img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 3.Hukuk Dairesi
2015/16137 E., 2016/8576 K. T.31.05.2016

Yargıtay 19. Ceza Dairesi
2015/4349 E., 2016/5349 K.T.30.03.2016

Danıştay 6. Daire Başkanlığı
2015/2662 E., 2015/7471 K.T.17.09.2015

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı Nilgün Kaya Başvurusu
Başvuru Numarası:2012/1146
Karar Tarihi:31/12/2014

Yargıtay 3.Hukuk Dairesi
2015/16137 E., 2016/8576 K. T.31.05.2016
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi

ÖZET : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin malzeme deposunda, 17.02.2012 tarihinde yangın çıktığını, depoda bulunan araç gereçlerle, yiyeceklerin yandığını, yanan malzemelerin toplam bedelinin 104.763,10 TL olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı tutup; 104.763,10 TL'nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı elektrik dağıtım şirketinden tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 17.09.2013 havale tarihli ıslah dilekçesinde; tespit olunan zararın tamamının davalıdan tahsili yönünde hüküm tesis edilmesini istemiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; yangının meydana geldiği akşam şiddetli fırtına olduğunu, elektrik nakil hatlarının birbirine teması sonucu yangının çıktığını, yangının çıkışında müvekkiline atfedilebilecek bir kusur bulunmadığını, davacının yandığını iddia ettiği malzemelere ilişkin sunduğu faturaların gerçeği yansıtmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.

KARAR: Dava; yangın nedeniyle uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir. Temyize konu uyuşmazlık; zararın kapsam ve miktarı ile belirlenen zarar miktarının tazmininden davalının sorumlu tutulup tutulamayacağı ve sorumlu tutulacağının kabulü halinde ise ne kadarından sorumlu tutulacağı noktasında toplanmaktadır. Yangının, davalıya ait elektrik tellerinden sıçrayan kıvılcımlardan çıktığı ve davalının elektrik hattının sahibi olarak yapı eseri maliki sıfatıyla zararın tazmininden sorumlu olduğu tartışmasızdır. Somut olayda, davacının zararı 36.653,45 TL olarak tespit edilmesine rağmen mahkemece, davalının kusuru nispetinde, 21.990,00 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 163. maddesi (818 sayılı BK m.142) gereğince; müteselsil sorumlulukta, zarar gören dilediği borçluya başvurma hakkına haizdir. Zarar gören dilerse sorumlulardan birine, dilerse hepsine veya bir kısmına karşı dava açabilir. Zira; müteselsil sorumlulukta kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludur. O halde mahkemece; davacı tarafın hem dava dilekçesinde, hem de ıslah dilekçesinde, zararın tamamının davalıdan tahsilini talep ettiği nazara alınarak, müteselsil sorumluluk ilkesi gereğince, zararın tamamından davalının sorumlu tutulması gerekirken, yanlış değerlendirme sonucu kusur nispetinde tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, bu husus hükmün davacı yararına bozulmasını gerektirmiştir. Diğer taraftan, davacı taraf, yanan mallar arasında dana etinin bulunduğunu iddia etmiştir. Delil olarak dayandığı 14.02.2012 tarihli faturada, 200 kg dana etinin satın alındığı anlaşılmaktadır. Davaya konu yangın, sözü geçen faturanın düzenlendiği tarihten üç gün sonra, 17.02.2012 tarihinde çıkmıştır. Bir kısım tanıklar depoda yanmış et gördüklerini beyan etmişlerdir. Dosya içerisinde mevcut toplanan bu delillerle; yangın raporunda da belirtildiği üzere yanan mallar arasında dana etinin de bulunduğunun kabulü gerekir. Kural olarak zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarının tam olarak ispat edilemediği hallerde hakim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyebilir. (BK m.42, TBK m. 50) Hakimin bu konudaki takdir yetkisi, hem zararın varlığı, hem de miktarı konusundadır. Hal böyle olunca mahkemece; davacının dayandığı yangın raporu, fatura ve tanık beyanları göz önünde bulundurularak, yangın sırasında depoda dana etinin bulunduğunun kabulü ile fatura tarihinden 3 gün sonra yangının çıktığı, bu bağlamda faturada yazılı 200 kg etin bir kısmının yangın öncesi kullanılmış olabileceği göz önünde bulundurularak, ete yönelik hesaplanacak zarar miktarından, bir miktar indirim yapılarak, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu davacının dana etine yönelik zararını ispat edemediği gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Ayrıca, HMK'nın 266. (HUMK m.275) maddesi gereğince; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.

