img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu
2014/1 E.-2017/2 K.T.17.03.2017

Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2014/7809 E.-2017/118 K.T. 12.01.2017

Danıştay 15. Daire
2016/10002 E.-2017/1353 K.T. 23.03.2017

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/20389
Karar Tarihi: 13.04.2017

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu
2014/1 E.-2017/2 K.T.17.03.2017
Mahkemesi: Yargıtay Hukuk Gelen Kurulu ile Yargıtay Hukuk Daireleri

TALEP: İlama dayalı para alacağının tahsili için ilamsız takip yolu ile takibe geçilip geçilemeyeceği konusunda Hukuk Genel Kurulu ile Daireler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarının birleştirilmesi talep edilmiştir.

ÖZET: Hukuk Genel Kurulu kararının yoruma elverişli olmayacak kadar açık biçimde hukuki görüş ortaya koyduğu ve bu haliyle anılan kararın, Hukuk Daireleri kararlarıyla bir arada değerlendirilmesi ile aykırılık kapsamında bulunduğu ve içtihatların birleştirilmesi görevinin Yargıtay Kanunu’nun 16 ncı maddesinin 5 inci bendi uyarınca Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kuruluna ait olduğu ileri sürülmüşse de yukarıda belirtilen nedenlerle bu görüş benimsenmemiştir.

KARAR: Yargıtay Kanunu’nun “Yargıtay Büyük Genel Kurulunun Görevleri” kenar başlıklı 16 ncı maddesinin 5 inci bendinde; “Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararlan veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi: Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir ceza dairesi arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek” görevini Büyük Genel Kurula bırakmıştır.

Aynı Yasanın “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” kenar başlıklı 15 inci maddesinin 2 nci bendi ise “Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunması” halinde bu aykırılığın giderilmesi görevini Hukuk Genel Kuruluna vermiştir.

Hukuk Genel Kurulu kararının asıl konusunun hakem kurulu kararının ilam niteliğinde sayılıp sayılmayacağı ve buna dayalı olarak girişilen ilamsız icra takibine itiraz üzerine verilen kararda kötüniyet tazminatına karar verilip verilemeyeceği olduğu; bu bakımdan kararda geçen “Anılan belge ilam hükmünde olsa bile, bozma ilamında da açıklandığı üzere, elinde ilam hükmünde bir belge bulunan alacaklının ilamsız icra takibi yapmasını engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur” ibaresinin sadece açıklama amacıyla karara dercedildiği ve o karara konu uyuşmazlığın çözümü ile ilgisinin bulunmadığı; bu haliyle esas uyuşmazlığa temas etmeyen ibarenin Hukuk Genel Kurulunun nihai görüşünü yansıtmadığı kabul edilmiştir.

Bu durumda Hukuk Genel Kurulunun anılan karan ile Yargıtay Dairelerinin kararları arasında çelişki olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Yargıtay Kanunu’nun 15 inci maddesinin ikinci bendindeki görev düzenlemesine dönüldüğünde, ortada sadece hukuk daireleri arasında içtihat aykırılığı bulunduğu gözetilerek içtihatları birleştirme görevinin Büyük Genel Kurulda değil Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda olduğu tartışmasızdır,

Ön sorunun görüşülmesi sırasında Hukuk Genel Kurulu kararının yoruma elverişli olmayacak kadar açık biçimde hukuki görüş ortaya koyduğu ve bu haliyle anılan kararın, Hukuk Daireleri kararlarıyla bir arada değerlendirilmesi ile aykırılık kapsamında bulunduğu ve içtihatların birleştirilmesi görevinin Yargıtay Kanunu’nun 16 ncı maddesinin 5 inci bendi uyarınca Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kuruluna ait olduğu ileri sürülmüşse de yukarıda belirtilen nedenlerle bu görüş benimsenmemiştir.

Açıklanan gerekçelerle içtihadı birleştirme evrakının, talebi incelemekle görevli Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kuruluna gönderilmek üzere Yüksek Birinci Başkanlığına tevdiine karar vermek gerekmiştir.

