img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
2014/5053 E., 2014/15181 K., T. 12.05.2014

Yargıtay Ceza Genel Kurulu
2014/328 E., 2014/386 K., T. 16.09.2014

DANIŞTAY 15. Dairesi
2016/2410 E.,2016/3529 K. T. 12.05.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı
Başvuru Numarası: 2014/16701
Karar Tarihi: 13/10/2016

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
2014/5053 E., 2014/15181 K., T. 12.05.2014
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi

ÖZET : Karayolları Trafik Kanunu'nun 3’ncü maddesinde araç sahibi olarak, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi tanımı verilmiş bulunmakta olup, araç üzerindeki mülkiyetin ise, Karayolları Trafik Kanunu'nun 20 nci maddesi uyarınca noterlikçe düzenlenen satış sözleşmesi ile başkasına geçeceği yine satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyetinin sona ereceği ve yeni malikin vergi mükellefiyetinin başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Somut olayda davacının, 07.01.2008 tarihi itibariyle araç mülkiyetinin adına geçtiğinin tespitini istemekte hukuki yararı bulunduğu gibi, davalı ilk malik E. A.’ ya da husumet düşmektedir. Bununla birlikte davalı gerçek kişi olup, Vergi mahkemelerinde gerçek kişi aleyhine dava ikame edilemeyeceği de nazara alındığında, mahkemece işin esasına girilmek suretiyle hüküm tesisi gerekirken, yazılı gerekçe ile yargı yolu nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

KARAR: Davacı; davalı E. A. adına kayıtlı ... plaka sayılı aracı Sakarya 2.Noterliğinin 07.01.2008 tarihli sözleşmesi ile satın aldığını, araç kaydında davalıya ait vergi borcu nedeni ile aracın devrini alamadığını ileri sürerek aracın mülkiyetinin tespiti ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davalıya tebligat yapılmaksızın dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde Vergi Mahkemeleri görevli olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı eldeki dava ile, davalıdan noterde yapılan sözleşme ile aracı satın almasına rağmen araç kaydında davalıya ait vergi borcu nedeni ile aracın devrini alamadığını ileri sürerek aracın mülkiyetinin tespiti ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. İncelenen dosya içeriğine göre Sakarya 2. Noterliğinin 07.01.2008 tarihli kati araç satış sözleşmesine göre davacının davaya konu aracı satın aldığı, ancak araç üzerinde Kocasinan Vergi Dairesinin 24.09.1999 tarih 274 sayılı yine aynı vergi dairesinin 08.06.2000 tarih 15959 sayılı haciz ve 14.02.2008 tarih 5539 sayılı Hacizli Yakalama şerhinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Karayolları Trafik Kanunu'nun 3’ncü maddesinde araç sahibi olarak, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi tanımı verilmiş bulunmakta olup, araç üzerindeki mülkiyetin ise, Karayolları Trafik Kanunu'nun 20 nci maddesi uyarınca noterlikçe düzenlenen satış sözleşmesi ile başkasına geçeceği yine Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona ereceği ve yeni malikin vergi mükellefiyeti başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Hal böyle olunca davacının 07.01.2008 tarihi itibariyle araç mülkiyetinin adına geçtiğinin tespitini istemekte hukuki yararı bulunduğu gibi, davalı ilk malik E. A.’ya da husumet düşmektedir. Bununla birlikte davalı gerçek kişi olup, Vergi mahkemelerinde gerçek kişi aleyhine dava ikame edilemeyeceği de nazara alındığında, mahkemece işin esasına girilmek suretiyle hüküm tesisi gerekirken, yazılı gerekçe ile yargı yolu nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 12.5.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay Ceza Genel Kurulu
2014/328 E., 2014/386 K., T. 16.09.2014
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ: KAMU GÖREVLİSİNE GÖREVDEN DOLAYI HAKARET

ÖZET: Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan sanık S.. K..'nın 5237 sayılı TCK'nın 125/3-a, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 19.12.2006 gün ve 573-656 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 20.02.2013 gün ve 24950-3378 sayı ile; "Mahkemece; sanığın duruşmada müştekiye yönelik olarak söylediği kabul edilen 'Allah belanı versin' sözünün beddua niteliğinde olup hakaret olarak nitelendirilmeyeceği gözetilmeden unsurları oluşmayan suçtan sanığın beraatı yerine mahkumiyetine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

