img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/37808 E. 2017/18006 K.
K.Tarihi 14.09.2017

Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2016/6218 E. 2017/1133 K.
K.Tarihi 02.05.2017

Danıştay 15. Daire
2016/4542 E. 2017/2891 K.
K.Tarihi 23.05.2017

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası:2016/162
Karar Tarihi:15.11.2017

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/37808 E. 2017/18006 K.
K. Tarihi: 14.09.2017
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : İş akdinin haklı neden bulunmadan feshedildiğinin beyan edilerek kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti, fazla çalışma ve genel tatil alacaklarının tahsili talebi

ÖZET: Yargıtayca bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde değildir. Bozma ile birlikte önceki hüküm ortadan kalkarak hukukî geçerliliğini yitirir. Mahkemece bozulan karara atıf yapılarak yeni hüküm oluşturulamaz. Bozmadan önceki ve bozmadan sonraki kararlar 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesine uygun olmalıdır. Mahkemece yukarıdaki kanuni düzenlemeler ve ilkeler dikkate alınmaksızın, bozma sebebi yapılmayan alacak kalemleri hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm oluşturulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

KARAR: Mahkemece, davalı şirket yönünden, davacının edimini davalı şirketin ihale yoluyla teknik işlerini yürüttüğü .. San. ve Tic. Ltd. Şti. isimli şirkette ifa ettiği, davacının çalışmasını davalıdan sonra .. bünyesinde halen sürdürdüğü, iş sözleşmesini feshetme hakkının bulunmadığı, devredeninde fesih hakkının doğmadığı, devreden davalı şirketçe de dosyaya akdin feshedildiğine ilişkin bir belge sunulmadığı, işyeri devrinin fesih niteliğinde olmadığından feshe bağlı hakların da istenmesinin mümkün olamayacağı, kıdem ve ihbar tazminatı talep etme hakkının doğmadığı, diğer talep ettiği alacaklarını da ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddi gerektiği, diğer davalı ............... A.Ş. yönünden ise feragat nedeniyle davanın reddi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı tarafından temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesi tarafından sair temyiz itirazlarının reddine karar verilerek, kıdem tazminatı ve izin alacaklarının hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan mahkemece, bozma dışı kalan alacak hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararı davalı ... San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili temyiz etmiştir.

6100 sayılı HMK'nın 297. maddesi uyarınca, mahkeme kararlarının;

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile, kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi, içermesi, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi zorunludur. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir.

Somut olayda, bozma sonrası Mahkemece “Hafta tatili ücreti ve UBGT ücreti alacaklarının Yargıtay 7.Hukuk dairesinin 2015/27849 Esas ve 2015/22764 Karar ve 18/11/2015 tarihli Bozma ilamının kapsamı dışında kalması sebebiyle bu hususta karar verilmesine yer olmadığına” ve “Davalı....... Dağıtım A.Ş. açısından bozma öncesi davanın feragat nedeniyle reddine dair verilen karar bozma kapsamı dışında kaldığından yeniden karar verilmesine yer olmadığına, ” şeklinde hüküm oluşturulmuştur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2012 tarih, 2012/13-747 esas, 2012/84 karar sayılı ilamında ve Dairemizin emsal kararlarında belirtildiği gibi, Yargıtayca bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde değildir. Bozma ile birlikte önceki hüküm ortadan kalkarak hukukî geçerliliğini yitirir. Mahkemece bozulan karara atıf yapılarak yeni hüküm oluşturulamaz. Bozmadan önceki ve bozmadan sonraki kararlar 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesine uygun olmalıdır.

Mahkemece yukarıdaki kanuni düzenlemeler ve ilkeler dikkate alınmaksızın, bozma sebebi yapılmayan alacak kalemleri hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm oluşturulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2016/6218 E. 2017/1133 K.
K. Tarihi: 02.05.2017
Mahkeme: Ağır Ceza Mahkemesi
Konu: Yağma suçundan yargılanan tüm sanıkların yargılama giderlerinden ayrı ayrı sorumlu tutulması gerekliliği.

