img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
E. 2016/7151, K. 2016/8892, T. 22.9.2016

Yargıtay 19. Ceza Dairesi
E. 2016/8214, K. 2016/18567, T. 26.05.2016

Danıştay 15. Daire Başkanlığı
E.2016/1327, K.2016/3938, T.05.05.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2014/1291
Karar Tarihi:13/10/2016

Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
E. 2016/7151, K. 2016/8892, T. 22.9.2016
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi

TALEP : Kişilik Haklarına Saldırı Nedeni İle Manevi Tazminat İstemi, Değer Yargısı Niteliğindeki İfadelerin Hakaret Niteliğinde Olmadığının Tespiti

ÖZET : Davalının kişisel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri küçültücü ve hakaret niteliğinde olmayıp, davacının kişilik haklarına saldırı amacı taşımaktadır. Yerel mahkemece, açıklanan olgular gözetilerek istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

KARAR: Davacı, üye olduğu kooperatifin 18/03/2012 tarihinde yapılan genel kurul toplantısı sırasında hükümet komiseri olarak görev yapan davalıya kooperatifle ilgili usulsüz işlemleri bildirilmesine rağmen davalının umursamadığını, ayrıca toplantı sırasında muhalif kalınan konuların yazılı olarak toplantı tutanağına eklenmesini istediğinde, davalının bu yöndeki yasal haklarını kullanma çabasını densizlik olarak nitelendirdiğini, toplantı sırasında davalının kendisine "sen ne densiz adamsın" demek suretiyle hakaret ettiğini belirterek manevi tazminat istemiştir. Davalı, davacıyı önceden tanımadığını, aralarında herhangi bir husumet bulunmadığını, davacıya hakaret etmediğini, genel kurul toplantısını sağlıklı ve doğru bir şekilde tamamlamaya çalıştığını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davaya konu ifadelerle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosya kapsamından, davacının üye olduğu kooperatifin genel kurul toplantısı sırasında hükümet komiseri olarak görev yapan davalı ile aralarında toplantı tutanağının düzenlenmesi sırasında çıkan tartışma sırasında davalının sarf ettiği sözler ile kişisel değer yargısında bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar mahkemece, davaya konu ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu benimsenmiş ise de davalının kişisel değer yargısı niteliğindeki ifadelerinin küçültücü ve hakaret niteliğinde olmayıp davacının kişilik haklarına saldırı amacı taşımadığı anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece, açıklanan olgular gözetilerek istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

HÜKÜM: Temyiz edilen kararın yukarda gösterilen sebeple davalı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 22.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 19. Ceza Dairesi
E. 2016/8214, K. 2016/18567, T. 26.05.2016
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ: Avukatın Sahteciliği Suçu (1136 Sayılı Avukatlık Kanunu m. 56/3)

ÖZET: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/05/2016 gün ve KD-2013/376619 sayılı yazısı ile; “Sanık avukat ...'a, oğlunu boşanma davasında vekaleten temsil etmesi için gelen ..., yanında gelini boşanmak isteyen davacı ...'nun geçmişte kürtaj olduğuna değinen "poliklinik antetli, doktor kaşeli ve doktor imzalı el yazılı" bir rapor getirir, vekaletnameli avukat ... boşanma davasına karşı dava dilekçesinde diğer evraklarla birlikte suça konu bu doktor raporunun fotokopisini de aslı gibidir diye yazıp imzalayarak mahkemeye sunar. Boşanma davasının davacısı İzmir'de yaşayan ... kürtaj olmadığını raporun gerçek olmadığını söyler ve raporda anteti bulunan İzmir'deki poliklinikten sorulduğunda raporun poliklinik kaydının olmadığı ancak üzerindeki doktor kaşesinin ve imzanın gerçek olduğu öğrenilir. İmzası bulunan doktordan sorulduğunda "raporu bir başka doktorun yazıp hazırladığını onun imza yetkisinin olmaması nedeniyle kendisinin kaşe ve imzası ile imzaladığını, gerçek bir muayene olup olmadığını bilmediğini beyan ettiği görülür. Suça konu rapor mahkemesine deliller arasında sunulmuş olup ilgilisince derhal reddedilmesi üzerine gerçeği yansıtmadığı anlaşılmış ve lehe veya aleyhe hiçbir sonuç da doğurmamıştır. Buna göre suça konu rapor içerik olarak sahte olsa dahi şeklen gerçektir ve avukatın raporu hazırlayanlarla iş birliği/iştiraki olmaksızın bu sahteliği bilmesine olanak yoktur. Halbuki sahtecilik suçunun adı geçen sanık avukat yönünden oluşabilmesi için, sanığın sahte belgeyi bizzat oluşturması veya oluşturanlarla iştirak halinde olması veya sahte olduğunu bilerek kullanması gerekir. Dosya içeriğinde bu yönde bir kabul mevcut değildir. Buna rağmen yerel mahkeme yaptığı yargılama sonucunda; sanık ...'ın avukatın sahteciliği suçunu düzenleyen 1136 sayılı avukatlık kanununun 56/3 maddesini ihlal ettiğinden bahisle TCK 62 ve 53/1 maddelerini de uygulayarak 2 yıl 6 ay hapis ve hak yoksunlukları ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle Yüksek Daire'nizin itiraza konu 03/03/2016 tarih ve 2016/3427 karar sayılı düzeltilerek onama kararına yönelik itirazımızın kabulü ile yerel mahkeme hükmünün "sanığın eyleminin TCK 257/1 maddesine uyan görevi ihmal suçunu oluşturacağından bahisle" bozulmasına karar verilmesi, itirazımızın yerinde görülmeyip reddi halinde yukarıda arz ettiğimiz itiraz nedenlerimizin bir kez de CMK 308/1-3 maddesi uyarınca Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca tartışılması ve ilamın talebimiz doğrultusunda BOZULMASI için dosyanın Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na tevdii itirazen arz ve talep olunur.”

