img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2015/9493 E., 2016/22570 K., T. 20.12.2016

Yargıtay 4. Ceza Dairesi
2015/27187 E.,2016/15 K., T.11.01.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İptal Davaları/İtiraz Davaları
E.2016/148, K.2016/189
Karar Tarihi: 06/01/2017

Danıştay 15. Daire
2013/4127 E.,2016/2800 K. T. 22/04/2016

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2015/9493 E., 2016/22570 K., T. 20.12.2016

ÖZET: Davacı vekili davalı ... aleyhine işçilik alacaklarının tahsili talebi ile dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili temyiz etmiştir.

GEREKÇE: Ülkemizde T.C. Devletine karşı 15.07.2016 tarihinde yapılan ve bastırılan darbe teşebbüsü sonrasında 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kararı doğrultusunda, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler kapsamında çıkarılan 03.10.2016 tarihli 675 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Dava ve Takip Usulü başlıklı 16. Maddesinde aynen;“ MADDE 16- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü getirilmiştir.

Dava dosyası 675 Sayılı KHK. nin 16/1. maddesi kapsamında değerlendirildiğinde;

Davacının çalıştığı davalı ...'nin 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurumlara ilişkin listede yer aldığı ve kapatıldığı anlaşıldığından dava hakkında 675 Sayılı KHK. nin 16. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın 675 Sayılı KHK. nin 16/1. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için BOZULMASINA, bozma sebebine göre esasa ilişkin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 20.12.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 4. Ceza Dairesi
2015/27187 E.,2016/15 K.,T.11.01.2016

SUÇ: Tehdit, Yaş Küçüklüğü, Zincirleme Suç, Bilirkişi Raporlarının Çelişik Olması, Fiilin Hukuki Anlam Ve Sonuçlarını Algılama Yeteneği, Temel Cezanın Belirlenmesi, Haksız Tahrik

ÖZET ve KARAR: Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; hüküm tarihi itibariyle on sekiz yaşını doldurmamış suça sürüklenen çocuk hakkında kapalı yapılması gereken bazı duruşmalar açık yapılmış ise de, bu hususun telafisi mümkün olmadığından bozma yapılamayacağı anlaşılmış, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-Suça sürüklenen çocuğun, katılan A.. Ç..’e karşı işlediği kabul edilen 04.01.2013 ve 05.01.2013 tarihli tehdit eylemlerini gerçekleştirdiği tarih itibariyle henüz onbeş yaşını doldurmadığı anlaşılmakla, bu eylemler yönünden TCK’nın 31/2. maddesi yerine 31/3. maddesi uygulanarak fazla ceza tayini,2-Suça sürüklenen çocuk hakkında 04.01.2013 ve 05.01.2013 tarihli eylemlere ilişkin iddianame içeriği, katılanların anlatımı ve hâkim önünde gerçekleşen ikrara dayalı savunmaya göre, suça sürüklenen çocuğun, 04.01.2013 tarihinde katılan A.. Ç..’i iki defa telefonla aramak ve 05.01.2013 tarihinde ise telefonla kısa mesaj göndermek suretiyle tehdit eylemini gerçekleştirmesi karşısında, hükmolunan cezanın TCK’nın 43/1. maddesi ile artırılması gerektiği gözetilmesi,3-Dosyada bulunan E.. Üniversitesi Tıp Fakültesine ait 07.06.2013 tarihli raporla aynı üniversiteye ait Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinin 22.05.2014 tarihli raporları arasında çelişki bulunduğu anlaşılmakla, suça sürüklenen çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği yönünden, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yetersiz ve çelişkili raporlara dayanılarak hükümler kurulması,4-Suça sürüklenen çocuğun, katılan M.. Ç..’e karşı gerçekleştiği öldürmeye teşebbüs eylemi nedeniyle yargılandığı B.. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.04.2013 tarihli duruşmasında katılan M.. Ç..’i tehdit ettiği, bu suç nedeniyle Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinde “Beni daha önce dövmüştü ben bu nedenle müştekinin iş yerine av tüfeği ile ateş etmiştim. Bu olaydan sonra müşteki bana yönelik olarak herhangi bir eylemde bulunmadı” şeklindeki savunmada bulunması, duruşmada ise katılan M.’nin kendisine karşı eyleminin nedeninin, çocuğu ile kavga etmesi olduğunu açıklaması, katılanların ise iddiaları reddetmeleri dikkate alındığında, B.. Ağır Ceza Mahkemesinin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verdiği suça sürüklenen çocuğun adli sicil kaydından anlaşılmakla, sanığa yönelmiş bir haksız hareketin sürekli sanık açısından haksız tahrik indirimi nedeni olamayacağı göz önüne alınarak, bu dosyanın gerekçeli kararı celp edilip, benzer savunmalar nedeniyle haksız tahrik indirimi uygulanıp uygulanmadığı araştırılarak, savunmanın inandırıcılığı ve varsa haksız hareketler arasında dengenin bozulup bozulmadığı değerlendirilmek suretiyle suça sürüklenen çocuğun, katılan M’ye yönelik eyleminde haksız tahrik indirimi uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,5-Suça sürüklenen çocuğun, katılan ve ailesine yönelik olarak gerçekleştirdiği ısrarlı tehdit eylemleri nedeniyle arz ettiği tehlikelilik haline göre, TCK’nın 3 ve 61. maddeleri gereğince hükmolunan cezalarda alt sınırdan uzaklaşılması gerektiğinin düşünülmemesi, Kanuna aykırı ve suça sürüklenen çocuk R.. Ö.. müdafiinin temyiz nedenleri ile kısmen değişik gerekçelerle tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp, karşı temyiz bulunmadığından CMUK’nın 326/son maddesi göz önüne alınarak sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 11/01/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İptal Davaları/İtiraz Davaları
E.2016/148, K.2016/189
Karar Tarihi: 06/01/2017
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

