img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
E. 2016/7880, K. 2016/6356, T. 17.03.2016

Yargıtay 15. Ceza Dairesi
E. 2013/13869, K. 2015/28709, T. 15.09.2015

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası: 2014/18849 Karar Tarihi: 11/1/2017

Danışta5. Daire
E.2015/2796, K.2016/23,
T.05.05y 1
.2016
T. 18.01.2016

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
E. 2016/7880, K. 2016/6356, T. 17.03.2016
Mahkemesi: İş Mahkemesi

TALEP: Feshin geçersizliği, işe iade, işe iade tazminatı, çalıştırılmayan süreye ilişkin olarak 4 aya kadar ücretinin sosyal hakları ile birlikte ödenmesi

ÖZET: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının davalı işverenin zorlamasıyla ... Sendikasına üye olmak zorunda kaldığını, sendikaların saflığı ilkesine aykırı davrandığı için gerçekte sendika niteliğine sahip olmadığını, bazı işçilerin ... Sendikasından 2015 Mayıs ayında istifa ederek, ... Sendikasına üye olduğunu, davalı işverenliğin fesih yazısı ile davacının yasa dışı greve katıldığını, teşvik ettiğini, işveren vekillerine karşı tutum aldığını ileri sürerek işçinin davranışlarından kaynaklanan fesih nedenlerine dayanarak iş sözleşmesini sona erdirdiğini, sayıları 20.000 aşan metal işçisinin Bursa, Eskişehir, Kocaeli ve İzmir ve Ankara gibi belli başlı sanayi kentlerinde en çok ihracat yapan işyerlerinde gösterdikleri demokratik tepkiye yasa dışı grev olarak nitelendirmenin olanaklı olmadığını, davalı işverenliğin işçilerin sendika seçme hakkı kullanmalarının kendilerine karşı bir saldırı olarak gördüklerini, işçilerin sadece sendika seçme haklarına saygı duyulmasını ve dayanışma aidatı ödeyerek istifa ettikleri sendikanın Toplu İş Sözleşmesinden yararlanmayı istediklerini, davalı işverenliğin dayanışma aidatı dilekçelerini kabul etmediklerini, alırken ... Sendikası temsilcileri ile birlikte alıp işçileri istifadan vazgeçmeye zorlayarak sendika seçme özgürlüğüne ilk müdahaleyi yaptıklarını, davalı işverenliğin işçileri ... Sendikasına üye olmaya zorladıklarını, idari izinli işçilerin telefon mesajı ile işe çağırılıp misafir kartı bastırarak içeri alındıklarını ve işçilerden demokratik haklarını kullandığı için işverene hitaben özür dilekçesi yazmalarının istediklerini ve yazmayanların güvenlik görevlileri aracılığı ile dışarı çıkartıldığını, ertesi gün tekrar telefon mesajı ile işe çağırıldıklarını, davalı işverenliğin gerçeğe aykırı fesih nedenleri ürettiğini, ... Sendikası üyeliğinde ısrar eden tüm işçilere matbu fesih yazıları gönderdiğini, raporlamaların haftalık ve aylık periyotlarda usta başı tarafından yapılırken, sendika seçme özgürlüğünü kullanan işçilerin raporlama yapmamakla suçlandıklarını, ayrıca davalı iş yerinde 690 işçinin birlikte hareket ettiği halde bu işçiler içerisinde davacı ve arkadaşlarının iş sözleşmelerini sona erdirmesinin haklı gösterecek diğer işçilerin yapmayıp davacıların yapmış olduğu hiç bir tavır ve tutum olmadığını, davalı işverenliğin geri kalan işçilerle çalışabildiğine ve fesih yoluna başvurmaya gerek duymadığına göre işten atılan işçilerle çalışmaya devam etmesine fesih yazısındaki sebeplerin engel olmadığını, fesih yazısında her işçi için matbu hazırlanmış sebepler olduğunu, bu sebeplerin bir kısım işçi için geçerli ve haklı fesih nedeni olarak gözükmezken davacıların iş sözleşmesinin haklı nedenlerle sona erdirilmesinin fesih hakkının açık net kötüye kullanılması olduğunu, davalı işveren ile sendika arasındaki ilişkinin organik bir bağa dönüştüğünü, işverenliğin sendika hakkına yapmış olduğu bu müdahalenin aynı zamanda çalışma hakkının da ihlali olduğunu belirterek yapılan feshin geçersizliğine davacının işe iadesine çalıştırılmayan süreye ilişkin olarak 4 aya kadar ücretinin sosyal hakları ile birlikte ödenmesine, feshin gerçek nedeni sendikal faaliyet olduğundan 6356 sayılı yasanın 25. maddesi gereğince işe iade tazminatının 1 yıllık ücretinden az olmayacak şekilde belirlenmesine karar verilmesini istemiştir.

YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, Anayasa'nın ''Grev ve Lokavt'' başlığını taşıyan 54.maddesinde, ''Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde işçilerin grev hakkına sahiptirler. Bu hakkın kullanılmasını ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunda düzenlenir. Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz. Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve iş yerleri kanun ile düzenlenir'' düzenlemesinin yer aldığı, 2010 yılında yapılan referandum ile maddenin ''siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, iş yeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” şeklindeki 7.fıkrasının yürürlükten kaldırıldığı, Genişletilmiş Avrupa Sosyal Şartının 5.maddesinde, ''akit taraflar, çalışanların ve çalıştırılanların ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak için, yerel, ulusal ve uluslar arası örgütler kurmak ve bu örgütlere üye olma özgürlüğünü sağlamak veya geliştiren ek amacı ile ulusal mevzuatın bu örgütü zedelemesini veya zedeleyici biçimde uygulanmasını önlemeyi taahhüt eder'' kuralının olduğunu ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Türkiye'ye ilişkin kararlarında şartın ilgili hükümlerini de uyguladığı, Sendika Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması hakkında 87 sayılı sözleşmenin 11.maddesinde benzer şekilde örgütlenme hakkının korunacağından söz edildiği, İLO 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi'nin 1.maddesine göre ''İşçiler çalışma hususunda sendika hürriyetine halel getirmeye matuf her türlü fark gözetici harekete karşı tam bir himayeden faydalanacaktır. Böyle bir himaye bilhassa bir işçinin çalıştırılmasını, bir sendikaya girmemesi veya bir sendikadan çıkması şartına tabi kılmak; bir sendikaya üye olmayı yahut çalışma saatleri dışında veya işverenin muvaffaktı ile çalışma saatlerinde sendika faaliyetlerine iştirak etmesinden dolayı bir işçiyi işinden çıkartmak veya başka suret ile onu ızrar etmek; maksatları güden hareketlere müteallik hususlarda uygulanacaktır'' şeklinde kurallara yer verildiği belirtilerek konuyla ilgili Anayasal ve uluslar arası düzenlemeler açıklanmıştır. Mahkemece, işyerinde Mayıs 2015 döneminde başlayan sendika üyeliğinden toplu istifalardan ve ... Sendikasına üyeliklerden söz edilmiş, 11/07/2015 tarihinde sendika temsilciliğine seçilen 11 işçinin iş sözleşmelerinin işverence feshedildiği buna tepki olarak davacıların ve iş yerinde çalışan diğer bir kısım işçilerin iş yerinde mesai saatleri dışında yemek ve çay molalarında ve işe giriş ve çıkış saatlerinde üretimi aksatmadan alkışlı ve sloganlı protestolarda bulundukları, 20/07/2015 tarihinde işveren tarafından bu eylemlerde öncülük ettiği tespit edilen ve yine ... Sendikası'na üye olanlardan 12 kişinin bu sebeplerle iş akdinin feshedilmiş olduğu, bu durumu da protesto etmek ve işten çıkartılan arkadaşlarının yeniden işe iadelerini sağlamak için davacılar ve bir kısım çalışanların yemek ve çay molalarında, işe giriş ve çıkış saatlerinde işi ve üretimi aksatmayacak şekilde alkışlı ve sloganlı protestolarda bulundukları ancak iş yerinde yine aynı şekilde baskıların devam etmesi ve işten çıkartılan çalışanların işe iade edilmemesi ve kendilerinin de bu sebeple işten atılma baskısı altında olmaları ve bu korku içinde bulunmaları nedeni ile 20/07/2015 tarihinden 26/07/2015 tarihine kadar iş yerinde diğer çalışan işçileri ve üretimi engellemeyecek ve aksatmayacak şekilde üretim bölümleri dışındaki alanlarda oturarak çalışmadan bekleme şeklinde oturma eylemi yaptıkları, bu eylemin 6 gün sürdüğü, bu eylem sürecinde işverenin eyleme katılanların cep telefonlarına SMS göndererek idari izinli olduklarını belirterek eylemlerini sona erdirip işe başlamaları yönünde talepte bulunduğu, eyleme katılan çalışanların eyleme katılmayıp çalışmaya devam eden kişilere herhangi bir baskı ve müdahalede bulunmadıkları, 26/07/2015 tarihinde iş yerine çağrılan kolluk kuvvetleri tarafından eylem yapan kişilerin çıkartılarak eylemin sonlandırıldığı daha sonrasında işveren tarafından eyleme katılan sendikalı çalışanların cep telefonlarına SMS gönderilerek tekrar işe devam etmeleri hususunda görüşmek üzere iş yerine çağrıldıkları, iş yerine gelenlerin normal personel kartı ile giriş yaptırılmayarak güvenlik görevlileri tarafından misafir bölümünden içeri alındıkları, yapılan görüşmelerde bir kısım çalışanın işten atılan arkadaşlarının işe iade edilmeleri halinde ve kendilerine sendikal baskı uygulanmaması durumunda işe başlayabileceklerini belirtmeleri üzerine bu kişilerin güvenlik görevlileri çağrılarak iş yeri alanı dışına çıkartıldıkları ve bu şekilde iş sözleşmelerinin sona erdirildiği, eylemin sona erdiği gün 76 kişinin işten çıkartıldığı daha sonrasında bu eyleme katılmaları nedeni ile ... Sendikası üyesi 242 kişinin iş akitlerinin sona erdirildiği işe başlatılan kişilerin işe başlamalarından kısa bir süre sonra ... Sendikası'ndan istifa ettikleri ve çoğunluğunun tekrar iş yerinde örgütlü önceki sendikaları olan ... Sendikasına geçiş yaptıkları ... Sendikası üyesi olup çalışan kişi sayısının 2-3 kişi ile sınırlı kaldığı açıklanmış ve yapılan eylemin barışçıl nitelikte toplu eylem olarak demokratik hakkın kullanılması niteliğinde olması nedeni ile ayrıca işverenin yapılan fesihte eşit davranma borcuna aykırı ve keyfi davranması ve tutarlı davranmaması nedenleri ile yapılan feshin haklı ve geçerli nedene dayanmadığı kanaatine varılmıştır. İşveren tarafından yapılan fesih iş yerinde ... Sendikası'nda yapılan istifalar sonrası işçilerin toplu olarak ... Sendikası'na üye olmaları ve bu Sendika’nın iş yerinde örgütlenemeye çalışması ve işverenin de iş yerinde farklı bir sendika istememesi ve ... Sendikası'na üye olan işçilerin iş akitlerinin feshedilmesi nedeni ile tamamen işçilerin istedikleri sendikaya üye olma sendika seçme özgürlüğü ve örgütlenme hakkına engel olmak amacı ile sendikal nedenler ile iş akitlerini feshettiği kanaatine varılarak feshin geçersizliğinin tespiti ile 6356 sayılı yasa 25/5 maddesi gereğindeki düzenleme gereğince davacının başvurusu ve işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın ödenmesi gereken tazminat miktarının 1 yıllık brüt ücret tutarında belirlenmesine karar verilmiştir.

