img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2014/27211 E., 2016/619 K., T. 13.01.2016

Yargıtay 11. Ceza Dairesi
E. 20154/18435, K. 2016/2818, T. 28.03.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
E.2016/49, K.2016/200,
Karar Tarihi: 28/12/2016

Danıştay 8. Daire
E.2011/3811, K.2016/4474, T.28.04.2016

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2014/27211 E., 2016/619 K., T. 13.01.2016
Mahkemesi: İş Mahkemesi

TALEP: Davacı, kıdem tazminatı ile ayrımcılık tazminatının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

ÖZET : Davacı, her yıl tüm çalışanlara yapıldığı halde 2013/Ocak ayında kendisine zam yapılmadığı, yöneticisi ile görüştüğünde somut bir neden gösterilmeksizin performans düşüklüğü sebebiyle ücret artışı yapılmadığını öğrendiğini, kendisi ile aynı durumda ve şartlarda olan bütün işçilere ücret artışı yaptığı halde kendisine ücret artışı yapılmamasının 4857 sayılı İş Kanununun 5. Maddesindeki eşit davranma ilkesine aykırı olduğunu, işverenin bu tutum ve davranış karşısında İş akdini haklı nedenle feshettiği iddiasıyla kıdem tazminatı ile ayrımcılık tazminatı alacaklarına hükmedilmesini istemiştir. Davalı, davacının iş akdini haksız şekilde feshettiğini, davalı şirkette personellerin performanslarının yıl içerisinde birim yöneticileri ve insan kaynakları tarafından yapılan değerlendirmelere göre belirlendiğini ve ücret artışlarının da yapılan bu değerlendirmelere göre objektif olarak belirlendiğini, yıl boyunca yapılan değerlendirmeler neticesinde belirlenen performans düşüklüğü sebebiyle zam yapılmasının uygun görülmediğini, taraflar arasındaki iş akdinde işçiye her yıl mutlak surette zam yapılacağı ve bu zammın oranı gibi bir hususun belirtilmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, toplanan kanıtlara ve bilirkişi raporuna dayanılarak tanık beyanlarından davacıya zam yapılmadığı, davacının diğer çalışanlara ne kadar zam yapıldığını ispatlayacak belgelere ve bu belgelerin işverence tutulup düzenlenmesi nedeniyle ulaşma imkânı olmadığından, davacının iddiasının aksinin işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle kıdem tazminatının kabulüne, ayrımcılık tazminatının ise kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı taraf avukatları temyiz etmiştir.

GEREKÇE: Taraflar arasında iş akdinin feshi konusu uyuşmazlık konusudur.

Mahkemece davacıya zam yapılmaması nedeniyle iş akdini haklı nedenle feshettiği gerekçesiyle ayrımcılık ve kıdem tazminatlarına hükmedilmiş ise de bu sonuç dosya kapsamına uygun değildir. Şöyle ki; davacı diğer çalışanlara zam yapıldığı halde kendisine yapılmaması nedeniyle iş akdini haklı olarak feshettiğini iddia etse de dosyada zam yapılması konusunda davacı işçi ile işveren arasında yazılı bir sözleşme yoktur. Davacı işçiye zam yapılmamasının işçiye haklı fesih olanağı tanımadığı ve iş akdinin feshinin haklı nedene dayanmadığı anlaşılmakla, ayrımcılık tazminatı ve buna bağlı olarak kıdem tazminatı taleplerinin reddi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13/01/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 11. Ceza Dairesi
E. 20154/18435, K. 2016/2818, T. 28.03.2016
Mahlemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ: Özel Belgede Sahtecilik