Somut olayda; davacının yangın nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararın tespiti, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için bu hususta bilirkişi raporu alınması gerekirken, eksik inceleme sonucu zarar tespitine yönelik rapor alınmaksızın karar verilmesi de doğru görülmemiştir. Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Kusur durumuna yönelik olarak alınan 14.06.2013 havale tarihli raporda; Vangölü Edaş'ın %60, Gevaş Belediye Başkanlığı'nın %20, bina sahibinin %20 oranında kusurlu olduğu rapor edilmişken, 16.01.2014 tarihli raporda; bina sahibinin %40, Vedaş'ın %60 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş, bu rapora davalı itiraz etmiş ise de, mahkemece davalı tarafın itirazları dikkate alınmaksızın 16.01.2014 tarihli rapor benimsenerek hüküm kurulmuştur. HMK'nın 279/2. maddesi gereğince; bilirkişi raporu Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hükme dayanak yapılabilir. Kural olarak bilirkişi raporu hâkimi bağlamaz. Hâkim raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasındaki çelişki varsa çelişki giderilmeden karar verilemez.

Ancak, Yargılama sırasında alınan kusur raporları arasında çelişki bulunmaktadır. Zira; ilk raporda, inşaat denetimini yapmayan buna rağmen Gayri Sıhhi Müesseselere ait açılma ruhsatı düzenleyen Gevaş Belediye Başkanlığı'nın %20 oranında kusurlu olduğu belirtilmişken, hükme esas alınan ikinci raporda Belediyenin kusuruna yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Buna göre mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilerek, dosyanın önceki bilirkişiler dışında oluşturulacak konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kuruluna tevdii ile dosyadaki raporlar arasındaki çelişkileri giderecek ve tarafların itirazlarını da karşılayacak şekilde Yargıtay denetime elverişli rapor alınarak, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, birbiriyle çelişen raporlardan sonuncusuna dayanılarak, raporlar arasındaki çelişki giderilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu husus hükmün davalı yararına bozulmasını gerektirmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.350 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı tarafa verilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 31.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 12. Ceza Dairesi
2015/4349 E., 2016/5349 K. T.30.03.2016
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ: Kişisel verilerin kaydedilmesi

ÖZET: Sanığın, “Birol Güven” isimli sahte facebook profili oluşturarak ilgi duyduğu katılana arkadaşlık isteği göndererek bir süre yazıştıkları, katılanın, sanık tarafından kullanılan profilin sahte hesap olduğunu anladıktan sonra, sanığın kullandığı sahte profili arkadaşlık listesinden çıkardığı, sonrasında sanığın kullandığı sahte profile, katılanın facebook hesabından elde ettiği resimleri koyarak, kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu işlediği iddiasına konu olayda, TCK'nın 135 ve 136. maddelerinde düzenlenen “Kişisel Verilerin Kaydedilmesi” ve “Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme” suçlarının konusunu oluşturan kişisel veri kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı, herkes tarafından bilinmeyen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olmayan, kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerektiği, belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilginin, hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, TCK'nın 135. maddesinde “Kişisel verilerin kaydedilmesi” başlığı altında, belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilginin, başkasına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi, aynı Kanunun 136/1. maddesinde “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” başlığı altında birbirinden bağımsız iki ayrı suç olarak tanımlanmıştır.