KARAR: Davalıya ait işyerinde 30/12/2014 tarihinde işyerinde örgütlü olan ... Sendikası ile bağıtlanan 01/09/2014 – 31/08/2017 tarihleri arasında yürürlükte olan toplu iş sözleşmesi mevcuttur. İşyerinde Mayıs 2015 döneminde bazı işçilerin ... Sendikasından istifa ederek ... Sendikasına üye oldukları bu arada işyerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerinden yararlanmak için dayanışma aidatı dilekçesi verdikleri dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. ... Sendikasına üye olan işçilerin işyerinde seçim yapmak suretiyle işyeri sendika temsilcilerini seçmeleri ve örgütlenme aşamalarında bu kişilerin işveren ve diğer çalışanlar tarafından muhatap alınmalarını istemeleri demokratik bir hakkın kullanımı niteliğindedir. Temsilci olarak seçilen 11 işçinin iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayandığı yönteminde kanıtlanamamıştır. Dairemizce yapılan değerlendirmede salt temsilci seçilen işçilerin iş sözleşmelerinin 18/06/2015 tarihindeki toplu eylem sebebiyle feshedilmesi geçerli nedene dayanmadığı gibi, fesihlerin sendikal nedenle yapıldığı bu açıdan işyeri sendika temsilcisi seçilen işçiler bakımından mahkemece verilen kararların yerinde olduğu kabul edilmiştir.

Öte yandan, dosya içeriğine göre işyerinde 690 civarında işçinin toplu eylemlere katıldığı ileri sürülmesine rağmen 240 civarında işçinin iş sözleşmesi değişik nedenlerle feshedilmiş olup, toplu eylem nedenine dayalı fesihler bakımından davalı işverence eşit davranma borcuna aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır. Davalı işveren, eyleme katılan tüm işçiler arasında davacı işçinin eyleme katılarak üretimi aksatan, aksatmaları konusunda çalışanları tehdit eden ve eylemleri yönlendiren konumunda olduğunu yöntemince kanıtlayamamıştır. Bu itibarla toplu eylem nedenlerine dayalı olarak işverence yapılan feshin haklılığından söz edilmesi mümkün değildir. Ancak işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranması, geçerli nedeni ortadan kaldırmamaktadır. Sendikal neden ve geçerli neden yönlerinden gerekli araştırma yapılmalıdır. Yukarıdaki paragrafta sözü edilen 11 işçi dışında kalan davacı işçiler bakımından feshin geçerli nedene dayanıp dayanmadığı ve dahi sendikal nedenin varlığı noktasında yapılan inceleme ve değerlendirmeler yeterli değildir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davalı işyerinde çalışan sayısı, her iki sendikaya üye olan ve üyelikten istifa eden işçi sayıları, dayanışma aidatı dilekçesi veren işçilerin sayısı, halen işyerinde Birleşik Metal Sendikasına üye işçi olup olmadığı gibi hususlar değerlendirilmelidir. İşverenin yaptırmış olduğu mahkeme ve noter tespitleri ile işçilere gönderilen SMS yazıları ve tanık beyanları dikkate alınarak, işveren tarafından işçilerin sendika seçme özgürlüğüne müdahale edip etmediği belirlenmelidir. İşverence işçilerin sendikal özgülüklerine müdahalede bulunulmadığı belli bir sendika yararına veya aleyhine bir tutum izlenmediği belirlenirse, aşağıda belirtilen fesih nedenlerine göre geçerli nedenin mevcut olup olmadığı ortaya konulmalıdır. İşverenin sendikayı seçme özgürlüğüne çeşitli yöntemlerle doğrudan veya dolaylı olarak müdahalede bulunduğu belirlendiğinde, kural olarak işçilerin buna karşı toplu eylem hakkının varlığından söz edilebilir. Ancak işverence işçilerin belli bir sendikaya üye olma veya olmama noktasında yönlendirdiğini tespiti halinde dahi, işçilerin buna karşı tepkilerini barışçıl ve demokratik bir biçimde ortaya koyup koymadıkları değerlendirilmeli ve ölçülü şekilde kullanılıp kullanılmadığı ele alınmalı sonucuna göre feshin geçerli olup olmadığı belirlenmelidir. Dosyaların çoğunluğunda 03/08/2015 tarihinde işçiye yapılan bildiriminde, 20-26 07/2015 tarihlerinde yapılan ve kolluk güçleri tarafından sona erdirilen toplu işgale katılınmasına rağmen iş sözleşmesinin feshedilmeyerek ücretli idari izne çıkarıldıkları, iş başı yapmaları gereken günde gelmelerine rağmen daha önce işten çıkarılmış olan arkadaşlarının geri alınması kaydıyla iş başı yapabileceklerini söyledikleri ve işyerini terk ettikleri açıklaması yer almaktadır. Bu savunma şekline göre öncelikle iş sözleşmesinin sona erme biçimi belirlenmeli ve işe iade davası açma ön koşullarından olan işveren feshinin mevcut olup olmadığı ortaya konulmalıdır. İşveren feshinin varlığı kabul edildiği taktirde işçiye yapılan bildirimde geçen yönlerden dosya içindeki deliller değerlendirilmeli ve feshin haklı ya da geçerli nedene dayanıp dayanmadığı belirlenmelidir. Davalı işveren, işyerinde 20-26/07/2015 tarihleri arasında yapıldığını ileri sürdüğü toplu eyleme dayalı olarak iş sözleşmesini feshetmediği halde mahkemece, işçilerin demokratik toplu eylem hakkından söz edilerek karar verilmesi hatalıdır. Yine kararda yer alan, toplu eyleme dayalı olarak idari izin verilen işçilerin daha sonra da aynı toplu eylem sebebiyle çıkarıldıkları yönündeki gerekçe de tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarını karşılamamaktadır. Seri halde yargılaması yapılan dosyaların bazılarında fesih tarihleri 20/07/2015 olup, işçilerin 11/07/2015 tarihinde mesai saatleri içinde toplu eyleme katılarak çalışan sendika temsilcileri ile işveren yetkililerine hakaret içeren sloganlar atmaları, üretimi yavaşlatmaları, yavaşlatılması yönünde diğer çalışanlara baskı uygulamaları, bu yolla maddi manevi zarara neden olunması, tüm uyarılara rağmen iş raporlarının doldurulmaması ve çalışma barışının bozulması gibi nedenlere dayanılmıştır. Mahkemece, feshe konu edilen maddi vakıalar yönünden dosyadaki delil durumuna göre ayrı ayrı değerlendirme yapılmamıştır. Aynı mahkemece karara bağlanan ve Dairemizce aynı gün temyiz incelemesine konu olan bazı dosyalarda ise işverence işçiye bildirilen fesih yazısında çeşitli tarihlerdeki devamsızlık nedenine dayanılmıştır. Sözü edilen dosyalarda da mahkemece demokratik toplu eylem hakkından söz edilerek karar verilmiş, devamsızlık iddialarına dair tarafların delilleri değerlendirilmemiştir. Görüldüğü üzere davalı işveren işçilere yönelik olarak farklı tarihlerde birbirinden çok farklı fesih nedenlerine dayanarak fesih yoluna gitmiştir. Feshe konu olayların bazılarıyla ilgili olarak işverence mahkemeden tespit talebinde bulunulmuş ve noter tespiti işlemleri yaptırılmıştır. Mahkemece her bir davacı işçi bakımından fesih nedenine göre değerlendirme yapılmamıştır. Her bir davacı işçi bakımından fesih nedeni ile bağlı kalınarak öncelikle iddiaya konu fesih yönünden deliller değerlendirilmeli, varsa eylemin barışçıl ve demokratik olup olmadığı, davacı işçi eyleme katılmışsa eylemin süresi belirlenmek suretiyle ölçülü biçimde kullanılıp kullanılmadığı değerlendirmeye alınmalıdır. Fesih bildiriminde zarar iddialarına dayanılmışsa, gerekirse bu yönde deliller değerlendirilmek suretiyle sonuca gidilmelidir. Devamsızlığa ve davranışa dayanan fesih nedenleri bakımından da deliller ayrıca değerlendirilmelidir. Tanık beyanları da her bir dava özelinde davacıya özgü fesih nedeni yönünden ele alınmalıdır. Dosya kapsamına göre her bir fesih nedeni ve delil durumuna göre iç hukuk ve uluslararası hukuk yönlerinden somut olaya özgü değerlendirme yapılmalıdır. Mahkemece eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup kararın bu yönden bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; temyiz olunan kararın BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 17/03/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 15. Ceza Dairesi
E. 2013/13869, K. 2015/28709, T. 15.09.2015
SUÇ: Resmî belgede sahtecilik MAHKEME: Ağır Ceza Mahkemesi