ÖZET: Katılan ...'nun ... barosu avukatı olan sanık Av. ...'ı vekil olarak tayin ettiği, sanığın katılanın alacağının tahsili için icra takibi başlattığı, katılanın, alacaklı olduğu icra dosyasını gereği gibi takip etmediği iddiasıyla sanığı ... barosuna şikayet etmesi üzerine sanığın sorumluluktan kurtulmak maksadıyla daha önceden içeriğinde "Av. ...'dan adıma yürüttüğü icra takibi dolayısıyla 1.000 Türk Lirası aldım" şeklindeki ibareleri ve katılanın imzasını içeren 31/03/2006 tarihli “makbuzdur” başlıklı belgeye "bu ödemeyle Av. ...'dan toplam 25.500 TL almış bulunmaktayım" cümlesini sonradan ekleyip... Barosu Başkanlığına savunmasına ek olarak ibraz etmek suretiyle kullandığının anlaşılması karşısında; sanığa yüklenen özel belgede sahtecilik suçunun tüm unsurları itibariyle sübuta erdiği gözetilip belgedeki miktara yakın bir miktarın katılana ödendiğinin iddia olunmuştur.

HÜKÜM : icra takip süreci, icra takip dosyasında yapılan emek ve mesai gerektiren işlemler, takip için zorunlu olan giderler ve avukata ödenmesi gereken vekalet ücreti birlikte değerlendirilerek sanığın eyleminin 5237 sayılı Yasanın 211. Maddesindeki "bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla resmî belgede sahtecilik" suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

Yasaya aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. Maddesi uyarınca BOZULMASINA, 28.03.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
E.2016/49, K.2016/200,
Karar Tarihi: 28/12/2016

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Marmaris 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasının, 22.5.2007 tarihli ve 5663 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen ikinci cümlesinin, Anayasa’nın 2., 5., 10., 35. ve 44. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Birinci derecede arkeolojik sit alanı içinde kaldığı gerekçesiyle hazine adına tapuya kayıt ve tescil edilen taşınmazların, tapu kayıtlarının iptali ile zilyetleri adına tescilleri için açılan davada, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, itiraz konusu kuralın iptalini talep etmiştir.

I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren 11. maddesi şöyledir: “MADDE 11- Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. (Değişik ikinci cümle: 22/5/2007-5663/1 md.) Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez. Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilirler. Bu Kanunun belirlediği bakım onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkleri, usulüne göre kamulaştırılır. Mazbut veya mülhak vakıf varlıkları bu hükme tabi değildir. Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görmesi ile, Vakıflar Genel Müdürlüğü, il özel idareleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları, yukarıda sözü geçen maliklere lüzum görülen hallerde, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma, bakım ve onarımlarına, teknik eleman ve ödenekleri ile yardımda bulunabilirler.

ESASIN İNCELENMESİ: Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Cengiz ERTEN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- Anlam ve Kapsam: Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu kuralı içeren ikinci cümlesinde, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazların zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceği öngörülmektedir. Türk hukukunda tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlara zilyet olanların bu taşınmazı mülk edinmelerine imkân tanıyan iki farklı müessese bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 639. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 713. maddesinde düzenlenen “olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı” müessesesi, ikincisi ise 3402 sayılı Kanun’un 17. maddesinde düzenlenen “ihya” müessesesidir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 30.4.2010 tarihli ve E.2004/1, K.2010/1 sayılı kararında da belirtildiği üzere, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı, önceden tarıma elverişli olan ancak tapu kütüğüne kaydedilmemiş taşınmazların, ihya ise dağlar ve tepeler gibi tarıma elverişli olmayan arazilerin mülk edinilmesine imkân sağlamaktadır. Sit kelimesi Kanun’un 3. maddesinde “tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.” şeklinde tanımlanmıştır.13.3.2012 tarihli ve 28232 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanan “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” in 4. maddesinde de birinci derece arkeolojik sit alanlarının, “tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent kalıntıları ile yerleşim alanları ve sosyal yaşama konu olmuş; taşınmaz kültür varlıklarına ait kalıntılar ve buluntuların veya bunu destekleyen taşınır kültür varlığı buluntularının yoğun olarak yer aldığı alanlardan olması” gerektiği belirtilmiştir. Kanun’un 11. maddesiyle ilgili ilk düzenlemede koşulları oluştuğu takdirde sit alanlarının zilyetlik yoluyla kazanılması mümkün iken 27.7.2004 tarihinde yürürlüğe giren 14.7.2004 tarihli ve 5226 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle, Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “korunma alanları” ibaresinden sonra gelmek üzere “sit alanları” ibaresi eklenmiş, bu tarihten itibaren sit alanlarının zilyetlik yoluyla kazanılması yasaklanmıştır. Daha sonra, 30.5.2007 tarihinde yürürlüğe giren 22.5.2007 tarihli ve 5663 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle, Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi, “Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.” şeklinde değiştirilmiş ve böylece kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarının zilyetlikle iktisabı imkânsız hale gelmiştir. Bunlar dışında kalan arkeolojik sit alanları ile doğal sit alanlarının ise koşulları oluştuğu takdirde zilyetlikle kazanılması ve tescili mümkündür.