KARAR: Şikâyetçi Z.. Ö..; Küçükçekmece l. Aile Mahkemesinde hakim olarak görevli olduğunu, olay tarihinde nöbetçi hakim olması nedeniyle tutuklanması talep edilen sanığın sorgusunu yaptığını, tutuklama kararını bildirdikten sonra odasına geçeceği sırada sanığın kendisine hitaben "Allah belanı versin" dediğini belirtmiş, suç tarihinde tutanak katibi olarak görev yapan tanık S.. K..ve polis memuru olan tanık A.. I.. olay tutanağı ile aynı doğrultuda olacak şekilde; sanığın sorgusu yapıldıktan sonra görevli hakime "Allah belanı versin" dediğini beyan etmişler, polis memuru olarak görev yapan tanık U..Ş.. ise soruşturma aşamasındaki ifadesinde; sanığın görevli hakime "Sen nasıl hakimsin, Allah belanı versin" dediğini, kovuşturma aşamasında da bu ifadeden kısmen farklı olacak şekilde "Allah belanı versin, ne biçim hakimsin" dediğini açıklamış, sanık aşamalarda; tutuklama kararından etkilenerek sorguyu yapan hakime "Allah belanı versin" dediğini kabul etmiş, temyiz dilekçesinde ise bu sözü görevli hakime değil, diğer şüpheli arkadaşına söylediğini savunmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" başlıklı 125. Maddesinin ilk üç fıkrası;"1- Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. 2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. 3- Hakaret suçunun; b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, işlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz..." şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'ndan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.430) 5237 sayılı TCK'nın "Soruşturma ve kovuşturma koşulu" başlıklı 131. Maddesinin birinci fıkrasında ise; "Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır" hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, TCK'nın 125. Maddesinin birinci fıkrasında hakaret suçunun temel şekli, üçüncü fıkrasında ise nitelikli halleri düzenlenmiş, aynı kanunun 131/1. maddesinde kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret dışında kalan hakaret suçlarının şikâyete tâbi olduğu açıkça ifade edilmiştir. Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Öte yandan, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde beddua; "Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, bir kimse için kötü dilekte bulunma, kötü dua, ilenme, ilenç", "belâ" ise; "İçinden çıkılması güç sakıncalı durum, büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse, hak edilen ceza" şeklinde tanımlanmıştır. Bir kimsenin zarar ve sıkıntıya düşmesini yaratıcıdan dileme mahiyetindeki sözlerin açıkça, kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermediği veya sövmek fiilini oluşturmadığı takdirde hakaret olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır. Bu kapsamda, sadece "Allah belanı versin" cümlesi ile ortaya konulan bir beddua ifadesi, rahatsız edici olmakla birlikte onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil isnadı veya sövme olmaması nedeniyle TCK'nın 125. maddesi anlamında suç olarak kabul edilemeyecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.07.2001 gün ve 132-155 sayılı kararında da; "Allah belasını versin" sözünün Tanrısal ceza dileme ve beddua anlamında olup tahkir ve tezyif içerdiğinden söz edilemeyeceğine işaret edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hırsızlık suçundan hakkında soruşturma başlatılan ve tutuklanması talebiyle hakim önüne çıkartılan sanığın, kendisinin haksız bir şekilde tutuklanmasına karar verildiğini düşünerek bunun sorumlusu olarak gördüğü sorguyu yapan hakime yönelttiği "Allah belanı versin" şeklindeki ifade, beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici bir söz ise de, şikâyetçi hâkimin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir. Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın beraatine hükmolunması gerektiği gözetilmeden, unsurları oluşmayan suçtan mahkûmiyet kararı verilmesi isabetsizdir. Bu itibarla; yerel mahkeme direnme hükmünün, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. K..; "Sanık tutuklanmasının akabinde tutuklayan hâkime görevlilerin yanında 'Allah belanı versin' diyerek salonu terk etmiştir. Çoğunluk bu sözü beddua olarak kabul ederek suç olmadığına hükmetmiştir. Temelde bu söz beddua ise de oluşa ve söylenen kişiye göre sövme olarak vasıflandırılabilir. Hâkimin gıyabında bir makalede veya bir televizyon söyleşisinde kullanılsa oluşa göre suç olmayabilir. Ancak; hakimin görevi sırasında kamu otoritesini, makam sahibinin prestijini sarsacak veya saygınlığını rencide edecek şekilde söylenirse sövme suçunu oluşturur. 5237 sayılı Yasa'nın 125. maddesinde saygınlığı rencide edebilecek veya saygınlığa saldırı bu suçun unsurları arasında sayılmış olup bir hakime başkalarının bulunduğu bir ortamda 'Allah belanı versin' demek hem kişinin hem de mahkemenin saygınlığına saldırıdır. Görevli polislerin önünde sanığın hakime karşı 'Allah belanı versin' demesi o kişinin ve mahkemenin prestijini ve hakimin otoritesini sarsar. Prestijin Türkçe karşılığı itibardır. İtibarı sarsan bir sözcük de sövme suçunu oluşturur. Bu söz kavga esnasında bir şahsa söylense veya bir siyasiye söylense beddua ya da ağır eleştiri olarak görülebilir. Ancak bir makam sahibine söylendiğinde, hele hele bir hakime söylendiğinde durum farlılık arz eder. Suç olmadığı kabul edilirse bütün sanıklar hakime 'Allah belanı versin' diyerek salonu terk eder. Bu da kamu otoritesinin sarsılmasına neden olur. Nitekim Anayasanın 26/2. fıkra son cümlesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğü başlığıyla düzenlenen 10/2. fıkrada yargılama görevi yapanlar ve yargı gücü otoritesi yönünden ifade özgürlüğü yönünden bir ayrıcalık öngörmüştür. İzah edilen nedenlerle hükmün onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum" düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmayan diğer altı Genel Kurul Üyesi de; "suçun unsurlarının oluşması nedeniyle direnme hükmünün onanması gerektiği" şeklindeki benzer düşünceyle karşı oy kullanmışlardır.

