img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi
2016/14913 E., 2017/2608 K.T. 30/03/2017

Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2017/1401E., 2017/1359 K T. 12/04/2017

Danıştay 15. Daire
2016/10067 E. , 2017/1422 K.T. 29/03/2017

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/16964
Karar Tarihi: 11.05.2017

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi
2016/14913 E., 2017/2608 K.T. 30/03/2017
Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi
KONU: İtirazın İptali

ÖZET: Davalı şirketin kredi kartı ile Firmaya 215.000 TL sipariş verilen mala ilişkin ödeme yaptığı ancak mal tesliminin yapılmadığı, davacı tarafça ödemelerin şirket mağaza müdürüne yapıldığı, tahsilatın davalı şirket hesabına aktarılmama hususunun davalı şirketle şirket müdürü arasındaki iç ilişki niteliğinde olup, teslim edilmeyen mal karşılığı ödenen bedelin iadesi talebinin yerinde olduğu, davacının davalı şirketten alacaklı olduğunun sabit olduğu, davalı şirketin Mağaza Müdürü dava dışı hakkında açılan ceza davasının yargılaması sonucu hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan alınacak ceza ve beraatin bu dava için esasa etkili olmayacağından dava sonucunun beklenilmeyerek bedeli ödenen ancak mal teslimatı yapılmayan miktarla ilgili davanın kabulü gerektiği, alacağın likit bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi yerinde olmuştur.

KARAR: Davacı vekili, müvekkili şirketin yaklaşık 5 yıldır davalı şirketten televizyon ürünleri satın alıp kendi mağazasında sattığını, 23.01.2014 tarihinde muhtelif cins ve sayıda televizyon alımı için davalı şirketin Bankanın ilgili Şubesine kredi kartı ile 215.000 TL ödeme yapıp, karşılığında müvekkili şirket adına kesilmiş 10 adet tahsilat/avans makbuzları verildiğini, 06.02.2014 tarihinde teslimi kararlaştırılan malların teslim edilmemesi üzerine satış işleminin TBK'nın 212. maddesi uyarınca sona erdiğinden ödenen bedelin iadesi için keşide edilen ihtarnamenin sonuçsuz kalması nedeniyle alacaklarının tahsiline yönelik girişilen icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini iddia ederek, itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, HMK'nun 6. maddesinde belirtilen genel yetki kuralları gereği müvekkili şirketin merkezinin bulunduğu mahkemenin yetkili olduğunu, müvekkili şirketin Mağazası Müdürü dava dışı Firma tarafından gerçekleştirilen ve davacının da dahil olduğu bazı firmalarla ilgili şüpheli işlemlerle ilgili soruşturma dosyası bulunduğunu, dava dışı şirketlere faturada gösterilen bedellerin altında bir tutar tahsil edilmek suretiyle satış yaptığı, şirketlerin ödemelerinin başka şirketlere kaydırıldığı, şirketlere fazladan ürün teslim edildiği, şirketlerin satın aldıkları ürün bedellerini ödediklerinin öğrenildiğini, kasten çıkarıldığı düşünülen yangın sonucu davalı şirketin bir kısım evrakının zayi olduğunu, davacı şirketin, yetkili mağaza müdürünün vekalet görevini kötüye kullandığını bilebilecek durumda olduğunu, davacının elindeki tahsilat makbuzlarının müvekkili şirket kayıtlarında bulunmadığını, davacı tarafından yapılan ödemelerin daha önce teslim alınmış mallar için mi yapıldığı yoksa teslim almadığı ürünler için mi yapıldığının belli olmadığını, davacının ödemeyi hangi ürün için yaptığının belli olmadığını, ispat yükünün kendisinde olduğunu, taraflar arasında hesap mutabakatı yapılamadığını, davacı yanın ödeme yapıp yapmadığını ya da ne için yaptığını ispatlayamadığını, satım sözleşmesine konu ürünlerin dahi belirlenemediğini, ceza soruşturmasının bekletici mesele yapılması gerektiğini, davacı yanın görevi kötüye kullanan vekil ile işlem yaptığını savunarak, davanın reddi ile lehlerine tazminata karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve toplanan delillere göre, taraflar arasında mal alışverişi şeklinde ticari ilişki bulunduğu, davalı şirketin kredi kartı ile Firmaya 215.000 TL sipariş verilen mala ilişkin ödeme yaptığı ancak mal tesliminin yapılmadığı, davacı tarafça ödemelerin şirket mağaza müdürüne yapıldığı, tahsilatın davalı şirket hesabına aktarılmama hususunun davalı şirketle şirket müdürü arasındaki iç ilişki niteliğinde olup, teslim edilmeyen mal karşılığı ödenen bedelin iadesi talebinin yerinde olduğu, davacının davalı şirketten alacaklı olduğunun sabit olduğu, davalı şirketin Mağaza Müdürü dava dışı hakkında açılan ceza davasının yargılaması sonucu hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan alınacak ceza ve beraatin bu dava için esasa etkili olmayacağından dava sonucunun beklenilmeyerek bedeli ödenen ancak mal teslimatı yapılmayan miktarla ilgili davanın kabulü gerektiği, alacağın likit bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 1.480,00 TL. duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 30/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2017/1401E., 2017/1359 K.T. 12/04/2017
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
KONU: Cinsel İstismar