ÖZET: Sanık ... ve temyiz dışı sanıklar ..., ...'in katılan ... ile 5 adet büyükbaş hayvan satın almak için pazarlık yaptıkları, büyükbaş hayvanlar karşılığında sanık ve temyiz dışı sanıkların sahte düzenlenmiş ….. Bankasına ait …… seri numaralı 6.750.-tl tutarında ……. Tic. Ltd. 'ye ait 6750,00,TL çek verip kullandığı, böylece sanığın nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarının işlediğinin idida edildiği olayda; sanığın savunmasında suçlamayı kabul etmediği, ancak yapılan bilirkişi incelemesinde çekin gerçek olduğu fakat imza sahibinin tespit edilemediği, köy muhtarı olan tanık ...'un beyanlarında ise katılan ile sanık arasında satış gerçekleştiği için menşe-i saadet düzenlediğini ve sanıktan 20 TL bağış istediğini, alışveriş yapanın sanık olduğunu beyan etmesi karşısında, sanık beyanları, katılan beyanı, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre sanığın nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarını işlediğine yönelik mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

KARAR: Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçu, TCK’nın 158/1-f maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin gerekçesinde de; “Dolandırıcılık suçunun, bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi de, birinci fıkranın (f) bendinde bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının, özellikle bu kurum ve kuruluşları temsil edenlerin, kurum ve kuruluşları adına hareket eden kişilerin, başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleri bir güven kurumu olan bu kuruma güvenin sarsılması bu kurumların araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçunu, nitelikli hâl saymıştır. Bilişim sisteminin aldatılmasından söz edilemeyeceği için, ancak bu sistemin araç olarak kullanılarak bir insanın aldatılması yani dolandırılması halinde bu bendin uygulanması mümkündür. Aksi halde yani sisteme girilerek bir kişi aldatılmayıp sistemden yararlanılarak çıkar sağlanmışsa bilişim suçu veya bilişim sistemi kullanılmak suretiyle hırsızlık suçunun oluşması söz konusu olacaktır. Bilişim sisteminden maksat, verileri toplayıp, yerleştirdikten sonra bunları otomatik işlemlere tâbi tutma olanağını veren manyetik sistemlerdir. Günümüzde bilişim sistemleri ile sesli-görüntülü haberleşme, elektronik imzanın kabulü, yeni ticari ilişkiler, internet bankacılığı hizmeti ile para transferleri ve bunlar gibi pek çok yenilik toplumsal hayata girmiş, bilişim gerek iş gerekse günlük hayatta vazgeçilemeyecek kadar önemli bir noktaya ulaşmış, bilişim teknolojileri daha hızlı ve ucuz bir nitelik arz etmesi nedeniyle, klasik yöntemlere nazaran daha fazla tercih edilir duruma gelmiştir. Bu sistemlerin güvenle kullanılması, aynı anda hızlı ve kolayca birçok kişi tarafından ulaşılması ve diğer taraftaki failin kontrol imkanını azaltması nedeniyle nitelikli hal sayılmıştır. Banka ya da kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken bankaların olağan faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten süjelerden hileli araçlar kullanılarak yararlanılması veya banka ve kredi kurumlarının olağan faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılarak haksız çıkarın elde edilmesi gerekir. Bankaların, ödeme aracı olarak kullanılması halinde bu fıkra uygulanamayacaktır.