HÜKÜM: Direnme hükmünün, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


DANIŞTAY 15. Dairesi
2016/2410 E.,2016/3529 K. T. 12.05.2016
MAHKEME: İdare Mahkemesi

ÖZET: Davacının ayağına duvar düşmesi neticesinde yaralanması üzerine kaldırıldığı … Devlet Hastanesi'nde yeterli müdahalenin yapılmayarak sağ ayak baş parmağının kesilmesine neden olunduğu iddiasıyla 4.000,00-TL maddi, 10.000,00-TL manevi tazminatın 07.01.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; …. İdare Mahkemesi'nce, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmemesine yönelik verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

KARAR: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştay’ın, a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir. Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine, …. İdare Mahkemesi'nin 16/11/2015 tarih ve E:2015/1506; K:2015/1327 sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı
Başvuru Numarası: 2014/16701
Karar Tarihi: 13/10/2016

BAŞVURUNUN KONUSU: Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İhlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, mahrem alanına ilişkin bilgiler içeren başvuru hakkında verilecek kararın yayımlanması söz konusu olabileceğinden kimliğinin gizli tutulmasını talep etmiştir.

ÖZET: Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin, belirli ve somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular göz önüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı görülmektedir. Bu bağlamda idarenin ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal ortamlardan tanıştığı kadınlarla birliktelik yaşadığı, bunların bir kısmının yabancı uyruklu olduğu, ahlaki yönden özenli bir yaşam sürmediği tespitlerine yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam eylemleri olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. AYİM kararında ise, başvurucunun ifade alma işleminin usul ve içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen anılan ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan itibaren tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiği hususunun ortaya konulmadığı görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK'dan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri sürülen iddialar hakkında bir araştırma yapılmadığı ve ayırma işlemine gerekçe olarak gösterilen eylemlerin idarece öğrenilmesine rağmen iki yıl boyunca başvurucu hakkında herhangi bir işlem tesis edilmediği görülmüştür. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

HÜKÜM: Açıklanan gerekçelerle; kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE, özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE, başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE, Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.