B- İtirazın Gerekçesi: Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralda 2004 yılında yapılan değişiklikten önce birinci derece arkeolojik sit alanı içinde kalan taşınmazların zilyetlikle kazanılması için bir engel bulunmadığından zilyetleri adına tapuya kayıt ve tescilinin mümkün olduğu, ancak bu tarihten sonra birinci derece arkeolojik sit alanı içinde kalan taşınmazların, mülkiyet hakkının zilyetlikle kazanılabilmesi için diğer şartlar gerçekleşmiş olsa bile, hazine adına tapuya kayıt ve tescil edildiği, bu nedenle söz konusu taşınmazlarda kadastro çalışmasının 2004 yılından sonra yapılmasıyla iki farklı uygulamanın ortaya çıktığı ve bu taşınmazlara malik sıfatıyla zilyet olanların mülkiyet haklarının ellerinden alındığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 10., 35. ve 44. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

C- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu: 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca, kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 63. maddeleri yönünden de incelenmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurgulandığı üzere, Devlet, hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlar üzerinde, kamu yararını gözetmek ve Anayasa’nın özel maddelerinde yer alan güvence hükümlerini de dikkate almak kaydıyla üstün yetkilerini kullanarak dilediği şekilde bir hukuki düzen tesis edebilir. Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı açıktır. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı, bireye, emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. Mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı haklarını kapsamaktadır. Bununla birlikte, anayasallık denetiminde ekonomik değer ifade eden malvarlıklarına ilişkin olarak Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi için ilgili mülkün hâlihazırda kişilerin mülkiyetinde bulunması gerekmektedir. Kişilerin hukuken malik bulunmadıkları malvarlığı değerlerine yönelik mülk edinme beklentileri, kural olarak Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında koruma görmemektedir. Anayasa’nın “Tarih kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı 63. maddesinde, Devletin, tarih kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alma ödevine yer verilmiş ve özel mülkiyet konusu olan varlık ve değerlere getirilecek sınırlamaların ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımların ve tanınacak muafiyetlerin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın 63. maddesinin birinci fıkrasında, Devlete, tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alma ödevi yüklenmekle birlikte, bu korumanın şekli ve kapsamıyla ilgili herhangi bir belirleme veya sınırlama yapılmamıştır. Anayasa, korunmaya değer tabiat varlıkları ve değerlerinin belirlenmesi ve bunlar için uygulanacak koruma yöntemlerinin saptanması hususunda kanun koyucuya takdir yetkisi tanımıştır. Buna göre, kanun koyucu farklı tabiat varlıkları arasında bir derecelendirme ve sınıflandırma yaparak farklı koruma yöntemleri öngörebilir. Kanun’un 5. maddesine göre taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğindedir. İtiraz konusu kuralla, birinci derece arkeolojik sit alanlarında kalan taşınmazlar da zilyetleri adına tescil imkânının kapsamı dışında bırakılmaktadır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların, bu taşınmazlara belli koşullar dâhilinde zilyet olanlarca mülk edinilebilmesi, kanun koyucunun takdir yetkisi çerçevesinde getirilen bir imkân olup anayasal bir zorunluluğu ifade etmediği gibi, anayasal bir yükümlülüğün ifası amacı da taşımamaktadır. Dolayısıyla Devlet malı niteliğinde kabul edilen taşınmazların mülkiyet hakkının, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamaması da kanun koyucunun takdirinde olup hukuk devleti ilkesine aykırılık taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında açıklandığı üzere, belli durumlarda, bir “ekonomik değer” veya icrası mümkün bir “alacak” iddiasını elde etmeye yönelik “meşru bir beklenti”, Anayasa’nın mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Bkz. Kemal YELER ve Ali Arslan ÇELEBİ, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36-37). Yukarıda ifade edildiği gibi itiraz konusu kural kapsamında kalan birinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar, zilyetleri adına tapuya tescil edilmediklerinden bunlar üzerinde zilyetlik kuranların mülkiyet hakkına sahip olduklarından söz edilemez. Bununla birlikte itiraz konusu kuralın mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerekip gerekmediğinin tespiti bakımından ayrıca zilyetlerin, kullandıkları taşınmazların mülkiyetini kazanacaklarına yönelik “meşru bir beklenti” içerisine girmelerine neden olan bir kanun hükmünün veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadının bulunup bulunmadığına da bakılmalıdır. Kanun’un 11. maddesinde, 27.7.