ÖZET: Sanığın 18 yaşından küçük mağdurun eyleminin sarkıntılık düzeyini aşan çocuğun cinsel istismarı olup olmadığı hususunda delillerin takdir ve değerlendirmesinin üst dereceli olan ağır ceza mahkemesine aittir.

KARAR: Çocuğun basit cinsel istismarı suçundan sanık hakkında yapılan yargılama sırasında, sanığa isnat edilen eylemin kanunda belirtilen cezasının üst sınırı itibari ile yargılama görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğundan bahisle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 3 ve devamı maddeleri gereğince mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine dair Asliye Ceza Mahkemesinin kararına yönelik itirazın kabulü ile görevsizlik kararının kaldırılmasına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesinin değişik iş sayılı kararını müteakip, yapılan yargılama sırasında bu kez de sanığın eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun md. 103/6. kapsamında kaldığından bahisle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun md. 3 ve devamı maddeleri gereğince mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine dair Asliye Ceza Mahkemesinin kararına yönelik itirazın kabulü ile görevsizlik kararının kaldırılmasına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesinin 31/03/2016 tarihli ve 2016/435 değişik iş sayılı kararının dosya kapsamına göre, sanığın 18 yaşından küçük mağdurun eyleminin sarkıntılık düzeyini aşan çocuğun cinsel istismarı olup olmadığı hususunda delillerin takdir ve değerlendirmesinin üst dereceli olan ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilmeden, itirazların reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilerek görevsizlik kararlarının kaldırılmasında isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte tevdii kılınmakla gereği düşünüldü: Kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden talebin kabulü Ağır Ceza Mahkemesince verilen değişik iş sayılı Kararının CMK'nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine nazaran müteakip işlemlerin merciince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na TEVDİİNE, 12/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 15. Daire
2016/10067 E. , 2017/1422 K.T. 29/03/2017
MAHKEME: İdare Mahkemesi
KONU: İdari İşlemin İptali

ÖZET: Davacılar tarafından, meydana gelen zararın karşılanması amacıyla 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre başvuru yapıldığından, İdare Mahkemesince, davacılar yakınının ölümü ile idarenin eylemi arasında nedensellik bağının varlığının, dolayısıyla öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekirken; aktarılan yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

KARAR: Dava; davacılar tarafından, yakınlarının Şırnak İli, Cizre İlçesinde meydana gelen terör olayları nedeniyle güvenlik güçlerinin açmış oldukları ateş sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle uğradıkları ileri sürülen zararların karşılanması istemiyle İçişleri Bakanlığı'na yapılan başvuru sonucunda, dilekçelerinin Şırnak Valiliği'ne gönderildiğinin bildirimine ilişkin idari işlemin iptali ile maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesi'nce; dava konusu edilen İçişleri Bakanlığı'nın bilgi verici nitelikteki idari işleminin kesin ve yürütülebilir bir işlem olmaması nedeniyle iptal davasına konu olamayacağı gerekçesiyle davanın bu kısmının reddine, tazminat talebine gelince, tazminat talebinin öncelikle valilik bünyesinde oluşturulan Zarar Tespit Komisyonu tarafından değerlendirilmesi gerekeceğinden tazminat istemi hakkında bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekte olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve İdarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.

Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.