HÜKÜM: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA, 15/09/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası: 2014/18849i
Karar Tarihi: 11/1/2017

BAŞVURUNUN KONUSU: Başvuru, hükmen tutuklu olduğu sırada başvurucuya oğlunun cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

OLAYLAR: Başvurucu, Doğubayazıt Cumhuriyet Savcısı'nın yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle öldürülmesi eylemine ilişkin olarak -bu fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vadetmek suretiyle- suça iştirak ettiği gerekçesiyle Doğubayazıt Ağır Ceza Mahkemesinin 3/4/2013 tarihli kararıyla 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Söz konusu karar, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 15/6/2015 tarihli ve E.2015/1098, K.2015/174 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Bayburt M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Bayburt M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna hitaben yazılan 1/11/2014 tarihli yazıda; başvurucunun, doğum tarihi 25/8/1999 olan oğlunun, yüksekten düşme sonucu 31/10/2014 tarihinde vefat etmiş olduğu, cenazenin kesin ölüm sebebinin tespiti için Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığına gönderildiği belirtilmiş ve durumdan başvurucuya bilgi verilmesi istenilmiştir. Başvurucu, 1/11/2014 tarihinde Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak oğlunun, ….. Mahallesi, ... Doğubayazıt/Ağrı adresinde yapılacak cenaze törenine katılabilmesi için izin talep etmiştir. Söz konusu dilekçede cenaze töreninin ne zaman yapılacağı veya iznin hangi tarihten itibaren başlayacağı açıkça belirtilmemiştir. Bununla birlikte ülkemizdeki yaygın inanca ve geleneklere bağlı olarak adli işlemler veya benzer zaruri haller dışında cenazenin mümkün olan en kısa sürede defin edilmesi dikkate alındığında, başvurucunun dilekçe tarihi olan 1/11/2014 tarihinden itibaren izin almak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevap dilekçesinde, cenazenin iki gün bekletildikten sonra defnedildiğini ifade etmiştir. Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığı 1/11/2014 tarihli "Çok İvedi" ibareli yazısıyla başvurucunun talebini Erzurum Ağır Ceza Mahkemesine ileterek talep hakkında karar verilmesi istenmiştir. Erzurum 1. Ağır Ceza Mahkemesince izin verilmesinin güvenlik bakımından sakınca oluşturup oluşturmayacağı araştırılmıştır. Bu kapsamda Bayburt İl Jandarma Komutanlığının 1/11/2014 tarihli ve 9120-4098-14 Asy. sayılı yazısında, "... sevkin yapılacağı güzergahın terör yönünden riskli bölgede bulunduğu, sevk edilecek hükümlünün tehlikeli hükümlülerden olduğu, öngörülen sevk tarihlerinin Erzurum Jandarma Bölge Komutanlığınca bildirilen emniyetli yol günleri içinde olmadığı, sevk tarihinden en az iki gün önce yol güzergahındaki birliklerin gerekli emniyet tedbirlerini alması maksadıyla mesaj çekilmesinin gerektiği, cenaze töreninin yapılacağı yerde oluşabilecek provokasyonda başvurucunun ve devriye personelinin can güvenliği tehlikeye girebileceğinden bölgede gerekli emniyet tedbirleri alınmadan sevkin gerçekleştirilmesinin uygun olmayacağı" bildirilmiştir. Erzurum 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2014 tarihli ve 2014/841 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun cenaze törenine katılmasının güvenlik yönünden uygun olmadığı gerekçesiyle talep reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Hükümlünün, ... dilekçesi ile oğlunun vefatı sebebi ile (... Doğubayazıt/Ağrı adresinde yapılacak) cenazesine katılmak için mazeret izin talebinde bulunduğu anlaşılmış, …5275 Sayılı Kanunun 116/2. maddesi gereği güvenlik bakımından sanığın cenazeye katılmasının sakınca oluşturup oluşturmayacağı yönünden Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığından mütalaa istenilmiş, gelen cevabi yazı ve ekindeki Bayburt İl Jandarma Komutanlığının yaptığı araştırma tutanağında hükümözlü sanık Ahmet Çilgin'in cezasına konu suçun vasıf ve mahiyeti açısından tehlikeli tutuklu ve hükümlülerden olduğu, cenaze töreninin yapıldığı mahalde herhangi bir provokasyonun meydana gelmesi halinde hükümlü ve devriyenin can güvenliğinin tehlike altına girebileceği, sevkin yapılacağı güzergahın terör yönünden riskli bölgede bulunduğu, netice olarak mütalaada hükümözlü sanık Ahmet Çilgin'in cenazeye katılmasının güvenlik bakımından sakıncalı olduğu yönünde görüş bildirildiği görülmüştür. 5275 Sayılı Kanun’un 116/2 maddesi gereği hükümözlü sanığın oğlunun cenaze törenine katılması talebinin yukarıda belirtilen nedenlerle hükümözlü sanığın can güvenliği bakımından sakınca oluşturduğu, bu açıdan yasal koşulları oluşmadığından talebin reddine.” Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz mercii olan Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2014 tarihli ve 2014/869 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 25/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

BAŞVURUCUNUN İDDİASI: Başvurucu, oğlunun cenaze törenine katılamadığı için büyük üzüntü duyduğunu, medyadan takip ettiği kadarıyla başka yerlerde tutuklu ve hükümlülere cenazeye katılma izni verildiğini, bu iznin kendisine tanınmaması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

DEĞERLENDİRME: Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özünü, yargı makamlarınca oğlunun cenaze törenine katılmasına izin verilmemesi sonucu son görevini yerine getirememesi, ailesinin acısını paylaşamaması sebebiyle manevi ıstırap duyması oluşturmaktadır. Buna göre söz konusu şikâyet Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel ve aile hayatına saygı hakkını ilgilendirmekte olup bu çerçevede inceleme yapılmıştır (Beşir Doğan, B. No: 2013/2335, 15/12/2015, § 19).