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5226 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce herhangi bir ayrım yapılmaksızın sit alanları içinde kalsa da tapu siciline tescil edilmeyen taşınmazlardaki zilyetlerin, 27.7.2004 tarihine kadar olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı sonucunda bu taşınmazları kendi adlarına tescil ettireceklerine dair meşru bir beklenti içinde bulundukları bir gerçektir. Öte yandan itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin elindeki davaya konu taşınmazların zilyetleri, kadastro tespitinin yapıldığı 2009 yılından çok önce, sit alanlarının zilyetlikle kazanılabildiği 27.7.2004 tarihinden de önce söz konusu taşınmazları, yirmi yılı aşkın süredir nizasız ve fasılasız kullandıklarını, malik sıfatıyla yedlerinde bulundurduklarını, kadastro tespitinin geç yapılmasından dolayı ve itiraz konusu kural nedeniyle kendi adlarına tescil yapılamadığını iddia etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi’nin 18-19.6.1968 tarihli ve E. 1966/19, K. 1968/25 sayılı kararında, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımında kanundaki şartların dolmasıyla, yani nizasız ve fasılasız olarak devam eden zilyetliğin yirminci yılını doldurmasıyla mülkiyet hakkının kazanıldığı, mahkemenin vereceği kararın ise bu durumun tespitinden ibaret olduğu ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı dikkate alındığında, yirmi yıllık sürenin dolmasının, zilyetlerde, söz konusu taşınmazın mülk edinileceğine ilişkin meşru bir beklentiye neden olacağı söylenebilir. Ancak Kanun’un 11. maddesiyle ilgili 27.7.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5226 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra sit alanlarındaki taşınmazların tamamının ve 30.5.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5663 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra da itiraz konusu kural kapsamındaki birinci derece arkeolojik sit alanlarının, olağanüstü zamanaşımı yoluyla mülkiyete konu olabilme vasıfları kalmamıştır. Belirtilen çerçevede, itiraz konusu kural kapsamında kalan taşınmazlara zilyet olanların, kadastro tespitinin yapıldığı 2009 yılından daha önce, koşulları oluştuğu takdirde sit alanlarının zilyetlikle kazanılmasının mümkün bulunduğu 27.7.2004 tarihinden önce, mülk edinecekleri yolunda meşru bir beklentiye sahip olduklarından kuralın, Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı yönünden incelenmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının ölçütü gösterilmiştir. “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı bu maddede, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Söz konusu hüküm, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasında esas alınacak ölçütleri düzenlemektedir. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta kanun ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerekmektedir. İtiraz konusu kural kapsamında kalan birinci derece arkeolojik sit alanları, tarih öncesinden günümüze kadar insanlık tarihi için önem taşıyan medeniyetlerin yaşadıkları dönemlerdeki sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini gösteren anıtsal yapıların; planlama veya peyzaj tasarımı alanlarında dikkat çeken gelişmelere tanıklık etmiş, belirli kültürleri yansıtan kent kalıntılarının yoğun olarak bulundukları yerleri ifade etmektedir. Kimilerinin de UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine kabul edildikleri göz önüne alındığında, bu kültürel varlıkların, ülkemiz ve bütün insanlık için ne kadar önemli sayıldıkları inkâr edilemez. Bu nedenle söz konusu kültürel varlıkların, Devlet malı sayılarak koruma altına alınmasıyla kamusal yararın gerçekleştirilmek istendiği ve itiraz konusu kuralın meşru bir temele dayandığı anlaşılmaktadır. Ancak belirtilen meşru temellere rağmen, bireylerin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kamu yararı amacıyla, kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar, hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple, kuralın hedeflenen amaca ulaşabilmek için elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir. İtiraz konusu kurala konu birinci derece arkeolojik sit alanlarının zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceğine ilişkin bu kısıtlama, Anayasa’nın 63. maddesiyle Devlete bir ödev olarak yüklenen kültür ve tabiat varlıklarını korumayı hedeflediğinden, müdahalenin meşru bir amaca dayandığı ve kamusal yarar amacıyla yapıldığı açıktır. Zilyetlerin, mülkiyet hakkını kazanacakları yönündeki meşru beklentilerine yapılan müdahale ile kamusal yararı gerçekleştirmeye ilişkin amacın orantılı olduğu şüphesizdir. Ülkemiz ve hatta aralarında bütün insanlığın ortak mirası kabul edilen evrensel değerlere sahip bulunan kültür varlıklarının, korunması amacıyla birinci derece arkeolojik sit alanlarının zilyetlikle kazanılamamasının, belirtilen amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil etmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 63. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir. Kural’ın Anayasa’nın 5., 10. ve 44. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