ÖZET: Yargılama giderlerinin her bir sanığın sebep olduğu tutar kadar ayrı ayrı yükletilmesi gerektiği gözetilmeden, eşit olarak alınmasına karar verilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 326/2. maddesine aykırı davranılması, bozmayı gerektirmiştir.

KARAR: Sanık ... ve ... savunmanları tarafından yasal süresinden sonra yapılan duruşmalı inceleme isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK.nın 318. maddesi gereğince REDDİNE, Hükmün açıklandığı 27.01.2016 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasında, sanıklar ... ve ...'in TCK'nın 149/1-a.c.h, 53, 63. maddeleri, sanık ...'ın TCK'nın 149/1.a.c.h, 31/3, 63. maddeleri ile cezalandırılmalarını talep ettiği, aynı duruşmada sanıkların ve savunmanlarının hazır olduğu, mütalaaya karşı diyecekleri ve esasa ilişkin savunmalarının sorulduğu, önceki savunmalarını tekrar ettiklerinin anlaşılması karşısında tebliğnamedeki bozma isteyen düşünce benimsenmemiştir. Kasten işlenen suçlarda hapis cezasına mahkumiyetin yasal sonucu olan ve 5237 sayılı TCK'nın 53/1.maddesinde öngörülen belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma tedbirlerinin, cezaların yerine getirilmesi (infaz) aşamasında gözetilmesi olanaklı kabul edilmiştir. Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Yargılama giderlerinin her bir sanığın sebep olduğu tutar kadar ayrı ayrı yükletilmesi gerektiği gözetilmeden, eşit olarak alınmasına karar verilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 326/2. maddesine aykırı davranılması, bozmayı gerektirmiş, sanıklar ..., ... ve ... savunmanlarının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme uygun olarak BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından yargılama giderlerine ilişkin bölümden eşit olarak alınmasına ibaresi çıkartılıp yerine, sorumlu oldukları oranda ayrı ayrı alınmasına tümcesinin eklenmesi suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 02/05/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi


Danıştay 15. Daire
2016/4542 E.2017/2891 K.
K. Tarihi: 23.05.2017
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: Trafik kazasında davacılar murisinin vefatı sonucu maddi ve manevi zararın tazmini talebi.

ÖZET: Talep edilen maddi tazminatın reddedilen bölümüne ilişkin olarak maktu olmak kaydıyla hesap yapılarak davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmelidir.

KARAR: Dava, davacıların murisi ... kullandığı ... plakalı aracın Akça Köyü'nden Viranşehir-Kızıltepe yoluna çıkmak istediği sırada ... plakalı aracın çarpması sonucunda meydana gelen çift taraflı trafik kazası sonucunda vefat etmesiyle neticelenen olayda yolun sağında (Yol Ver) levhasının bulunmadığı, bunun da idarenin kusurluluğuna yol açtığından bahisle, davacılar adına maddi ve manevi tazminat talebiyle toplam 150.000-TL'nin davalı idareden tazmini istemiyle açılmıştır.

... İdare Mahkemesince, Adli Tıp Kurumu'nun 26/10/2015 tarihli raporunda belirtilen ve davacılar murisinin vefatı ile sonuçlanan 20/10/2012 tarihinde meydana gelen trafik kazasının tamamen davacılar murisinin tali yol konumundaki köy yolundan gelerek kontrolsüzce kavşağa giriş yaptığı ve ana yol konumundaki devlet karayolunu takiben gelip kavşağa düz geçiş yapmak üzere giriş yaparak kendi kullandığı aracın sevk ve idaresindeki kusurundan kaynaklandığı ve davacılar murisine %100 oranında kusur atfedildiği gözetilerek, idarenin hizmetin kurulumu ve işletimi sırasında kusurlu hareket ettiği ve davacının zararının idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığından bahsetmeye olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan toplam 11.550,00 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye ödenmesine de hükmedilmiştir.