BAŞVURUNUN KONUSU: 24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’nin 14. maddesinin Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Markanın kullanılmaması nedeniyle iptali ve sicilden terkini talebiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME KURALI: 556 sayılı KHK’nin itiraz konusu 14. maddesi şöyledir: “Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir. Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir: a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması, d) Markayı taşıyan malın ithalatı.”

İtirazın Gerekçesi: Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralla, tescilden itibaren veya sonradan, haklı bir neden olmaksızın kesintisiz beş yıl süre ile kullanılmayan tescilli markanın iptalinin öngörüldüğü, kuralın Anayasa’nın temel hak ve ödevler başlıklı ikinci kısmının, kişinin hakları ve ödevleri başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir düzenleme niteliğinde olduğu ve KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilerek, Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa’ya Aykırılık Sorunu: 1. Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi Hakkında Genel Açıklama: Anayasa’da, KHK’lerin siyasal denetimi yanında yargısal denetimi de öngörülmüştür. KHK’ler, işlevsel yönden yasama işlemi niteliğinde olduklarından bunların yargısal denetimlerinin yapılması görev ve yetkisi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Yargısal denetimde KHK’nin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa’ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa’nın 148. Maddesinde KHK’lerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlemesinden değil, yalnızca Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa’ya uygunluk denetiminin içine öncelikle KHK’nin yetki kanununa uygunluğunun denetimi girer. Çünkü Anayasa’da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür. Yetkinin dışına çıkılması, KHK’yi Anayasa’ya aykırı duruma getirir. Böylece, KHK’nin yetki kanununa aykırı olması Anayasa’ya aykırı olması ile özdeşleşir. Dayanaklarını doğrudan Anayasa’dan alan olağanüstü hâl KHK’lerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki KHK’lerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK’ler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. KHK’nin yetki kanunu ile olan bağı, KHK’yi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir. KHK’nin Anayasa’ya uygun bir yetki kanununa dayanması, geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkarılan bir KHK’nin, içeriği yönünden Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez. KHK’lerin Anayasa’ya uygunluk denetimi, kanunların denetiminden farklıdır. Anayasa’nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. KHK’ler ise konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa’ya uygun olmak zorundadırlar. Anayasa’da kimi konuların KHK’lerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Bu itibarla Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna ancak KHK ile düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda KHK çıkarma yetkisi verebilir. Anayasa’nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi KHK çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe KHK ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.2- İtiraz Konusu Kuralın Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu: İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında, markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir neden olmaksızın kullanılmaması veya markanın kullanımına beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde markanın iptal edileceği belirtilmekte, ikinci fıkrasında ise tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması ve markayı taşıyan malın ithalatı durumlarının, markayı kullanma olarak kabul edileceği öngörülmektedir. İtiraz konusu kural, 8.6.1995 tarihli ve 4113 sayılı Patent, Faydalı Model, Marka, Coğrafi İşaretler, Endüstriyel Tasarımlar, Yaş Sebze ve Meyve Ticareti, Toptancı Halleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliğinin Kuruluşu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri ile Gıda Konularının Düzenlenmesine ve Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Mer’iyet ve Tatbik Şekli Hakkında Kanun ile Sermaye Piyasası Kanunu ve Gümrük Kanununun Bazı Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu’nun verdiği yetkiye istinaden ve bu kapsamda çıkarılan KHK’lerdendir. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ikinci fıkrasında bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, üçüncü fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında ise “...sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” denilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın ikinci kısmının “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkının KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayri maddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gayri maddi mallar kapsamında bulunmaktadır. Bir markanın sahibine sağladığı haklar ise “marka hakkı” olarak adlandırılmakta ve marka hakkı, fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, mülkiyet hakkının konusunu oluşturan marka hakkıyla ilgili olduğundan KHK ile düzenlenemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır. İptali gerekir.

