img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi
2015/8627 E., 2016/6912 K., 22.06.2016

Yargıtay 4. Ceza Dairesi
Dairesi 2013/31681 E., 2016/12497 K.,29.06.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/14146 Karar Tarihi: 27/10/2016

Danıştay 15. Daire
2016/2846 E. , 2016/4378 K., 13/06/2016

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi
2015/8627 E., 2016/6912 K., 22.06.2016

Mahkemesi: Asliye Ticaret Mahkemesi
Talep: İtirazın İptali-İşçinin İşverene Karşı Rekabet Yasağı Yükümlülüğü

ÖZET: Rekabet yasağı, iş verenin bu yasağın sürdürülmesinde gerçek bir yararının olmadığının belirlenmesi ve yine sözleşmenin haksız bir sebep olmaksızın iş veren tarafından veya iş verene yüklenen bir nedenle işçi tarafından feshedilirse rekabet yasağının sona erecektir. Rekabet Yasağının özel bir alanda eğitim almış olan davalının mesleki faaliyetini sürdürmesini bütünü ile engeller nitelikte olduğu, sözleşmenin ve taahhütnamenin imzalandığı tarihte davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olup imzalatılmış olan bu belgeler karşılığında kıdem tazminatının ödendiği ve dolayısıyla sözleşme ve taahhütnamenin cezai şart sözleşme hükmünün geçerli olmadığı tespit edilmediğinden sözleşme hükümlerine göre cezai şartı gerektirir bir rekabet durumunda söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

KARAR: Davacı vekili, müvekkili firma ile davalı taraf arasında 20/01/2011 tarihli gizlilik ve rekabet yasağı sözleşmesi imzalandığı, müvekkili firmanın işveren, davalının ise çalışan olarak bu sözleşmeye imza koydukları, ancak davalının sözleşme hükümlerine aykırı davranarak sözleşmenin kendisine yüklediği edimleri yerine getirmediği, bu durumun kendisine gerek yazılı gerekse sözlü olarak iletildiği, sözleşmenin rekabet yasağını düzenleyen 7. maddesi ve 14-a maddesi gereğince tüm uyarılara rağmen müvekkile zarar vermeye devam eden, aynı faaliyet alanlarında ticari hayatlarını sürdüren firma kuran davalı hakkında ilamsız ödeme emri gönderildiği, haksız ve kötü niyetli itiraz üzerine takibin durduğunu, itirazın iptali ile icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, işten ayrılmada davalının kusursuz olduğu, bu sebeple haklı bir sebep olmaksızın davacı iş veren tarafından davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olduğundan davalı bakımından rekabet yasağının sona erdiğini, BK'nın 445. maddesi gereğince rekabet yasağının, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek şekilde yer, zaman ve işin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremeyeceğini ve süresinin özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamayacağını, hakimin, aşırı nitelikteki rekabet yasağını, bütün durum ve koşulları serbestçe değerlendirmek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle, kapsamı ve süresi bakımından sınırlayabilir noktasından halin icabına göre münasip bir hudut dahilinde şart edilmiş ise de muteber olduğunu,

BK. 447. maddesine göre rekabet yasağı, iş verenin bu yasağın sürdürülmesinde gerçek bir yararının olmadığının belirlenmesi ve yine sözleşmenin haksız bir sebep olmaksızın iş veren tarafından veya iş verene yüklenen bir nedenle işçi tarafından feshedilirse rekabet yasağının sona ereceğini, davalının iş akdinin feshinin haklı nedenlere dayanmadığı, sözleşmenin BK'nın 349. maddesi çerçevesinde herhangi bir sınırlamayı taşımadığından özel bir alanda eğitim almış olan davalının mesleki faaliyetini sürdürmesini bütünü ile engeller nitelikte olduğunu, sözleşmenin ve taahhütnamenin imzalandığı 20/01/2011 tarihinde davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olup imzalatılmış olan bu belgeler karşılığında kıdem tazminatının ödendiği ve dolayısıyla sözleşme ve taahhütnamenin tazminat ödeme şartı olarak imzalatıldığı, davalının serbest iradesi ile imzalanmadığı, davacının iş akdinin feshi haklı bir sebebe dayanmadığından BK'nın 447. maddesine göre rekabet yasağı sona ermiş olup cezai şart sözleşme hükmünün geçerli olmadığı, cezai şartın fahiş olduğu, sözleşmenin genel işlem şartı niteliğinde olduğu, ayrıca davalının davacı şirket ile ticari ilişki içinde bulunan firmalarla ilişkisi, gerek ilgili firmaların beyanları gerekse ticari defter ve kayıtlarından tespit edilmediğinden sözleşme hükümlerine göre cezai şartı gerektirir bir rekabet durumunda söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve sözleşme tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı BK'nın 349. maddesine göre coğrafi olarak sınır belirtmeyen rekabet yasağı sözleşmesinin geçersiz olduğunun anlaşılmış olmasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına 22.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 4. Ceza Dairesi
Dairesi 2013/31681 E., 2016/12497 K.,29.06.2016