KABUL EDİLEBİLİRLİK YÖNÜNDEN: Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ESAS YÖNÜNDEN: Başvurucu, oğlunun cenazesine katılmasına izin verilmemesi nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde, cenazeye katılma izninin hangi koşullarda verilebileceğinin kanunla öngörüldüğünü, yerel Mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde güvenliğin sağlanamayacağı gerekçesiyle izin verilmediğini, üst Mahkemenin de aynı gerekçeyle itirazı reddettiğini bildirmiştir. Öte yandan Bakanlık; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfta bulunarak özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına müdahalenin incelenmesinde kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük değerlendirilmesinin yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta önceki iddialarını tekrar etmiştir.

GENEL İLKELER: Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir: “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında “herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmek suretiyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Bununla birlikte ailenin sosyal yapısının yanı sıra toplum hayatında oynadığı rol de gözetilerek ailenin korunması hususunda devletin pozitif yükümlülüklerini belirtmek açısından Anayasa’nın 41. maddesinde tamamlayıcı bir düzenleme bulunmaktadır. Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerindeki düzenlemeler aile hayatına saygı ve bu hayatın korunması hususunda sadece birey merkezli bir değerlendirmeden öte ailenin diğer fertleri ve genel olarak toplum menfaatleri de gözetilerek bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle aile hayatına saygı hakkı bakımından Anayasa’nın 20. maddesinin 41. madde ile birlikte uygulanması gerekmektedir (Mehmet Koray Eryaşa, B. No:2013/6693, 16/4/2015, § 87; Beşir Doğan, § 27-30). Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup "bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramı, özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. Bu yönü ile değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31). Söz konusu olan diğer kişilerin içine aile fertlerinin de dahil olduğunda kuşku bulunmamaktadır ve aile ilişkilerinin normal bir şekilde sürdürülebilmesi, aile fertlerinin birbiriyle zaman geçirebilmesi de özel hayata saygı hakkının konusu kapsamındadır (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36; Beşir Doğan, § 27).

,Anayasa’nın 19. maddesi gereği hükümlü ve tutukluların özel hayata ve aile hayatına birtakım sınırlamaların getirilmiş olması, hukuka uygun olarak cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Bu bağlamda idarenin tutuklu ve hükümlülerin özel ve aile hayatına müdahale konusunda takdir yetkisinin daha geniş olduğu gözetilmelidir. Bununla birlikte tutuklu ve hükümlülerin Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamına sahip oldukları da gözetilerek kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi ile özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir denge sağlanmalıdır (Mehmet Koray Eryaşa, § 89).