KARAR: Dairemizin 03/03/2016 gün ve 2015/15793 esas, 2016/3427 sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazları yerinde görülmediğinden REDDİNE, 6352 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı Kanunun 308. Maddesinin 3. fıkrası gereğince itirazı incelemek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMEK üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26/05/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.


Danıştay 15. Daire Başkanlığı
E.2016/1327, K.2016/3938, T.05.05.2016
MAHKEME: İdare Mahkemesi

İSTEMİN ÖZETİ: Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu Direksiyon Eğitimi Dersi Sınav Yönergesi’ nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi uyarınca tesis edilen davacıya bir yıl süreyle direksiyon uygulama sınavlarında görev verilmemesine ilişkin 27.04.2015 tarih ve 4372278 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada; İstanbul 8. İdare Mahkemesi'nce, söz konusu yönerge maddesinin sınav yürütme komisyonuna herhangi bir inceleme ve soruşturmaya gerek kalmaksızın yaptırım uygulama yetkisi verdiği, dava konusu işlemin ceza niteliğinde kabul edilmesi gerektiği, Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu Yönetmeliği'nde yönergeye dayanak olabilecek bir maddenin bulunmadığı, kanun ve yönetmelik ile öngörülmeyen bir yetkinin alt düzenleyici işlem ile cezaya esas alındığı, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptali yolunda verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

KARAR: TÜRK MİLLETİ ADINA Danıştay On beşinci Dairesi'nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştay’ın, a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir. Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine, İstanbul 8. İdare Mahkemesi'nin 04/12/2015 tarih ve E:2015/963; K:2015/2563 sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 31/05/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY: Davacıya Motorlu Taşıt Sürücü Kursu Direksiyon Uygulama Sınavında görev verilmeyeceğine dair tesis olunan dava konusu işlem, "cezalandırma" ve "caydırma" yönü ağır basan bir işlem niteliğinde olmayıp, idari tedbir niteliğinde bir işlemdir.

İdari tedbirler, idari yaptırımların idari cezalar dışında kalan kısmını içermekte olup, esas olarak, cezalandırmak, tedip etmek amacı yerine, kamu hizmetlerinin ve diğer idari faaliyetlerin aksamasını önlemek ve düzgün işlemesini sağlamak, ayrıca kamu düzeninin bozulmasını engellemek amaçlı olarak öngörülen idari yaptırımları ifade etmektedir.

Bu bağlamda, suç teşkil eden fiillerin ve bunlara verilecek cezaların kanunla belirlenmesi esas olmakla birlikte, idari cezalardan farklı olarak, idari tedbirlere, temel ceza hukuku ilkelerinden olan kanunilik ilkesinin tatbik edilmesi gerekmemektedir.