MAHKEMESİ : Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tehdit

ÖZET: Tehdit suçunun nitelikli hali olan silahla tehdidin kabulü için, silahın tehdit suçunda bizzat mağdura yönelik olarak görülebileceği, hissedilebileceği ve tehdidin mağdurun üzerindeki etkisini artıracak biçimde teşhiri veya kullanılması gerekir.

KARAR: Mağdurun yokluğunda gerçekleştirilen tehdit eyleminin, silahla tehdit suçunu oluşturabilmesi bakımından, silahın, mağdurun evi, arabası gibi daimi kullanımında olan eşyalarında hasar, iz, emare gibi belirtiler oluşturacak ve bu suretle tehdidin mağdurun üzerinde meydana getirdiği korkunun etkisini artıracak tarzda kullanılması icap eder. Bu itibarla, mağdurun yokluğunda gerçekleşen tehdit eyleminde, salt silah teşhir edilmiş olması, suçun nitelikli halinin oluşumu için yeterli görülmeyecektir.Bu bağlamda, yargılama konusu davada;Suça sürüklenen çocuğun, yanında diğer suça sürüklenen çocuk ile olay mahalli olan belediye binasına geldiği, suça sürüklenen çocuğun belediye binası önünde elinde tüfekle beklediği, sanığın ise, belediye binasında katılanı bulamayınca “nerede o başkanınız adamlarını üzerimize saldı, daha sonrada nereye saklandı, onu bulacağım ve hesabını soracağım bu yaptıklarının” diyerek suça sürüklenen ile olay yerinden ayrılarak gittiği olayda; silahın korkutucu özelliğinin nitelikli hal olarak kabul edilemeyeceği, sanığın eyleminin TCK' nın 106/1-son maddesinde düzenlenen sair tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suçun vasfında yanılgıya düşülerek aynı Kanunun 106/2-a,c maddesi gereğince silahla birlikte tehdit suçundan hüküm kurulması bozmayı gerektirmiş,yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 29/06/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/14146 Karar Tarihi: 27/10/2016

Özet: Başvuru, başvurucunun annesinin hastalığı hakkında yanlış tanı konulması sonucu vefat etmesi ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Başvurucunun annesi müteveffa Aysel Kılınç, 7/2/2013 tarihinde özel bir hastanenin acil servisine göğüs ağrısı ve çarpıntı şikâyeti ile başvurmuş, yapılan tetkik ve tedavi neticesinde kardiyoloji poliklinik önerisi ile evine gönderilmiş, aynı gece durumunun daha da kötüye gitmesi nedeniyle Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüş ancak 9/2/2014 tarihinde burada yaşamını yitirmiştir.