27/07/2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle "maddî" zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanun'un genel gerekçesinde "Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır." şeklinde ifade edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere; sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanunla kanunlaşması karşısında, sosyal risk ilkesine dayalı maddi tazminat istemlerinin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerekir. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebepleri nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacılar yakını Nihat Sömer'in 07/01/2016 tarihinde Şırnak ili Cizre İlçesi'nde meydana gelen terör olayları nedeniyle güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu öldürülmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle 14/03/2016 tarihli dilekçe ile İçişleri Bakanlığı'na yapılan başvuru sonucu, İçişleri Bakanlığınca başvurunun değerlendirilmek üzere dilekçenin Şırnak Valiliği'ne gönderildiğinin davacılara bildirilmesi üzerine, olayda hizmet kusuru bulunduğu, olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği ileri sürülerek bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Buna göre; davacılar tarafından, meydana gelen zararın karşılanması amacıyla 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre başvuru yapıldığından, İdare Mahkemesince, davacılar yakınının ölümü ile idarenin eylemi arasında nedensellik bağının varlığının, dolayısıyla öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekirken; aktarılan yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi'nin kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/03/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/16964
Karar Tarihi: 11.05.2017
MAHKEMESİ: İdare Mahkemesi
KONU: Anayasa Mahkemesini Yanıltıcı Nitelikte Başvuru Yapılması

ÖZET:Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 51. maddesi gereği başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin 2.000 Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.

KARAR: Başvurucu, Van ili Çatak ilçesi Korulu-Sığırcık mevkisinde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1990 yılında yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 8/2/2008 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.Komisyon kararında başvurucunun talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen ret işlemi aleyhine iptal davası açılmıştır. İdare Mahkemesinin kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay 15. Dairesinin ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına hükmedilmiştir.

Başvurucu kararın kesinleşmesinden sonra vefat etmiştir.

Bireysel başvuru formunda, iptal kararının kesinleşmesine rağmen idarece henüz yeni bir işlem tesis edilmediği belirtilmiştir.

2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 51. maddesi gereği başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin 2.000 Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.

İlgili düzenlemeler vasıtasıyla genel hukuk teorisinde bir kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve mahkemenin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların, başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür.

Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması, söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 28. maddesine göre gerçek kişiler hakkında sağ doğmakla başlayan kişilik, ölümle sona ermekte olup ölüm ile kişiliği sona erenler için artık hak ve fiil ehliyetine sahip olduklarından söz etmeye olanak bulunmamaktadır. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 43. maddesinde ve 513. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hükümlerinden anlaşıldığı üzere ise hukuki işlemden doğan vekâlet veren ile vekil arasında temsil yetkisine dair sözleşme, aksi kararlaştırılmadıkça veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça taraflardan birinin ölümü, ehliyetini kaybetmesi veya iflası ile hiçbir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden son bulacaktır. Bu bakımdan müvekkilin ölümü ile davaya vekâlet son bulduğundan müvekkilin sağlığında düzenlediği vekâletname ile yetkili kıldığı vekili (avukatı), müvekkilin ölümünden sonra onun adına dava açamaz.

Başvuru konusu olayda, başvurucu tarihinde vefat etmiş, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 2014 tarihinde avukat tarafından bireysel başvuru yapılmıştır.

Bu durumda, başvuru tarihinden önce vefat eden başvurucu adına aksi bir kanıya varılacak durum bulunmadığından vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvuruda, başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesi söz konusu olamayacaktır.

Başvuru konusu olayda başvurucu 2008’de Avukat’a vekâlet vermiştir. Nüfus kayıtlarına göre başvurucunun 2013’de vefat ettiği tespit edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 2014’de başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuru yapılmış, başvuru formunda başvurucunun öldüğü konusunda bir bilgiye yer verilmediği gibi başvuru sonuçlanana kadar da bir bildirimde bulunulmayarak Mahkemeyi yanıltıcı bir davranışın ortaya konulduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

Avukat aleyhine Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun’un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.

Açıklanan gerekçelerle; Başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle reddine, 6216 sayılı Kanun’un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 83. maddesi uyarınca Avukat’ın 2.000 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına,

Kararın bir örneğinin Zarar Tespit Komisyonuna, diğer örneğinin avukatın mensup olduğu Baroya gönderilmesine 11/5/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

NASIL ÇALIŞIR?

Otobil'inizi akaryakıt satış görevlisine gösterin. Akaryakıt satış görevlisi sisteme otobilinizi okuttuktan sonra otomatik olarak BaroKart’ ınız içerisinde bulunan bakiyenizden akaryakıt tutarı düşecek ve size sağlanan avantaj anında BaroKart'ınıza yansıtılacaktır.

Başvuru yapmak için tıklayınız.