“İlamların genel haciz yolu ile ilamsız takibe konu edilip edilmeyeceği” hususunda içtihatların birleştirilmesi isteminin incelenmesi görevinin Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu anlaşılmakla, evrakın adı geçen Kurula gönderilmek üzere Yüksek Birinci Başkanlığına tevdiine 17.03.2017 günlü oturumda oyçokluğu ile karar verilmiştir.


Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2014/7809 E.-2017/118 K.T. 12.01.2017
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

SUÇ: Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme

ÖZET: Sanığın kopyaladığı kayıtlarda yer alan bilgilerin ticari sır veya müşteri sırrı niteliğinde olup olmadığı hususlarında konusunda uzman bilirkişilerden rapor alınması ve hasıl olacak sonuca göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekmektedir.

KARAR: Suç tarihinde, katılan şirket bünyesinde mühendis olarak çalışmakta olan sanığın, şirketin ana bilgisayara güvenlik sistemini devre dışı bırakıp uzaktan girerek kendi bilgisayarına veri transferi yaptığı ve 2490 adet dosyayı şifreleyerek ZIP formatında harici belleğe kopyalayıp yeni işe başladığı firmanın ana bilgisayarına aktardığı iddia edilen olayda sanık ve müdafiin, kopyalandığı iddia edilen verilerin ticari sır veya müşteri sırrı niteliğinde olmadığını beyan ederek atılı suçlamayı kabul etmedikleri, katılan tarafın ise söz konusu bilgilerin ticari sır niteliğinde olduğunu beyan ettikleri, dosya arasında mevcut kayıtların teknik bilgi ve tecrübeyi gerektiren konulara ilişkin olduğu nazara alınarak; kopyalanan kayıtlarda yer alan bilgilerin ticari sır veya müşteri sırrı niteliğinde olup olmadığı hususlarında konusunda uzman bilirkişilerden rapor alınması ve hasıl olacak sonuca göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321 maddesi uyarınca bozulmasına, 12/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 15. Daire
2016/10002 E.-2017/1353 K.T. 23.03.2017
MAHKEME: İdare Mahkemesi
TALEP: İdari işlemin iptali

ÖZET: Adli süreçlerde tektipliği öngören usul kuralları ve bu kapsamda başvuru süreleri, başvurucular açısından keyfilikten uzak, eşit muamele imkanı yoluyla öngörülebilirlik sağlamakta, böylece hukuki güvenliği temin etmektedir. Ancak adli süreçte istikrarı sağlamak için getirilmiş prosedürlerin, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve kişinin mahkemeye erişimini engelleyecek şekilde uygulanmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.

KARAR: Dava, davacının, ikamet etmekte olduğu yörede meydana gelen terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığı ve hala köye dönemediğinden bahisle malvarlığına ilişkin olarak uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle başvuruya cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; davacı vekilince İl Valiliğine yapılan başvuru üzerine 5233 sayılı Kanunda belirtilen altı aylık sürenin son bulduğu ve bu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen sürenin geçirilerek geç açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenebilmesine hukuken imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.Davacı tarafından, anılan Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Kişinin Hakları ve Ödevleri" başlıklı II. Bölümünün, "Hak Arama Hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma haklarına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay'da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu, 10. maddesinde ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, istemin reddi veya zımnen reddi hallerinde dava açma süresi içinde dava açılabileceği ve 15. maddesinin 1/b bendinde ise, süre aşımı halinde davanın reddine karar verileceği kuralı yer almıştır.

5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde; " Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.", 6. maddesinde de; "Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir. Komisyon, zarar görenlerce yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir..." hükmüne yer verilmiştir.

20.10.2004 tarih ve 25619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, Komisyonlara yapılacak başvuruların süresi, şekli ve sonuçlandırılması başlıklı 8. Maddesinde, komisyonun, yapılan her başvuru ile ilgili çalışmalarını başvuru tarihinden, başka mercilere yapılan başvurularda başvurunun ilgili valiliğe ulaşmasından itibaren ay içinde tamamlamak zorunda olduğu, zorunlu hallerde bu sürenin komisyon kararı ve vali onayı ile üç ay daha uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.