Davacılar, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek bozulmasını talep etmektedirler.

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyiz incelemesi sonucu bozulmaları, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49. maddesinde yer alan sebeplerden birisinin varlığı halinde mümkündür.

Temyiz istemine konu Mahkeme kararının davanın reddine yönelik kısmında 2577 sayılı Yasanın 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmamaktadır.

Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, davalı idare lehine vekalet ücreti ödenmesi ile ilgili kısmına gelince, bu hususun, davanın açıldığı tarihteki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde irdelenmesi gerekmektedir.

İdari eylemlerden doğan zararın miktarı olayın meydana geldiği anda tam olarak bilinmeyebilir. Uyuşmazlığın çıktığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası, tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunundaki gibi bir ıslah müessesine yer vermemiştir. Bu nedenle, davacılar hak kaybına uğramamak için açtıkları tam yargı davalarında çoğunlukla müddeabihi yüksek tutmaktadırlar. Bu davada da aynı durum söz konusudur.

Avukatlık Kanununun 168. maddesinin 3. fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükmü yer almaktadır.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerine göre, maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında verilecek kararlarda vekalet ücretleri ayrı ayrı hesaplanacaktır.

Bu hukuksal durum ve müddeabihin yüksek tutulmasına neden olan usule ilişkin engel bir arada ele alındığında, davalı idareye karşı açılan davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, davayı açarken böyle bir ihtimali öngörmesi mümkün olmayan davacı yanın ödemek zorunda kalacağı vekalet ücretinin, mahkemeye erişim hakkına engel olabilecek derecede ölçüsüz bir miktara ulaşmamış olması gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen hukuki ve maddi veriler karşısında, Mahkeme kararındaki, davalı İdare lehine vekalet ücretine hükmedilmesiyle ilgili kısmın “adil yargılanma” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.”

Adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açık olarak belirtilmemiştir. Ancak somut olayın koşullarının bu hak karşısındaki durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, 01.11.2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).

AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme'nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28.05.1985, § 57).

Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını düzenlemektedir.

Hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davacı aleyhine toplam 11.550,00-TL. nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi de aynı şekilde, mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir. Bu sınırlamanın yasal dayanağı bulunmaktadır ve meşrudur. Ancak bu miktarın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi de gerekmektedir. Bu değerlendirme de yukarıda belirtildiği gibi, hukuki ve maddi veriler gözönünde tutularak yapılmalıdır.

Yukarıda açıklandığı gibi, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı Yasada tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya müddeabihin dava açıldıktan sonra artırılmasına olanak sağlayan “ıslah” müessesine yer verilmemişti.

11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 4. maddesi ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 16.maddesinin dördüncü fıkrasına; “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” cümlesi eklenmiştir.

Yine, aynı Kanunun 5. maddesi ile, 2577 sayılı Yasaya Geçici 7. madde olarak; “Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16'ncımaddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü eklenmiştir.

Bu değişikliğin davacıların açtığı davanın koşulları açısından bir yararı bulunmamaktadır. Çünkü dava reddedilmiştir. Avukatlık Kanunun 168. maddesi uyarınca da temyiz istemine konu kararla davalı idare temsilcisi için 11.550,00-TL. nisbi vekalet ücreti ödenmesi hüküm altına alınmıştır. Bu sonuç, vekalet ücreti yönünden mahkemeye erişim hakkına getirilen ölçüsüz bir sınırlama oluşturmaktadır. Bu nedenle de Anayasa'nın 36. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.

Durum böyle olunca, talep edilen maddi tazminatın reddedilen bölümüne ilişkin olarak maktu olmak kaydıyla hesap yapılarak davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmelidir.

Açıklanan nedenlerle, ... İdare Mahkemesi'nin 18/12/2015 tarih ve E:2013/948; K:2015/3258 sayılı kararının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi yolunda verilen kararının bu kısmının ONANMASINA, davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle Mahkeme kararının davacı tarafından talep edilen maddi tazminat değeri üzerinden hükmedilen nispi avukatlık ücretine ilişkin kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/162
Karar Tarihi: 15.11.2017
Konu: 7.11.2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 70. maddesinin (6) numaralı fıkrasının Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine ayrılığıileri sürülerek iptaline karar verilmesine ilişkin karar.