HÜKÜM: 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasının, 22.5.2007 tarihli ve 5663 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen ikinci cümlesinde yer alan “…birinci…” sözcüğünün, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 28.12.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Danıştay 8. Daire
E.2011/3811, K.2016/4474, T.28.04.2016

İSTEMİN ÖZETİ : İdare Mahkemesinin gün ve E: sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ : İdare Mahkemesi kararının gerekçesinin değiştirilmesi suretiyle onanması gerektiği düşünülmektedir.

HÜKÜM: Dava, İli, İlçesi, Mahallesi'nde bulunan Taksi Durağında taksicilik yapan davacıya, plakalı araca ilişkin olarak verilen gün ve sayılı geçici çalışma izninin iptaline ilişkin 20.05.2010 tarih ve sayılı encümen kararının iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince; mahalli ve müşterek nitelikte olmak üzere ticaret, turizm ve ulaşım gibi konularda belediyenin, sınırları içerisinde yaşayan halkın ve buraya dışarıdan gelenlerin refah huzur ve mutluluğunu sağlamak amacıyla düzenlemeler ve bunun sonucu olarak bireysel idari işlemler yapmak yetkisi bulunduğu açık olup, ticari taksicilik yapmak suretiyle ulaşım hizmetinde çalışan kişilerin hırsızlık gibi bir suç işlemesi halinde bunların yaptıkları kamu hizmeti de dikkate alınarak verilmiş olan çalışma izninin iptalinin bu kapsamda değerlendirilebileceği, ancak olayda davacının bu suçu işlediğinin idarece somut olarak ortaya konulamadığı gibi davacının bu suçu işlediğine dair bir Mahkeme kararı da bulunmadığı gerekçesi ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir .5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, kanunların belediyeye verdiği yetkiler çerçevesinde yönetmelik çıkarmak, belediye yasakları koymak, (f) bendinde toplu taşıma yapmak; bu amaçla otobüs, deniz ve su ulaşım araçları, tünel, raylı sistem dâhil her türlü toplu taşıma sistemlerini kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek, (p) bendinde de, kara, deniz, su ve demir yolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taşıt sayılarının bilet ve ücret tarifelerini, zaman ve güzergahlarını belirlemek, durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek, işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek, kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yapmak belediyelerin yetki ve imtiyazları arasında sayılmıştır.