Adli süreçlerde tektipliği öngören usul kuralları ve bu kapsamda başvuru süreleri, başvurucular açısından keyfilikten uzak, eşit muamele imkanı yoluyla öngörülebilirlik sağlamakta, böylece hukuki güvenliği temin etmektedir. Ancak adli süreçte istikrarı sağlamak için getirilmiş prosedürlerin, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve kişinin mahkemeye erişimini engelleyecek şekilde uygulanmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Yukarıda yer verilen hükümler uyarınca, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara yaptıkları başvuruya altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı ve bu altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmış olmakla birlikte, 5233 sayılı Kanunda idarelerin işlem tesis etme süreleri ile ilgili olarak farklı bir düzenlemeye gidilmiştir. Anılan Kanunun 6. maddesinde, zarar görenlerce yapılacak başvurular ile ilgili çalışmaların, başvuru tarihinden itibaren 6 ay içinde tamamlanmak zorunda olduğu, zorunlu hâllerde ise, bu sürenin vali tarafından 3 ay daha uzatılabileceği belirtilmiş ise de, sürenin hangi hallerde uzatılabileceği, idareye başvuru tarihinden itibaren 6 ay içerisinde başvuruların sonuçlandırılamaması ve bu sürenin 3 ay daha uzatılmış olması hallerinde başvuruculara durumu açıklayıcı bir bildirim yapılıp yapılmayacağına veya başvurucuların bu durumdan haberdar olup olmadığının tespitine yönelik mevzuatta bir düzenleme bulunmamaktadır. İş yoğunluğu durumu dikkate alınarak başvurucuların sürenin 3 ay uzatılmış olabileceğini düşünmeleri de olasıdır. Başvurucuların sürenin 3 ay uzatılıp uzatılmadığını bilmediği hallerde, dava açma süresinin bu durumun göz ardı edilerek hesaplanması hak arama hürriyetinin dayanaktan yoksun olarak kısıtlanması anlamına gelir. Bu da, hukuken kabul edilebilir bir durum değildir.Bu nedenlerle, 5233 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca yapılan başvuruya 6 ay içerisinde cevap verilmemesi durumu zımni ret olarak kabul edilip bu 6 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde dava açılabileceği gibi, başvurunun sonuçlandırılma süresinin 3 ay uzatıldığı düşünülerek 6+3 aylık sürenin dolması üzerine, bu sürenin zımni ret olarak kabul edilip, 6+3 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde de dava açılabileceği sonucuna varılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacı vekilince Zarar Tespit Komisyonuna başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanunda belirtilen 6+3 aylık sürenin son bulduğu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen 60 gün içinde kayda giren dilekçe ile süresinde davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi'nin kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/20389
Karar Tarihi: 13.04.2017
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
TALEP: İcra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlali

ÖZET:Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. somut olayda yukarıda belirtilen nitelikteki yargı kararının yaklaşık on ay geçtikten sonra icra edilmiş olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna varmak gerekir.

KARAR: Başvurucu tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde Milli Savunma Bakanlığı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında 61.250 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay tarafından onanmış, taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine yargılama süreci sona ermiştir.Başvurucu Asliye Hukuk Mahkemesince lehine hükmedilen tazminatın ödendiğini ifade etmiştir.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.Kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, icra edilebilir bir yargı kararının hiç icra edilmemesi ya da icranın makul süre içinde yapılmaması, kararın verildiği yargılamada sağlanmış olan mahkemeye erişim hakkı dâhil adil yargılanma hakkı güvencelerini anlamsız hâle getirir. Dolayısıyla böyle bir durum mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurur. Öte yandan mahkeme kararına dayanan icra edilebilir bir alacak, mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade eder. Kamu kurum ve kuruluşları aleyhine hükmedilmiş böyle bir alacağın hiç ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesi suretiyle oluşan belirsizlik, mülkiyet hakkının ihlaline neden olur.Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararları dikkate alındığında somut olayda yukarıda belirtilen nitelikteki yargı kararının yaklaşık on ay geçtikten sonra icra edilmiş olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna varmak gerekir.Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının edilmediğine karar verilmesi gerekir.Mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna,Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine,yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına 13/04/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.