ÖZET: 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun YARGILAMA GİDERLERİNİN KAPSAMI başlıklı 323. Maddesinde yargılama giderlerinin sayıldığı 1. Fıkranın ğ bendinde 'Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.' yargılama giderleri arasında sayılmıştır.

Avukatlık ücreti Avukatlık Kanunu 164. Maddede Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir. İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz. Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır. Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez,olarak düzenlenmiş olup, Vekalet ücretleri ise her yıl Türkiye Barolar Birliği'nce yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre belirlenmektedir

Avukatlık Asgari Ücret tarifesinin uygulanmasının mahzurlu olacağı bazı halleri kanun koyucu da kabul ederek mesela Kadastro Kanunu, Kamulaştırma Kanunu ve bu başvuru konusunu oluşturan Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun gibi kanunlarda genel kuralların aksine istisnai düzenlemeler getirilmiştir.

Ayrıca 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun “Karar ve karara itiraz başlıklı 70. Maddesinin 6. Fıkrasındaki tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında kararın iptali durumunda tüketici aleyhine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre nisbi tarife üzerinden vekalet ücretine hükmedilir “ şeklindeki kanun hükmü de bu istisnalardan birisidir. Ne var ki bu düzenleme eşitliğe ve hukuk devleti ilkesine uygun değildir.

KARAR: Kanun’un itiraz konusu kuralın yer aldığı 70. maddesinin 6. fıkrası "Tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında, kararın iptali durumunda tüketici aleyhine, avukatlık asgari ücret tarifesine göre nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedilir" şeklinde düzenlenmiştir.

Tüketici tarafın her zaman zayıf ve korunmaya muhtaç, satıcı veya hizmet sağlayıcıların ise güçlü konumda bulundukları varsayımından hareketle itiraz konusu kuralda tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında, kararın iptali durumunda tüketici aleyhine nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedilmesinin öngörüldüğü, sadece tüketici lehine getirilen düzenlemenin satıcı ve hizmet sağlayıcılar ile tüketici arasında eşitsizliğe neden olduğu, satıcı ve hizmet sağlayıcıların pek çoğunun küçük esnaf olup tüketici kadar korunmaya layık bulundukları belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu kuralda; tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında kararın iptali durumunda tüketici aleyhine, avukatlık asgari ücret tarifesine göre nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedileceği öngörülmektedir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “sosyal hukuk devleti” insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, millî gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir.

Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “kanun önünde eşitlik” ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.

Anayasa’nın 172. maddesinde; devletin tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri alacağı, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimleri teşvik edeceği ifade edilerek tüketicilerin haklarının korunmasına ilişkin doğrudan ve özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Maddenin gerekçesinde de özetle tüketicilerin korunmasının “tüketici toplumu" diye adlandırılan belli bir gelişmişlik seviyesindeki ülkelerde ortaya çıkmış olmakla birlikte- bu ölçüde gelişmemiş ülkelerde de toplumsal bir problem olduğunun sonradan görüldüğü ve bu konuda getirilecek tedbirlerin tüketicileri koruyacağı, tüketicinin korunmasının bir serbest piyasa ekonomisi tedbiri olduğu, her şeyden önce tüketicilerde “tüketici bilinci” nin oluşturulması gerektiği, devletin tüketicileri koruyucu başka tedbirler de alabileceği belirtilmiştir.

6502 sayılı Kanun, tüketicileri korumak amacıyla çıkarılmış ve Kanun’un amacı, 1. maddesinde “kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemek” şeklinde belirtilmiştir.