HÜKÜM: 24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 14.12.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Danıştay 15. Daire
2013/4127 E.,2016/2800 K.
T. 22/04/2016
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesi

TALEP : Davacı, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını, dava konusu işlemin ve Mahkeme kararının yürütülmesinin durdurulmasını istemektedir.

ÖZET: Davacılar vekili tarafından, davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle ........’ın SSPE hastalığına yakalanması sonucunda vücut fonksiyonlarını kaybettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen M.K. için 50.000.-TL maddi, 50.000-TL manevi, anne İ.K. için 50.000.-TL, baba İ.K. için 50.000.-TL manevi ve tedavi giderleri için 10.000.-TL maddi olmak üzere toplam 210.000.-TL tutarındaki zararın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan dava sonucunda; Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesi'nce, davacıların çocuğu olan 02.02.1996 doğumlu ........’ın 7 yaşında iken kızamık hastalığı geçirdiği, geçirdiği rahatsızlıklar dolayısı ile yapılan muayeneler sonucunda adı geçene SSPE hastalığı teşhisi konulması üzerine, söz konusu hastalığın davalı idarece yapılan kızamık aşısının yeterli olmadığı ve uygun koşullarda yapılmadığından bahisle tazminat ödenmesine hükmedilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı, kızamık aşısı yapılıp yapılmadığının ara kararı ile sorulduğu, davacılar tarafından, aşı kaydına ilişkin herhangi bir belge bulunmadığının belirtildiği, davalı idarece de adı geçene kızamık aşısı yapıldığına dair herhangi bir kayıt bulunmadığının bildirildiği, olayda, her ne kadar, adı geçenin söz konusu hastalığa davalı idarece yapılan kızamık aşısı neticesinde yakalandığı ileri sürülse de, davalı idarece sunulan bilgi ve belgelerin incelenmesinden adı geçene kızamık aşısı yapıldığına dair herhangi bir kaydın bulunmadığı, davacılarca da aşı yapıldığını ispatlayacak hiçbir bilgi ve belgenin sunulmadığı, bu nedenle adı geçene davalı idare personelince kızamık aşısı yapıldığına ilişkin somut hiçbir bilgi ve belge olmadığından, söz konusu hastalığın yapılan kızamık aşısı nedeniyle, diğer bir ifade ile davalı idarenin kusuru nedeniyle ortaya çıktığının kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yönünde verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

KARAR:TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay On beşinci Dairesi'nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştay’ın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine, Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesi'nin 31/05/2010 tarih ve E:2009/1040; K:2010/887 sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22/04/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY: Dava dosyasının incelenmesinden; davanın 02.02.1996 doğumlu çocuğu Makbule Kayaş'ın 9 aylıkken kızamık aşısı olduğu, 17.03.2006 tarihinde SSPE hastalığına yakalandığı teşhisinin konulduğu, davacının çocuğunun iki doz yerine tek doz kızamık aşısı yapılması ve kızamık aşısının gerekli koşullarda taşınmaması (soğuk zincirine uyulmaması) sonucu olarak SSPE hastalığına yakalandığı iddiasıyla davalı idareye 24.11.2008 tarihinde yapılan başvurunun 26.01.2009 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine, davacının çocuklarının vücut fonksiyonları kaybederek %100 özürlü hale gelmesinde davalı idarenin hizmet kusurunun sebep olduğu ileri sürülerek tazminat istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Aşı uygulamaları, ülkemizin hastalık verileri değerlendirilerek Bağışıklama Danışma Kurulu (BDK) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) önerilerine göre düzenlenmekte olup, 1970 yılı sonralarında, DSÖ tarafından kızamık aşısı bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmış ve aşı uygulama zamanı 2000 yılına kadar tek doz olarak önerildiği, kayıtlarına kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek tek doz şeklinde uygulandığı ve bu süre içerisinde tek dozdan iki doza geçildiği bir dönemin olmadığı, 1998 yılında BDK önerileri doğrultusunda okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulamasının başlatıldığı görülmektedir.