Bununla birlikte Özel Motorlu Taşıt Sürücü Kursu Direksiyon Eğitim Dersi Sınav Yönergesinin 6. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ile idareye, direksiyon uygulama sınavında personel görevlendirip görevlendirmeme konusunda takdir yetkisi tanınmış ise de; bu yetkinin kullanımının mutlak ve sınırsız olmayıp, kamu yararı ve kamu hizmetinin gerekleriyle sınırlı olduğu ve bu açıdan yargı denetimine tabi bulunduğu kuşkusuzdur.

Bakılan davada, İstanbul Valiliği Motorlu Taşıtlar Sürücü Kursu Sınav Yürütme Kurulu'nca davacının da aralarında olduğu sınav komisyonunun 12.04.2015 tarihinde yaptıkları sınavda aracın kaldırıma çarptığı, ayrıca; tek hamlede giriş yapılamadığı buna rağmen kursiyerin araçtan indirilmediği ve sınavın sonlandırılmadığı gerekçesiyle davacının bir daha direksiyon uygulama sınavlarında görev verilmemesi yolunda getirilen teklif doğrultusunda dava konusu işlem tesis edilmiş ise de, işlemin herhangi bir tutanak, bilgi, belge ile desteklenmediği, hukuken geçerli ve kabul edilebilir sebeplere dayalı olarak tesis edilmediği anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.

Bu durumda, her ne kadar temyize konu edilen Mahkeme kararının, dava konusu işlemin ceza niteliğinde olduğu ve kanuni dayanağı bulunmadığı yolundaki gerekçesinde isabet görülmemiş ise de, idarece işlem tesis edilirken hukuken geçerli sebebe de dayanılmadığı yolundaki ek gerekçesi itibariyle hukuka uygun olan Mahkeme kararının gerekçesi değiştirilmek suretiyle onanması gerektiği görüşüyle karara gerekçe yönünden katılmıyorum.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2014/1291
Karar Tarihi:13/10/2016

BAŞVURUNUN KONUSU: Başvuru, rıza olmaksızın konuta girilmesi ve elde edilen görüntülerin doğru olmayan bilgiler eşliğinde bir yayın organı tarafından kullanılması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; karar düzeltme başvurusunun, talep konusunun miktar itibarıyla karar düzeltme sınırının altında yer almasına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

OLAYLAR: Davacıya ait meskenin çöp ev niteliği taşıdığı ve kamu sağlığını tehdit ettiği yönünde ihbar alınması üzerine 21/5/2003 tarihli Kaymakamlık onayı ile zabıta ve polis memurları tarafından başvurucunun konutunun bahçesine girilerek kâğıt, plastik, cam şişe vs. malzemeler çıkarılmıştır. Bu uygulama iki haber ajansının muhabirleri tarafından kameraya alınmıştır. Belirtilen olaya ilişkin olarak başvurucu ve ailesi hakkında ulusal düzeyde yayın yapan bir televizyon kanalında 22/5/2003 ve 15/6/2003 tarihlerinde yayın iki defa gerçekleştirilmiştir.

BAŞVURUCUNUN İDDİALARI: Başvurucu; zabıta görevlileri ve haber ajansı çalışanları tarafından rızası olmaksızın konutuna girildiğini, elde edilen görüntülerin doğru olmayan bilgiler eşliğinde davalı yayın organı tarafından kullanılarak iki defa haber konusu yapıldığını, söz konusu yayınların 22/5/2003 ve 15/6/2003 tarihlerinde gerçekleştirildiğini, belirtilen haber içeriklerinde evinde çöp biriktirdiği ve psikolojik sorunları olduğuna ilişkin yanlış bilgiler verilmek suretiyle kişilik haklarına zarar verildiğini, 22/5/2003 tarihli yayına istinaden açtığı manevi tazminat davasının reddedildiğini, aynı tarihli yayın hakkında anne ve babası tarafından açılan davanın ve benzer içerikli 15/6/2003 tarihli yayın hakkında açılan diğer davaların ise kabul edildiğini, reddedilen davası hakkında yaptığı karar düzeltme başvurusunun ise talep konusunun miktar itibarıyla karar düzeltme sınırının altında yer alması nedeniyle reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 20., 21. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