GENEL İLKELERİN SOMUT OLAYA UYGULANMASI: i. Müdahalenin Varlığı: Somut olayda hükmen tutuklu bulunan başvurucunun, oğlunun cenazesine katılma talebi reddedilmiştir. Dolayısıyla anılan işlemin başvurucunun özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır (Beşir Doğan, B. No: 2013/2335, 15/12/2015, § 30; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Ploski/Polonya, B. No: 26761/95, 12/11/2002, § 32; Banaszkowski/Polonya, B. No: 40950/12, 25/3/2014, § 21; Giszczak/Polonya, B. No: 40195/08, 29/11/2011, § 27) ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı: Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Anılan müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığının belirlenmesinde Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşulları yönünden inceleme yapılması gerekir. Kanunilik: Tutukluların yakınlarının vefatı hâlinde cenaze törenlerine katılmalarına imkân veren düzenleme, 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer almaktadır. Anılan fıkrada hangi koşullarda tutuklunun yakınlarının cenazesine katılmasına izin verilebileceği ayrıntılı şekilde belirlenmiştir. Ayrıca Yönetmelik’te de konuyla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında yapılan değerlendirmeler neticesinde, anılan mevzuat hükümlerinin “kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (Beşir Doğan, §§ 34-35). Somut olayda bu sonuçtan ayrılmayı gerektirecek bir iddia ve tespit de bulunmamaktadır. Meşru Amaç: Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir. (AYM, E. 2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E. 2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33). Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve el koyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıyla bu sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir. (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013, IV- Esasın İncelenmesi kısmının J başlığının bb alt başlığı altında). Bu durumda Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin somut olay bakımından sınırlandırma sebebi olarak kabul edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Anılan hüküm ile devlete verilen yaşam hakkını koruma ödevinin, kişilerin Anayasa'nın 20. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen haklarının sınırlanmasında dikkate alınması gerekmektedir. 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, yakını vefat eden tutukluya “… kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla…” cenaze törenine katılma izni verilebileceği düzenlenmiştir. Somut olayda başvurucunun oğlunun cenaze törenine katılma talebi, can güvenliği yönünden risk oluşturduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Buna göre müdahalenin tutuklu kişinin kaçmasını, suç işlemesini önlemek; kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak, bunun yanı sıra gerek tutuklu kişinin gerekse tutukluya refakat edecek güvenlik görevlilerinin yaşamı ve vücut bütünlüğünün korunması amaçlarını taşıdığı ve bunun da Anayasa'nın 17., 19. ve 20. maddeleri kapsamında meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük: Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalenin, ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence ölçütlerine uygun olması gerekir. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Marcus Frank Cerny, § 71). Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi; sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Marcus Frank Cerny, § 72; AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013). Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırma ile ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında bireye düşen fedakârlığın ağırlığının dikkate alınması ve genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Marcus Frank Cerny, § 73). Hükümlü veya tutuklular, Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun tutma olarak değerlendirilebilecek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışında (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına genel olarak sahiptir (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). Bununla birlikte cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak tutuklunun kaçmasının, delilleri yok etmesinin veya değiştirmesinin önlenmesi ve disiplinin temini gibi kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olduğu haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35). Hükümlü ve tutukluların temel haklarına yapılan müdahalelere gerekçe olarak gösterilebilecek yukarıda belirtilen makul nedenlerin, somut olayın tüm koşulları çerçevesi dâhilinde olaya özgü olgu ve bilgilerle gerekçelendirilmesi gerekmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 48). Ayrıca talebin mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılması gerekir (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Giszczak/Polonya, B. No: 40195/08, 29/11/2011, §§ 38-39). Bunun yanı sıra yapılacak değerlendirmede kişinin itham edildiği suçun ve tutuklama sebeplerinin de dikkate alınması gerekmektedir (Georgiou/Yunanistan (k.k.), B. No: 45138/98, 13/1/2000, § 6; Ploski/Polonya, § 38). AİHM, tehlikelilik durumuna göre bazı kişilere özel mahkûmiyet kurallarının uygulanması gerekliliği konusunda bir şüphe duymadığını kararlarında ifade etmektedir (Öcalan/Türkiye (2), B. No: 24069/03, 18/3/2014, §§ 161-162). Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli olma” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Beşir Doğan, § 44). Somut olayda başvurucu, Doğubayazıt Cumhuriyet Savcısı'nın yerine getirdiği kamu görevi nedeni ile öldürülmesi eylemi ile ilgili olarak fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vadetmek suretiyle suça iştirak ettiği gerekçesiyle Doğubayazıt Ağır Ceza Mahkemesinin 3/4/2013 tarihli ilamı ile 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun hükmen tutukluluğu devam etmekte iken oğlu 31/10/2014 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucunun cenaze törenine katılabilmesi için izin verilmesi yönündeki 1/11/2014 tarihli talebi, Derece Mahkemesinin aynı tarihli kararıyla "...sanık Ahmet Çilgin'in cezasına konu suçun vasıf ve mahiyeti açısından tehlikeli tutuklu ve hükümlülerden olduğu, cenaze töreninin yapıldığı mahalde herhangi bir provokasyonun meydana gelmesi halinde hükümlü ve devriyenin can güvenliğinin tehlike altına girebileceği, sevkin yapılacağı güzergahın terör yönünden riskli bölgede bulunduğu, netice olarak hükümözlü sanık Ahmet Çilgin'in cenazeye katılmasının can güvenliği bakımından sakıncalı olduğu, " gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2014 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Öncelikle Derece Mahkemesinin, başvurucunun talebini aynı gün inceleyerek sonuçlandırdığı, dolayısıyla cenazeye katılma talebinin olması gereken çabuklukta ele alınarak karara bağlandığı anlaşılmıştır. Derece mahkemesinin, özel ve aile hayatına saygı hakkı bakımından Anayasa ile sağlanan güvenceleri dikkate alarak, yerel kolluk makamlarından başvurucunun Bayburt ilinden Ağrı ilinin Doğubayazıt ilçesine sevkine ilişkin imkânları ve güvenlik koşullarını araştırdığı görülmektedir. Yerel kolluk makamlarınca söz konusu sevk güzergâhının terör yönünden riskli olduğu, sevk tarihlerinin emniyetli yol günleri içinde bulunmadığı, kolluk güçleri tarafından gerekli güvenlik önlemleri alınmadan sevkin gerçekleştirilmesinin uygun olmadığı yönünde bilgi verilmesi üzerine Derece Mahkemesinin, başvurucunun ve refakatine verilecek görevlilerin ayrıca sevk esnasında görevlendirilecek kolluk personelinin yaşam haklarının korunması ile başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkı arasında bir değerlendirme yaptığı, olayda terör nedeniyle başvurucunun yaşam hakkının yanı sıra refakatine verilecek personel ile kolluk görevlilerinin yaşam hakkına yönelik ciddi tehlike ve risklerin bulunduğunu dikkate alarak yaşam hakkına üstünlük tanıdığı anlaşılmaktadır. Söz konusu sevk güzergâhının terör olaylarının gerçekleştiği riskli bölgede olduğu ve bu olaylara bağlı olarak can kayıplarının yaşandığı kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Zaten Mahkemenin gerekçesinde, başvurucunun gitmek istediği tarih, adres ve sevk güzergâhı itibarıyla güvenliğin sağlanmasının emniyet ve asayiş yönünden riskli olduğunu detaylı olarak ortaya konulduğu görülmektedir. Kararda söz konusu terör eylemleri nedeniyle başvurucunun ve refakatine verilecek güvenlik güçlerinin yaşam hakkı ve vücut bütünlüklerine yönelik risklerin önüne geçilmesi, yerel mahkemece hükümlü bulunduğu suçun vasıf ve niteliği dikkate alınarak tehlikeli tutuklu ve hükümlülerden olduğu değerlendirilen başvurucunun kaçmasının önlenmesi, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmıştır. Buna göre derece mahkemelerinin bulundukları yerin güvenlik risklerini daha iyi takdir edebilecekleri de dikkate alınarak söz konusu gerekçenin, keyfilik içermediği, başvurucunun çıkarları ile toplumun çıkarları arasında adil denge kurulmasına yönelik ilgili ve yeterli unsurlara sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında, başvurucunun özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına yönelik kısıtlamaların, yaşam hakkının korunması, kamu düzeninin korunması ve güvenliğin sağlanması amacı bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

HÜKÜM: Açıklanan gerekçelerle; Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA, 11/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Danıştay 15. Daire
E.2015/2796, K.2016/23,
T.05.05.2016
T. 18.01.2016
MAHKEMESİ : İdare Mahkemesi

