img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/6934 E. 2017/10098 K.
K.Tarihi 28.04.2017

Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2017/3344 E. 2017/4691 K.
K.Tarihi 07.11.2017

Danıştay İdari Daireleri Genel Kurulu
2013/4297 E. 2015/1187 K.
K.Tarihi 06.04.2015

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2017/177
Karar Tarihi:28.12.2017

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/6934 E. 2017/10098 K.
K. Tarihi: 28.04.2017
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : İş sözleşmesinin işyerine ait araç ile kaza yapması sonrasında tazminat ödenmeksizin işverence sona erdirilmesi, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, genel tatil ücreti, hafta tatil ücreti ve yıllık izin ücret alacağının faiziyle işverenden tahsili.

ÖZET: Davacının 29.10.2012 günü gece saat 02:40 sıralarında, çalışması esnasında şirketin aracı ile tek taraflı trafik kazasına karıştığı, kaza sebebi ile davalının 5.064,91 TL tamir masrafı, 500,00 TL araç değer kaybı, 450,00 TL aracın işten geri kalması masrafı olarak toplam 6.014,91 TL zararın bulunduğu 22.01.2014 havale tarihli trafik ve makine mühendisi bilirkişi raporu içeriğinde ifade edilmiştir. Mahkemece, davacının otuz günlük ücretinin bu miktardan daha az olması sebebi ile iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığı sonucuna ulaşılmışsa da yapılan değerlendirme eksik incelemeye dayandığından hatalıdır.

KARAR:Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı vekili; müvekkilinin iş sözleşmesinin işyerine ait araç ile kaza yapması sonrasında tazminatları ödenmeksizin işverence sona erdirildiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkilinin kusurlu olduğunu kabul etmediklerini, müvekkiline dinlenme imkanı vermeden çalıştıran ve bunu zorlayan işverenin kazaya sebep olduğunu, ayrıca yaptığı fazla çalışma, hafta tatil ve genel tatil ücretlerinin de ödenmediğini, davacının yıllık izin kullanmadığından yıllık izin ücret alacağı da bulunduğundan kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, genel tatil ücreti, hafta tatil ücreti ve yıllık izin ücret alacağının faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; 29.10.2012 tarihinde meydana gelen ve davacının sebebiyet verdiği kazada hasar meydana geldiğini, meydana gelen hasarın davacının 30 günlük ücretinden fazla olduğunu, iş akdinin bu nedenle haklı nedenle feshedildiğini, davacının fazla mesai yapmadığını, imzalı bordrolarda fazla mesai yaptırıldığına ilişkin kayıt bulunmadığını savunup davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, meydana gelen kazada davacının % 100 kusurlu olduğu, zararın otuz günlük ücretinden fazla olması sebebi ile iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığı değerlendirmesi ile kıdem ve ihbar tazminatının reddine, diğer alacak taleplerinin ise dosyada yapılan hesaplama doğrultusunda kabulüne karar verilmiştir.

Karar, taraflar vekillerince temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu'nda 32. maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.

Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta primi ödenmesi amacıyla zaman zaman iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir. Dosya içeriğine göre, davacı aylık net 1.200,00 TL ücret ile çalıştığını ileri sürerek dava açmıştır. Davalı taraf ise, davacının işyeri kayıtlarında belirtilen maaşı almakta olduğunu savunmuştur. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının asgari ücret ile çalıştığı, bu ücrete ek olarak ayda 420,00 TL prim ve bir takım sosyal yardım ödemeleri bulunduğu kabulü ile hesaplama yapılmıştır. Dinlenilen her iki taraf tanık beyanları içeriğinden, davacının aylık ücretinin kayıtlarda görülen asgari ücretten fazla olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle, işyerindeki kıdem süresi davacıdan daha az olan davalı tanığı ...'in, davacı ile aynı işi yaptıklarını, kendisinin 1.250,00 TL ücret aldığını, davacının gece çalıştığı için ayrıca prim aldığını ifade etmiş olduğu gözönünde bulundurulduğunda, davacının aylık ücretinin talep gibi net 1.200,00 TL olduğu, gece çalışmasından dolayı kendisine ayrıca prim ödemesi yapıldığının kabulü dosyaya daha uygun düşecektir. Buna göre, talepler açıklanan ücret miktarı kabulüne göre yeniden hesaplanmalıdır.

Davacının iş akdinin davalı tarafından feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı konusunda da uyuşmazlık bulunmaktadır. Dosya kapsamından, davacının 29.10.2012 günü gece saat 02:40 sıralarında, çalışması esnasında şirketin aracı ile tek taraflı trafik kazasına karıştığı, kaza sebebi ile davalının 5.064,91 TL tamir masrafı, 500,00 TL araç değer kaybı, 450,00 TL aracın işten geri kalması masrafı olarak toplam 6.014,91 TL zararın bulunduğu 22.01.2014 havale tarihli trafik ve makine mühendisi bilirkişi raporu içeriğinde ifade edilmiştir. Mahkemece, davacının otuz günlük ücretinin bu miktardan daha az olması sebebi ile iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığı sonucuna ulaşılmışsa da yapılan değerlendirme eksik incelemeye dayandığından hatalıdır.