Başvurucu, annesinin ölümünde ihmali bulunduğunu iddia ettiği özel hastane çalışanı doktorlar hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek cezalandırılmaları talebiyle şikâyetçi olmuştur.Cumhuriyet Başsavcılığının 12/3/2014 tarihli kararıyla, şüpheli doktorların ölümün gerçekleşmesinde kusurlarının bulunmadığına dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 4/12/2013 tarihli ve 4782 sayılı raporuna istinaden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2014 tarihli ve 2014/1704 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 24/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde, 21/8/2014 tarihinde bireysel

Başvurucu, annesinin özel hastanede görev yapan şüpheli doktorlar tarafından müşahede altına alınmadan ve kardiyoloji uzmanı çağrılmadan taburcu edilmesi sonucunda yaşamını yitirdiğini, olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; soruşturmanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

Somut olayda ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucunun kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucu, annesinin ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü kişiler aleyhine haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluk kapsamında yetkili hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir. Başvurucu, somut olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü görevliler hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla birlikte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan sonra annesinin yaşamını yitirmesinde ilgili Hastanenin ve doktorun sorumluluğunun bulunduğundan bahisle Hukuk Mahkemesine de başvuruda bulunmuştur.

Bu durumda üzerinde durulması gereken husus -somut olayın koşulları çerçevesinde- yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir.

Somut olayda başvurucunun, annesinin ölümü ile neticelenen olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunarak cezalandırılmaları talebinde bulunduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesinden sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmekle birlikte başvurusuna konu ihlal iddiası açısından Türk hukuk sistemindeki mevcut etkili başvuru yollarından olan hukuk mahkemesinde tazminat davası açma imkânını da kullandığı ve söz konusu davanın derdest olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle; başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna 27/10/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 15. Daire
2016/2846 E. , 2016/4378 K., 13/06/2016
MAHKEME : İdare Mahkemesi
MAHKEME : İdari İşlemin İptali

ÖZET: İdarenin hizmet kusuru olup olmadığı ve uğranılan zarar miktarı tam olarak bilinmeden açılıp, 2577 sayılı Kanunun 16. maddesinde yapılan değişiklik ile tazminat miktarı tam olarak bilindiğinde bir dilekçe ile dava dilekçesinde gösterilen miktarın artırımına olanak tanıyan kanuni düzenleme uyarınca artırılan tazminat miktarının kabul edilmesi halinde, miktar artırımının ayrı bir dava olmaması nedeniyle toplamda hükmedilecek tazminat miktarına uygulanacak faizin başlangıç tarihinin, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan idareye başvuru tarihi olması gerektiği, bu nedenle tarafların temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

KARAR: Dava, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesinde yapılan ameliyatlarda davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen 50.000,00-TL maddi ve 60.000,00-TL manevi olmak üzere toplam 110.000,00-TL zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Zonguldak İdare Mahkemesi'nce; 03/01/2014 tarih ve 61 sayılı Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporunun sonuç kısmında; "....27/09/2010 tarihinde gonatroz tanısıyla sağ dize total diz protezi uygulandığı, 24/01/2011 ve 15/02/2011 tarihlerinde sağ dizde kontraktür gelişmesi nedeniyle önce kapalı, sonra açık mobilizasyonun (gevşetme) yapıldığı, 29/03/2011 tarihinde başka bir sağlık kuruluşunda yara yerinde detaşman gelişmesi nedeniyle debridman ve hiperbarik oksijen tedavisinin uygulandığı, 05/09/2011 tarihinde enfekte olan platinin çıkarıldığı, antibiyotikli spacer konulduğu, 16/07/2011 tarihinde diz eklem arasındaki çimento spacer çıkartılarak debridmanı takiben antibiyotikli çimento ile revizyon diz protezinin yapıldığı, kişiye ait 21/07/2010 tarihli sağ diz MR incelemesinin istenilmesine rağmen gönderilmediği, operasyon öncesi yapılan sağ diz MR raporu ve ilgili hekimin ifadesi birlikte değerlendirildiğinde, total diz protezi operasyonu endikasyonunun (ameliyat gerekliliğinin) bulunmadığı dolayısıyla, ortopedi ve travmatoloji uzmanı Op. Dr. Ö.A.'ın bu yönden kusurlu olduğu, endikasyonu bulunmayan ameliyat sonrası gelişen klinik tablonun a) kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, b) Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, c) Sağ dizde protez uygulanmasının organlarından birinin işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğu....."şeklinde mütalaa belirtildiği, Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Engelli Sağlık Kurulu Raporu ile bu operasyonlar sonucunda davacının %38 oranında engelli kaldığı, olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunması nedeniyle davacının iş gücü kaybı zararına ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilirkişi raporu uyarınca 08/12/2015 havale tarihli dilekçe ile davacı tarafından miktar artırım talebinde bulunulması üzerine, davacının iş gücü kaybı tazminatı olarak talep edilen maddi tazminat isteminin kabulü ile 104.303,92-TL maddi tazminatın idareye başvuru tarihi olan 09/06/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi, talep edilen 200,00-TL'lik tedavi masrafını tevsik edici bilgi ve belge sunulmaması nedeniyle reddi, manevi tazminat isteminin 30.000,00-TL'lik kısmının kabulü ile anılan miktarın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birilikte davacıya ödenmesi, fazlaya ilişkin manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Taraflarca, aleyhlerine ilişkin hükümler yönünden hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Temyize konu İdare Mahkemesi kararının, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile kısmen reddine ilişkin bölümü ve hükmedilen manevi tazminat ile maddi tazminat isteminin dava dilekçesinde talep edilen 49.800,00-TL'lik kısmına idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine ilişkin kısımlarında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenleri bulunmamaktadır.