DEĞERLENDİRME: Başvurucu hakkında ilgili televizyon kanalında yayınlanan görüntü ve yorumların, başvurucunun şeref ve itibar hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır. Bununla birlikte, belirtilen görüntü ve yorumların bir televizyon haberine konu edildiği görülmekle, somut başvuru açısından başvurucunun şeref ve itibar hakkı ile ilgili yayın kuruluşunun düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ve bu bağlamda basın özgürlüğü arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Şeref ve itibar hakkı ile basın özgürlüğü arasında kurulması gereken dengenin gözetildiğinin kabulü için, bireyin şeref ve itibar hakkının korunmasına ilişkin yararından daha ağır basan bir yararın varlığının Anayasa mahkemesi ve AİHM tarafından belirlenen ölçütler çerçevesinde ve somut olgulara dayanarak ortaya konulması gerekmektedir. Başvurucu tarafından, ilgili televizyon haberinde evine ait görüntüler yayınlanırken habere eklenen gerçek dışı sözlerle kendisinin ve ailesinin çöp toplayarak biriktirdiği yönünde kamuoyunda yanlış izlenim oluşturulduğu, psikolojik tedavi gördüğü yönünde gerçeğe aykırı beyanda bulunulduğu, yapılan yayında objektiflikten uzaklaşıldığı, haber sınırlarının aşıldığı, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunulduğu, toplumda husumet oluşturan bir dil kullanılarak küçük düşürülmek suretiyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddia edilmektedir. Başvuruya konu olayda kamusal makamlarca gerçekleştirilen bir müdahale olmamakla birlikte, özel hukuk kişileri arasındaki ilişkiler temelinde gündeme gelen temel hak ihlali iddiaları karşısında, yeterli ve etkili hukuki mekanizmaları içeren yasal bir çerçevenin oluşturulması ve ilgili menfaatlerin gerekli usuli güvenceleri haiz bir yargılama prosedürü çerçevesinde bir dengelemeye tabi tutulması, kamusal makamların bu alandaki pozitif yükümlülüğünün içeriğine dâhildir. Bu kapsamda ilk olarak ulusal bir haber kanalının haber kuşağı içerisinde yer verilen söz konusu yayının olgular temelinde gelişen bir tartışmaya bir katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması, yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin şeref ve itibarının korunmasına ilişkin menfaatine o kadar çok üstünlük tanınması gerekmektedir. Söz konusu haberde kamuoyuna çöp ev vakaları olarak yansıyan ve sıklıkla haber konusu yapılan, çevre ve bu bağlamda insan sağlığını yakından ilgilendiren bir konuda yayın yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede basının genel yarar nitelikli sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikirleri yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği unutulmamalıdır. Görüntü çözümleri ve bilirkişi raporu çerçevesinde yapılan yayın değerlendirildiğinde, özellikle başvurucunun anne ve babası hakkında değer yargısı ifade edebilecek birtakım bilgilere yer verilmekte ise de söz konusu yayının temel olarak maddi olgulara dayandığı anlaşılmaktadır. Açıklanan tespitler ışığında, maddi olgulara dayandığı ve görünür gerçeğe uygun olarak yapıldığı anlaşılan haber içeriğinin, çevre ve insan sağlığını ilgilendiren ve bu yönüyle kamusal bir tartışmaya katkı sunan, kamuyu bilgilendirme değeri bulunan bir olaya ilişkin olduğu, ilgili haberin yayınlanma şekli ve hedef alınan kişinin yayın içeriğindeki sunulma biçimi göz önünde bulundurulduğunda, abartı taşıyan bir kısım ifadeler içermekle birlikte, başvurucunun kişilik değerleri üzerinde etki yapacak surette basın özgürlüğünün kapsam ve sınırlarını aşan ifadelere yer verilmediği, derece mahkemeleri tarafından da söz konusu unsurlara değinilmek suretiyle başvurucunun şeref ve itibarının korunmasına ilişkin menfaati ile basın özgürlüğü arasında bir dengeleme yapıldığı ve yargısal makamlarca takdirlerinin gerekçelerinin ayrıntılı şekilde ortaya konulduğu, bu kapsamda kararlarda yer verilen tespit ve unsurlar itibarıyla, yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşıldığına ilişkin bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmaktadır.

HÜKÜM: Açıklanan gerekçelerle; Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, adli yardım talebinin kabulü nedeniyle geçici olarak alınmayan 206,10 TL harçtan ibaret yargılama giderlerinin, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. Maddesi uyarınca tamamen muafiyetin koşulları oluşmadığından başvurucudan TAHSİLİNE, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.