Öte yandan, 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkami Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 numaralı Kanun'un Bazı Maddelerini Muadil Kanun'un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 1. maddesinde; belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanunu uyarınca idari para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verileceği kuralı yer almıştır. Belediye Meclisinin 01 Nisan 2008 tarih ve 66 no’lu karıyla kabul edilmiş, tarihli Gazetesinde yayınlanarak yürürlüğe giren ve dava konusu işleme dayanak olarak gösterilen Belediyesi Zabıta Yönetmeliği'nin 186. Maddesinde "Bu sayılanların dışında zabıt ve onayı gerektiren olaylarda bütün idari cezaları vermeye ve tespite Belediye Encümeni yetkilidir." hükmü düzenlenmiştir. Aktarılan düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, kamu hizmeti niteliğini yadsıma olanağı bulunmayan kent içi ulaşım hizmetinin kanun gereği asli sunucusu olan belediyenin, bu hizmeti doğrudan kendisi yürütmeyip çeşitli usullerle başkalarına gördürdüğü hallerde, hizmetin asli sunucusu olmaktan kaynaklanan düzenleme yapma, denetleme, ceza verme görev ve yetkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dava dosyasının incelenmesinden; İli, İlçesi, Alışveriş Merkezi güvenlik görevlilerince düzenlenen günlü tutanakta, adı geçen alışveriş merkezinde bulunan bir işyerinde bir müşteri tarafından ürün sepetinde unutulan çanta içerisinden davacı ve eşi tarafından 650,00 TL nakit para ve kimlik kartlarının alındığının güvenlik kamerası kayıtlarının incelenmesi sonucunda tespit edildiğinin belirtildiği, durumun Esnaf Odası tarafından davalı idareye bildirilmesi üzerine, davacının sahip olduğu iki adet ticari taksi çalışma izin belgesinden olayın yaşandığı muhitte çalışan plakalı araca ait gün ve sayılı çalışma izin belgesinin dava konusu işlemle 5393 ve 1608 sayılı Kanunlar ile Belediye Zabıta Tembihnamesinin 186’ncı maddeleri gerekçe gösterilerek iptaline ve davacıya 143,00 TL para cezası verilmesine karar verildiği, öte yandan davacı hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma numarası ile hırsızlık suçlamasıyla dava açıldığı, yapılan UYAP sorgusunda görüldüğü üzere Asliye Ceza Mahkemesi'nin gün ve sayılı kararıyla davacının hırsızlık suçundan cezalandırıldığı, bu hükmün de Yargıtay 13. Ceza Dairesi'nin gün ve E: sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır. Aktarılan kanuni düzenlemeler gereğince belediyelerin asli sunucusu olduğu hizmetlerde, hizmetin asli sunucusu olmaktan kaynaklanan düzenleme yapma, denetleme, ceza verme görev ve yetkilerinin bulunduğu açık olmakla birlikte bu yetkinin nasıl kullanılacağının; yani hangi eyleme hangi müeyyidenin uygulanacağının mevzuatta belirtilmesi gerekliliği de hukukî güvenlik ilkesinin bir sonucudur. Bununla birlikte, belirlenecek cezaların da ölçülülük ilkesine uygun olarak saptanması gerekmekte olup, uyuşmazlıkta olduğu gibi gündelik yaşamında işlediği bir suç nedeniyle davacının ticari araç sahibi olmasını engelleyecek bir yaptırımın ölçülü kabul edilmesine imkân yoktur. Öte yandan, yapılan kamusal hizmetin niteliği ve hırsızlık suçunun vasfı birlikte değerlendirildiğinde, bu suçu işleyen kişilerin toplu taşıma araçlarında şoför olarak çalışmasının engellenmesine yönelik düzenlemeler yapılabilir ise de, Belediyesi Zabıta Tembihnamesi'nde bu yönde bir düzenleme bulunmaması ve dava konusu işlemin davacının şoför olarak çalışmasını değil ticari araç sahibi olmasını engellemesi nedeniyle dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin reddiyle, İdare Mahkemesince verilen ve hüküm fıkrası itibariyle hukuka uygun bulunan kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 28/04/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.