Kararın 08/12/2015 havale tarihli miktar artırımına ilişkin dilekçe ile artırılan tazminat miktarına yürütülecek faize ilişkin bölümü incelenecek olursa;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30/04/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile, "Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir." cümlesi; aynı Kanun'un 5. maddesi ile de, 2577 sayılı Kanuna Geçici 7. madde olarak, "Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. " cümlesi eklenmiştir.

Nitekim, 6459 sayılı Kanun'un 4. maddesinin (Tasarının 3.maddesi) gerekçesinde, "AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır." ifadesine yer verilmiştir.

Faiz; en basit biçimiyle, idarenin tazmin borcu bağlamında; kişilerin, idarenin eylem ve/veya işlemlerinden dolayı uğradıkları zararların giderilmesi istemiyle başvurmalarına karşın, idarenin zararı kendiliğinden ödemeyip, yargı kararıyla tazminata mahkûm edilmesi sonucunda, idarenin temerrüde düştüğü tarihten tazminatın ödendiği tarihe kadar geçen süre için 3095 sayılı Kanuna göre hesaplanacak tutarı ifade etmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği; bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kuralı yer almıştır. Anılan maddede, idari eylemler nedeniyle uğranılan zararın tazmini için idareye başvuruda bulunulmasının, dava ön şartı olarak öngörülmesi ve zararın idare tarafından en erken bu tarihte sulhen ödenebilecek olması nedeniyle yargı yerince hükmedilecek tazminat miktarına, ön karar için idareye yapılan başvuru tarihi, adli yargıda dava açılması halinde adli yargıda dava açıldığı tarih itibariyle yasal faiz uygulanması, Danıştay'ın yerleşik içtihatlarıyla kabul edilmiştir.

2577 sayılı Kanunda, tam yargı davalarında, dava dilekçesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uyarınca, artırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilmesi halinde, artırılan tazminat miktarı yönünden faize, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren hükmedilmelidir.

Bakılan davada, davacı tarafından, 08/12/2015 havale tarihli dilekçe ile bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat miktarı artırılmış, anılan dilekçe 16/12/2015 tarihinde davalı idareye tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla bakılan davada artırılan tazminat miktarı bakımından, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan 16/12/2015 tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, artırılan tazminat miktarına da idareye başvuru tarihinden itibaren faiz yürütülmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca davalı idarenin temyiz isteminin kısmen kabulüyle Zonguldak İdare Mahkemesi'nin 31/12/2015 tarih ve E:2014/1009; K:2015/1541 sayılı kararının, miktar artırım dilekçesiyle artırılan tazminat miktarına idareye başvuru tarihinden itibaren faiz işletilmesine ilişkin bölümünün BOZULMASINA oyçokluğuyla, davalı idarenin temyiz isteminin kısmen reddi, davacının temyiz isteminin reddi ile anılan kararın, diğer kısımlarının ONANMASINA oybirliğiyle, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/06/2016 tarihinde karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.