Bünyesinde Bağışıklama Danışma Kurulu ve SSPE hastalığı konusunda uzman Akademisyenlerden oluşan Komisyonca, Eğitim ve Araştırma Hastaneleri ile Üniversite Hastaneleri'nden 1995-2005 yıllarına ait SSPE olgularına ilişkin verilerin istendiği, toplam 1131 olgu bildirildiği, DSÖ verilerine göre aşılanma oranı yüksek olan ülkelerde tüm nüfusta SSPE görülme sıklığı milyonda 1, kızamık hastalığının yaygın olduğu aşılanma oranı düşük olan ülkelerde ise milyonda 20-100 olarak bildirildiği, Türkiye'de ise 2004 yılı ülke geneli SSPE görülme sıklığının milyonda 2,5 olarak bulunduğu, ülkemizdeki aşılanma oranları göz önüne alınarak bu durum değerlendirildiğinde, SSPE görülme sıklığının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir. 1985 yılında aşı kampanyası öncesi dönemde ülkemiz genelinde yapılan bir araştırmada, 13-60 aylık çocuklarda kızamık aşısı yaptırma oranının sadece %25,1 olarak bulunduğu, 1985 yılı aşı kampanyasında kızamık aşısında %83,4 aşılama oranına ulaşıldığı, ancak 1986 yılı aşı oranlarında %34'e düşmenin gerçekleştiği, aşılama oranlarının, 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği, 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arası %73,7, 1995-1998 yıllarında %76'ya ulaştığı, 1999-2002 yılları arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye indirilmesi amacıyla 2002 yılında, tarafından Kızamık Eliminasyon Programının başlatıldığı anlaşılmaktadır.

SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu geçmiş dönemlerde görülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır. Veriler incelendiğinde SSPE hastalığının daha sık görüldüğü illerin kızamık aşı oranlarının da düşük olduğu ve/veya göç alan iller olduğu görülmektedir.

Aşılamayla kızamık hastalığının kontrolü sağlandığından, kızamık hastalığının azalmasından birkaç yıl sonra yeni SSPE olguları da azalacaktır. Çünkü ülkemizde kızamık hastalığı geçirilmesinden ortalama 5-6 yıl sonra SSPE hastalığı ortaya çıkabilmektedir.

Dava konusu uyuşmazlıkta, 1998 yılında BDK önerileri doğrultusunda okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulamasının başlatılması ve davalı idarenin 2002 yılından sonra Kızamık Eliminasyon Programını kabul etmesi ile okul çağına gelmiş ve okula devam eden çocuklara kızamık aşasının uygulanması, uygulamanın sıkı denetim ve takibi anılan program kapsamında gözetim ve denetimi sorumluluğunu gerektirdiği, bu kapsamda davalının dava konusu olayda sorumluluğunun bulunduğu açıktır. İlköğretim çağına gelmiş ve okula devam eden davacının çocuğu Makbule Kayaş'a birinci sınıfta ikinci doz aşının yapılıp yapılmadığı dosya kapsamından net olarak anlaşılamamaktadır. Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında, kızamık hastalığıyla etkin bir mücadele gerçekleştirebilmek için davalı idarece ilkokul çağında yapılması gereken ikinci doz aşının takibinin yapılması gerektiğinden ve Mahkeme tarafından bu husus ara kararla sorulmuş olup davalı idarece 2. Doz aşının yapıldığına dair belge sunulamadığından olup bu kapsamda eksik işletilen kamu hizmeti açısından idarenin tazmin sorumluluğu bulunduğu açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz istemi kabul edilerek Şanlıurfa İdare Mahkemesi'nin 31/05/2010 tarih ve E:2009/1040, K:2010/887 sayılı kararının bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.