KARAR: Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan “kişisel veri” kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA'sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir. Herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda “kişisel veri” olarak kabul edilmekte ise de, anılan maddenin uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için, maddenin uygulamasında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması, olayda herhangi bir hukuk dalı tarafından kabul edilebilecek bir hukuka uygunluk nedeni veya bu kapsamda nazara alınabilecek bir hususun bulunup bulunmadığının saptanması ve sanığın eylemiyle hukuka aykırı hareket ettiğini bildiği ya da bilebilecek durumda olduğunun da ayrıca tespit edilmesi gerekir. Bu bilgiler ışığında somut olayımız açısından, sanık tarafından oluşturulan sahte facebook profilinde, katılanın facebook profilinden elde edilen resimlerin yayınlanması eyleminin suç olarak kabul edilmesi halinde, eylemin kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu değil, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturabileceği, bahse konu resimlerin dosya kapsamında bulunmadığı, ancak; Sanığın kovuşturma aşamasında verdiği ifadesinde “Davaya konu fotoğrafları ben facebook isimli sosyal paylaşım sitesinden aldım. Ben bu sitede kendisi ile arkadaştım. Zaten bu fotoğrafları herkese açıktı, müştekinin benim elimde herhangi bir fotoğrafı yoktur.” şeklindeki savunması, katılanın kovuşturma aşamasında verdiği ifadesinde “benim fotoğraflarım arkadaşım olmayanlara engelliydi. Sadece bir tane profil fotoğrafım herkese açıktı. Sanık büyük ihtimalle o fotoğrafımı almış olabilir.” şeklindeki beyanı dikkate alındığında, bahse konu fotoğrafın, katılanın herkese açık profilinden elde edildiği, bu fotoğraflara kolaylıkla ulaşılabildiği, fotoğrafın özel hayata ilişkin olduğuna dair bir iddiada da bulunulmadığı dikkate alındığında, özel hayata ilişkin olmayan, herkese açık facebook profilinden kolaylıkla elde edilen fotoğrafların, ilgilinin isim ve soy ismi kullanılmadan, sadece başka bir facebook profilinde yayınlanması eyleminin suç olarak kabul edilemeyeceği, bu eylemlerin yalnızca özel hukuk yaptırımlarına konu olabileceği göz önüne alındığında mahkemece sanık hakkında beraat kararı verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş olup, yapılan yargılama sonunda yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, mahalli Cumhuriyet savcısının, atılı suçun unsurlarının oluştuğuna ve mahkumiyet istemine ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 30.03.2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.


Danıştay 6. Daire Başkanlığı
2015/2662 E., 2015/7471 K. T.17.09.2015
MAHKEME: İdare Mahkemesi

TALEP: Dava, ........Genel Müdürlüğü emrinde Daire Başkanı olarak görev yapan davacının, Ankara 9. Bölge Müdürlüğü emrine mühendis olarak atanmasına ilişkin 15/05/2014 gün ve 761 sayılı işlemin iptali, yoksun kaldığı parasal haklarının dava tarihinden itibaren hesaplanarak yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

KARAR: Davacı, somut bir neden ortaya konulmaksızın tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığını öne sürerek idare mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 76. maddesinin 1. fıkrasında "Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68. maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler." hükmüne yer verilmiştir. Bu madde ile memurların naklen atanmaları konusunda idareye tanınan takdir yetkisinin kullanımının mutlak ve sınırsız olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu ve bu açıdan yargı denetimine tabi bulunduğu İdare Hukukunun bilinen ilkelerindendir. Buna karşılık, sözü edilen takdir yetkisinin, ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri göz ardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, sözü edilen bu durumun dava konusu idari işlemin neden ve amaç yönlerinden hukuka aykırılığı nedeniyle iptalini gerektireceği hususunun yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunduğunu da vurgulamak gerekir. Dava dosyasının incelenmesinden, 27/12/1996 tarihinde ........emrinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli mühendis olarak göreve başlayan davacının, 1996-2004 yılları arasında ...... Şube Müdürlüğünde, 2004-2011 yılları arasında ..........Bakanlığı ......... Daire Başkanlığı emrinde Şube Müdür Vekili olarak görev yaptığı, 08/07/2011 tarihinde memur kadrosuna atandığı, 12/08/2011 günlü, 45 sayılı Bakanlık Oluruyla Daire Başkanlığına vekaleten atandığı, 26/03/2012 tarihli Bakanlık Oluruyla aynı göreve asaleten atandığı, dava konusu edilen 15/05/2014 gün ve 761 sayılı işlemle 657 sayılı Kanun'un 76.maddesi dayanak alınarak Ankara 9. Bölge Müdürlüğü emrine mühendis olarak atandığı, davacı hakkında herhangi bir soruşturmanın ve disiplin cezasının bulunmadığı, 2009 ve 2010 yıllarına ait sicillerinin çok iyi düzeyde (99 puan) belirlendiği anlaşılmaktadır.

Davalı idare emrinde Daire Başkanı olarak görev yapan davacının bu görevinden alınarak mühendis olarak atanmasında davalı idarece herhangi bir gerekçe ileri sürülmediği gibi davacının görevinde başarısızlığı yada yetersizliği hususunda da somut bir neden ortaya konulmamıştır. Bu durumda, Daire Başkanı olarak görev yapan davacı hakkında yapılmış herhangi bir soruşturma veya verilmiş bir disiplin cezasının olmadığı görüldüğünden, somut bir neden ortaya konulmaksızın salt takdir yetkisi kullanılarak tesis edilen dava konusu idari işlemde ve davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.