İtiraz konusu kuralın gerekçesinde ise uygulamada, tüketici hakem heyetinin kararlarına karşı itiraz edilmesi ve mahkemenin tüketici hakem heyetinin kararını bozması durumunda tüketicilerin, dava konusu edilen miktara göre yüksek meblağlarda vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldıkları, bu durumun tüketicilerin haklarını kullanmaları konusunda isteksiz davranmalarına yol açtığı, tüketicilerin haklarını aramaları konusunda tüketicileri özendirmek maksadıyla tüketici hakem heyeti kararına karşı mahkemede vekil vasıtasıyla itiraz edilmesi durumunda tüketicinin tarifeye göre nisbi tarife üzerinden vekâlet ücreti ödeyeceği, tarifenin maktu vekâlete ilişkin asgari tutarlarının uygulanmayacağı belirtilmiştir.

İtiraz konusu kuralla konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen davalar yönünden vekâlet ücreti, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca nisbi tarife üzerinden belirlenecektir. İtiraz konusu kural gerekçesiyle birlikte değerlendirildiğinde Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13. maddesinin birinci fıkrasında, ücretin maktu vekâlet ücretinin altında kalmayacağı ve ikinci fıkrasında, ücretin davanın kabul veya reddedilen miktarını geçemeyeceği şeklindeki kuralların itiraz konusu kural yönünden geçerli olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre yalnızca tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarıyla sınırlı olmak üzere kararın iptali hâlinde tüketici aleyhine hükmedilecek vekâlet ücreti herhangi bir sınır gözetilmeksizin nisbi tarife üzerinden hesaplanacaktır.

Anayasa’nın sosyal hukuk devleti anlayışını öngören 2. maddesi ve tüketicilerin korunmasına ilişkin 172. maddesi birlikte göz önüne alındığında satıcı veya hizmet sağlayıcılar ile onlara göre zayıf konumda bulunan tüketiciler arasında doğal olarak bulunan dengesizliğin giderilmesi için Anayasa’da belirtilen kurallara dayanılarak yürürlükteki hukuk kurallarında genel olarak tüketici haklarının korunmasına ve sosyal adaletin gerçekleştirilmesine yönelik düzenlemeler yapıldığı, bunlardan birinin de tüketici hakem heyeti kararına karşı tüketici mahkemelerinde tüketici aleyhine açılacak itiraz davalarında kararın iptali durumunda tüketici aleyhine nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedilmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Tüketici hakem heyetlerince lehine verilen bir kararın mahkeme önüne taşınması ihtimali bulunan tüketicilerin reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde tüketicilerin en baştan haklarını aramaları konusunda isteksiz davranmalarına sebebiyet verebilecek ve bu bakımdan caydırıcı olabilecektir. Davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının da asgari sınırını teşkil etmektedir. Dava değerine yakın veya dava değeri kadar vekâlet ücretinin karşı tarafa ödenmesi riski ile karşı karşıya kalan tüketicinin en baştan itibaren hakkını aramakta isteksiz davranması ve bu şekilde hak arama özgürlüğünün engellenmesi kuvvetle muhtemeldir. Mevcut düzenleme ile kanun koyucu dava değeri ve davalının sıfatını dikkate alarak vekâlet ücretini orantılı ve makul bir seviyede tutmayı amaçlamıştır.

Kuralda öngörülen nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedilmesi, tüketicilerin haklarını kolaylıkla arayabilmelerine imkân sağlayan, hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırarak tüketicileri en başından itibaren hak arama konusunda cesaretlendiren bir düzenlemedir. Böyle bir düzenleme de anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Kanun koyucunun belirtilen amaçları gerçekleştirmek için tüketicileri korumak amacıyla çıkardığı düzenleme Anayasa’nın 172. maddesinin bir gereğidir.

Öte yandan Anayasa’da özel olarak korunan tüketici konumundaki davalılarla satıcı veya hizmet sağlayıcı konumundaki davacılar aynı hukuki durumda olmadıklarından bunlar arasında eşitlik karşılaştırılması yapılamaz.

Bu sebeple kural Anayasa’nın 2., 10. ve 172. maddelerine aykırı olmadığından itiraz reddedilmiştir.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.