava, İdare Mahkemesince reddedilmiştir.

Başvurucu, ülkesine sınır dışı edilmesinin yaşamı ile maddi ve manevi bütünlüğü bakımından tehdit oluşturacağını, işkence ve kötü muamele göreceğini belirterek 31/10/2016 tarihinde tedbir talepli bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvurucu, 29/10/2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun’un 53. ve 54. maddelerinin değiştirildiğini ve bu maddelere ek hükümler konulduğunu, anılan Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentlerine istinaden sınır dışı edilmelerine karar verilen kişiler için idari yargıda dava açılmasının -değişiklikten önceki durumdan farklı olarak- sınır dışı etme işlemini kendiliğinden durdurmayacağını belirtmiştir. Bu nedenle hakkındaki sınır dışı etme işleminin her an icra edilebilir hale geldiğini, iptal davasının etkili bir başvuru yolu olmaktan çıktığını iddia etmişse de başvuru tarihinden önce İdare Mahkemesinin başvurucu tarafından açılan davayı reddettiği tespit edilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması hâlinde, Bölümlerce resen veya başvurucunun talebi üzerine gerekli tedbirlere karar verilebilir.

Anayasa Mahkemesi, sınır dışı işlemlerine karşı yapılan başvurularda, geri gönderilen ülkenin koşullarını dosyaya sunulan bilgi ve belgelerle sınırlı kalmaksızın ulusal ve uluslararası kuruluşların ve hükümetlerin düzenlemiş olduğu insan hakları raporlarından da yararlanmak suretiyle resen araştırmaktadır. Bununla birlikte kural olarak menşe ülkede karşılaşılabilecek kişisel risklerin ve buna ilişkin somut bilgilerin başvurucular tarafından Anayasa Mahkemesine ayrıntılı şekilde sunulması gerekir. Somut olayda başvurucu, sınır dışı edilmesi hâlinde, Sünni olmasından dolayı ülkesinde baskı ve zulme maruz kalacağını ileri sürmüş ancak bu konuda iddialarını somutlaştıracak bilgi ve belgeler ortaya koymamıştır. Öte yandan ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarında da menşe ülke olan İran’da başvurucunun ileri sürdüğü gerekçeyle sistematik olarak insan hakları ihlali yapıldığına dair bir değerlendirmeye yer verilmediği görülmektedir.

Anayasa Mahkemesi, gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik gerçek ve ciddi bir tehlike oluşturabilecek nitelikte olması hâlinde İçtüzük’ün 73. maddesi uyarınca tedbir değerlendirmesi yapabilmektedir. Bu aşamada dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden başvurucuya yönelik derhâl tedbir kararı verilmesini gerektiren ciddi bir tehlike bulunduğu anlaşılamadığından tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

HÜKÜM: Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin kabulüne, tedbir talebinin reddine, kararın bir örneğinin başvurucuya ve göç idaresi genel müdürlüğüne tebliğine 03.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 5. Daire
E. , 2016/4066 K., 04.10.2016
MAHKEME : Danıştay 5. Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatı ile Baktığı Dava)

B Osmaniye Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan davacının,667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararıyla meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istenilmektedir.

KARAR: T.C. Anayasası hakim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemleri disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yolunda verilen kararlar olarak ikiye ayırmış, bunlardan sadece bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezasına karşı yargı yolunu açık tutmuştur.

Uyuşmazlığın, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesi 1. fıkrası uyarınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararıyla davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Olağanüstü hâli gerekli kılan konu, 667 sayılı KHK’nın amacı ile 3. ve 4. maddelerinde düzenlenen tedbirlerin kapsamı ve mahiyeti birlikte dikkate alındığında, anılan tedbirler vasıtasıyla başta FETÖ/PDY olmak üzere terör örgütlerine veya MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılarak Anayasa ile kurulan demokrasi düzeninin korunmak istendiği anlaşılmaktadır. Buna göre KHK’nın 3. ve 4. maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.

Bu durumda, davacı hakkındaki, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararının disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan ve yargı denetimine tabi bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezası niteliğinde olmadığı dikkate alındığında,6087 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen 33. Maddesi’nde yer alan hüküm uyarınca,ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülebilecek bir uyuşmazlık bulunmadığından, çözümünde idari yargıda genel görevli yargı yeri olan idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanunu'nun 15. maddesinin 1/a fıkrası uyarınca davanın görev yönünden reddine, dava dosyasının aynı Kanun'un 32/1. maddesine göre davayı çözümlemeye görevli ve yetkili olan Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine, 4.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.