HÜKÜM: Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Ankara 15. İdare Mahkemesi'nce verilen 12/12/2014 günlü, E:2014/1246, K:2014/1775 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, kullanılmayan 45,60 TL yürütmeyi durdurma harcının davacıya iadesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay'a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 17/09/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı Nilgün Kaya Başvurusu
Başvuru Numarası:2012/1146
Karar Tarihi:31/12/2014

BAŞVURUNUN KONUSU: Başvurucu özel hayatına ilişkin unsurlar içeren CD kaydının aleyhine açılan boşanma davasında hükme dayanak olarak kullanıldığını, ayrıca nafaka talebinin reddedilmesinin, kararın gerekçesiz olmasının ve müşterek çocuğun tanık olarak dinletilmesi taleplerinin reddinin adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturduğunu, bu nedenle Anayasa'nın 5., 10., 20., 24., 36., 41. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, yeniden yargılama yapılması ile uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

ÖZET: Başvuruya konu yargılama evrakının incelenmesinden, bahse konu davanın şiddetli geçimsizlik olgusuna dayalı boşanma davası olduğu, iddiaya konu CD'nin davacı tarafça delil olarak Mahkemeye sunulduğu, başvurucu tarafından da CD içeriğinde yer alan ve kendisine ait olan beyanların davacı ile yaptığı bir tartışma kapsamında kaydedilmiş olduğunun belirtildiği, CD içeriğinin bilirkişi vasıtasıyla dökümünün yaptırıldığı ve içerikte başvurucu tarafından davacıya kişilik haklarının ihlali olarak nitelenen sözler söylendiğinin Mahkemece tespit edildiği görülmektedir. Söz konusu CD'nin delil olma niteliğinin Mahkemece değerlendirildiği ve gerekçede de CD'de yer alan konuşmaların tarafların ortak hayatlarının sürdüğü müşterek hanede yapıldığı ve bu yerin özel alan olarak nitelendirilmesinin evlilik müessesesi ile bağdaşmayacağı belirtilerek ilgili delile değer atfedildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır. CD içeriği ve bilirkişi raporuna başvurucu tarafça vakıf olunduğu ve içeriğindeki beyanlar kabul edilmekle birlikte bir tartışma sonrasında söylenilen sözler olduğu belirtilerek delil içeriğine erişilerek tartışıldığı, yargılama sürecinde şiddetli geçimsizlik olgusunu ispat için gösterilen taraf tanıklarının da dinlenildiği ve Mahkemece söz konusu deliller kapsamında, başvurucunun davacıya karşı sözlü ve fiili saldırılarda bulunduğu tespitlerine yer verilerek şiddetli geçimsizliğe neden olan olaylarda kusurun ağırlığının başvurucuda olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra başvurucu tarafından, yapılan yargılama sırasında müşterek çocuğun tanık olarak dinletilmesi taleplerinin reddedildiği iddia edilmiş olmakla birlikte, başvurucu tarafından dosyaya sunulan 15/3/2011 tarihli delil listesinde gösterilen tanıklar arasında söz konusu şahsa yer verilmediği ve Mahkemece bu doğrultuda, ikinci tanık listesi verme yasağının kamu düzenini ilgilendirdiği, bu nedenle belirtilen talebin reddedildiği hususunun gerekçeli kararda açıklandığı görülmektedir. Bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak derece mahkemelerine ait olup, başvurucu tarafından delil niteliği tartışılan CD'nin çelişmeli bir yargılamada tarafların iddia ve beyanları kapsamında incelendiği, başvurucu tarafından da ilgili delil içeriğine ulaşılarak değerlendirme yapılmasının sağlandığı, ek tanık dinletilmesi talebinin ise gerekli usul kesitinden sonra ileri sürüldüğü belirtilerek Mahkemece kabul görmediği ve belirtilen bu tespitler çerçevesinde, delillerin değerlendirilmesi bağlamında yargılamayı hakkaniyete aykırı hale getirecek bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmakla, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

HÜKÜM: Açıklanan gerekçelerle; başvurucunun, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, delillerin değerlendirilmesinin adil olmadığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 31/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.