İSTEMİN ÖZETİ : Davacının oğlu ......'in 15.10.2008 tarihinde rahatsızlanması üzerine olay yerine çağrılan doktorun hatalı müdahalesi neticesinde hayatını kaybettiğinden bahisle kendisinin dul olması ve oğlunun yardımıyla hayatını idame ettirdiğinden uğradığı 212.238,86-TL maddi ve duyduğu elem ve ıstırap nedeniyle 100.000,00-TL manevi tazminatın ölüm tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; İstanbul 7. İdare Mahkemesi'nce; davalı idareye bağlı kurumda acil tıp doktoru olarak görev yapan şahsın müdahalesinde yeterli özeni göstermediği ve netice itibariyle ortada bir hizmet kusuru olduğu sonucuna varılarak, davanın kısmen kabul, kısmen reddi ile 212.238,86- TL maddi, 50.000-TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olarak kabul edilen tarihten itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi yolunda verilen kararın, taraflarca hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek aleyhlerine olan kısımların temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ :Mahkeme'nin arttırılan tazminat miktarına davalı idareye başvuru tarihi olarak kabul edilen tarihten itibaren faiz işletileceği şeklinde hüküm kurulduğu fakat dosyada davalı idareye davacı tarafından yapılmış bir başvuru olmadığı, dosyanın adli yargıda açılan tazminat davasında verilen görevsizlik kararı üzerine bakılan dosya olduğu , davacılar tarafından dava açarken istenmiş bulunan 26.6500,00 TL maddi tazminat miktarına adli yargıda dava açılma tarihi olan 07.06.2012 tarihinden itibaren, miktar artırım dilekçesi ile arttırılan miktar açısından ise, 08/09/2014 havale tarihli dilekçe ile hesap bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat miktarı 185.588,86 TL artırılmış olup, Mahkeme tarafından miktar artırım dilekçesinin davalı idareye tebliğ edilmediği görüldüğünden, arttırılan 185.588,86 TL için idareye başvuru tarihi olarak kabul edilecek tarihten anlaşılması gerekenin miktar artırım dilekçesinin Mahkeme kaydına girdiği tarih olan 08/09/2014 tarihi olduğu bu tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerektiği Mahkeme kararının bu yönden bozulması gerektiği düşünülmektedir.

KARAR:TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay On beşinci Dairesi'nce, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden, yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü: Dava; davacının oğlu ................'in 15.10.2008 tarihinde rahatsızlanması üzerine olay yerine çağrılan doktorun hatalı müdahalesi neticesinde hayatını kaybettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen 212.238,86-TL maddi ve duyulan elem ve ıstırap nedeniyle 100.000,00-TL manevi tazminatın ölüm tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle iadesi istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesi'nce; davacının oğlu ...............'in 15.10.2008 tarihinde rahatsızlandığı, 112 acil müdahale ekibinde görevli doktorun gelerek müdahale ettiği, bu kapsamda kas gevşetici ve yatıştırıcı iğne yaptığı, olay yerinden ayrıldıktan sonra anılan şahsın öldüğü, davacının, müdahaleyi yapan sağlık personeli hakkında savcılığa yaptığı şikayet üzerine kamu davası açıldığı, İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/354 esaslı dosyasında yapılan yargılama sonucunda verilen 20.03.2012 tarih ve 2012/156 sayılı kararda; Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu ve Yüksek Sağlık Şurası raporlarında, hekimin hastayı görmesi ile kişinin ölümü arasında geçen süresinin çok kısa olması ve sürecin hızla gelişmesi nedeniyle bu eksik eylemin ölüme katkısının olup olmayacağının bilinemeyeceği ve eylemle ölüm arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının belirlenemeyeceği, ancak doktorun müdahalesinin eksik olduğu yönünde tespitlere yer verildiği ve netice olarak müdahalede bulunan doktor ..............'e taksirle ölüme sebebiyet verme suçunu işlediğinden bahisle ''2 yıl hapis'' cezası verildiği, ceza yargılamasında esas alınan tespitler de dikkate alındığında davacının maddi manevi zarara uğramasına hizmetin kötü işlemesinin neden olduğu, davalı idareye bağlı kurumda acil tıp doktoru olarak görev yapan şahsın müdahalesinde yeterli özeni göstermediği ve netice itibariyle ortada bir hizmet kusuru olduğu sonucuna varıldığı, davacının hizmet kusuru nedeniyle uğradığı maddi zararların tespitinin teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle Mahkemece 13.12.2013 tarihinde bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiği, neticede tanzim edilen ve 18.06.2014 tarihinde kayda giren bilirkişi raporunda yapılan hesaplamaya göre maddi tazminat (destekten yoksun kalma niteliğindeki) miktarının davacı açısından 212.238,86-TL olacağının hesaplandığı, bunun üzerine davacı tarafından 08.09.2014 tarihinde mahkeme kaydına giren miktar artırım dilekçesi ile maddi tazminat miktarının 212.238,86 TL'ye arttırıldığı, İdare Mahkemesi'nce 212.238,86-TL maddi ve 50.000-TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olarak kabul edilen tarihten itibaren hesaplanacak yasal faiziyle davacıya ödenmesi yönünde karar verildiği anlaşılmaktadır .Mahkemece, arttırılan tazminat miktarına davalı idareye başvuru tarihi olarak kabul edilen tarihten itibaren faiz işletileceği şeklinde hüküm kurulduğu görülmüştür. Dosya içeriğinde davalı idareye davacı tarafından yapılmış bir başvuru bulunmamaktadır. Bakılan davada, dava dosyası adli yargıda açılan tazminat davasında verilen görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesine intikal etmiştir.

Bu nedenle, mahkemece hükmedilen tazminata davalı idareye başvuru tarihi olarak kabul edilen tarihten itibaren faiz işletileceği şeklinde hüküm kurulduğundan idareye başvuru tarihi olarak kabul edilecek tarihten anlaşılması gerekenin, davacı tarafından dava açılırken istenmiş bulunan 26.6500,00 TL maddi tazminat miktarına adli yargıda dava açılma tarihi olan 07.06.2012 tarihinden itibaren, miktar artırım dilekçesi ile arttırılan miktar açısından ise, 08/09/2014 havale tarihli dilekçe ile hesap bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat miktarı 185.588,86 TL artırılmış olduğundan, arttırılan 185.588,86 TL için miktar artırım dilekçesinin Mahkeme kaydına girdiği tarih olan 08/09/2014 tarihi olduğu, bu tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararın Bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştay’ın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçelerindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemlerine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

HÜKÜM: Açıklanan nedenlerle; temyiz istemlerinin reddine ,Ankara 18. İdare Mahkemesi'nin 25/05/2015 tarih ve E:2014/922, K:2015/568 sayılı kararının yukarıda belirtilen açıklamayla ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun'un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/01/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.