Dosyadan anlaşılan davacının çalışma saatlerine göre; davacının sürekli gece vardiyasında çalıştığı, ayrıca çalışma saatlerinin haftanın 6 günü 20:00-08:00 olarak uygulandığı anlaşılmaktadır. Postalar Halinde İşçi Çalıştırılarak Yürütülen İşlerde Çalışmalara İlişkin Özel Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 8. maddesinde "Gece ve gündüz işletilen ve nöbetleşe işçi postaları çalıştırılarak yürütülen işlerde postalar; en fazla bir iş haftası gece çalıştırılan işçilerin, ondan sonra gelen ikinci iş haftasında gündüz çalıştırılmaları suretiyle ve postalar birbirlerinin yerini alacak şekilde düzenlenir. Zorunluluk olmadıkça işçilerin postaları değiştirilemez. Ancak 4857 sayılı İş Kanununun 69 uncu maddesi uyarınca, gece çalışması nedeniyle sağlığının bozulduğunu raporla belgeleyen işçiye işveren, olanakların elverdiği ölçüde gündüz postasında durumuna uygun bir iş verir. İşin niteliği ve yürütümü, iş sağlığı ve güvenliği gözönünde tutularak, gece ve gündüz postalarında iki haftalık nöbetleşme esası da uygulanabilir." düzenlemesi yer almaktadır. Ayrıca İş Kanunu, madde 69/3'e göre işçilerin gece çalışmaları günde yedibuçuk saati geçemez. Buna göre davacının çalışması esnasında, hem sürekli gece çalışmak durumunda kaldığı hem de gece 7,5 saati aşan çalışma süresinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Uygulanan ve mevzuata uygun olmayan bu çalışma sisteminin, fesih gerekçesi yapılan kaza olayında etkisi olup olmadığı dosyada irdelenmemiştir.

Buna göre, konu hakkında uzman bilirkişi veya bilirkişi heyetinden rapor alınarak, davacının çalışma sistemi ve saatlerinin yaşanan kazada etkisi olup olmadığının irdelenerek davacının kusur durumunun yeniden belirlenmesi, tespit edilen zarardan davacının kusur oranına isabet eden kısmının, ikinci bentteki bozma sebebine göre tespit edilecek otuz günlük ücretinden fazla olup olmadığı sonucuna göre kıdem ve ihbar tazminatı isteminin karara bağlanması gereklidir.

Eksik inceleme ve değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 28.04.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2017/3344 E. 2017/4691 K.
K. Tarihi: 07.11.2017
Mahkeme: Ağır Ceza Mahkemesi
Konu: Nitelikli yağma, zincirleme şeklinde alenen hakaret, basit tehdit suçlarından Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi.

ÖZET: Şüphelinin müştekiye yönelik hakaret eylemini aynı suç işleme kararı kapsamında işlediği ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, şüphelinin 21:10'daki yağma eylemi sırasında sarf ettiği “seni burada öldürürüm” şeklindeki tehdit içerikli sözlerinin ise yağma suçunun tehdit unsurunu oluşturduğu, şüphelinin 21:10 sıralarında müştekiye yönelik hakaret ve yağma suçlarını işledikten sonra hukuki kesinti meydana gelmeden aynı suç işleme kararı kapsamında 23:00 sıralarında hakaret ve tehdit suçlarını işlediğinin anlaşılması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 'uzlaşma' başlıklı 253/3. maddesinde yer alan "Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.” şeklindeki düzenleme gereğince şüphelinin üzerine atılı suçlardan olan tehdit ve hakaret suçunun uzlaştırma kapsamında bulunmasına karşın, bu suçla birlikte işlenen yağma suçunun bu kapsamda olmadığının anlaşılması karşısında, merciine yapılan itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesi.

KARAR: Nitelikli yağma, zincirleme şeklinde alenen hakaret, basit tehdit suçlarından şüpheli ... hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen soruşturma, ... sayılı iddianamenin iadesine dair Ağır Ceza Mahkemesinin ... iddianame değerlendirme sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin mercii Ağır Ceza Mahkemesinin değişik iş sayılı kararına karşı Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemine dayalı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbar yazısı ile dosya 30/10/2017 tarihinde Dairemize gönderilmekle incelendi:

(Şüphelinin olay tarihinde gece saat 21:10 sıralarında eski kız arkadaşı olan müştekiyi tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan ... ile birlikte görmesi üzerine yanlarına gittiği ve tanık ...’i yanından uzaklaştırdığı, devamla müştekiye hakaret edip, bileklerini ve boğazını sıkıp tokat attığı, müştekinin elinde bulunan Samsung marka cep telefonunu mesajlara bakmak istediğini söyleyerek zorla elinden aldığı, mesajları kontrol ettikten sonra da “seni burada öldürürüm” dediği, müştekinin burnuna yeniden vurduğu, bu ara müştekinin korkarak olay yerinden kaçtığı ve akabinde polisi aradığı, bir süre sonra müştekinin göstermesi üzerine yakalanan şüphelinin elinde bulunan müştekiye ait telefonu kolluk kuvvetlerine teslim ettiği, aynı gün saat 23:00 sıralarında bu kez şüphelinin ... adresine tanımlı kullanıcı adı ... olan facebook hesabından müştekinin ...... numaralı .... facebook hesabına hakaret ve sair tehdit içeren mesajlar yolladığı olayda, Şüphelinin müştekiye yönelik hakaret eylemini aynı suç işleme kararı kapsamında işlediği ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, şüphelinin 21:10'daki yağma eylemi sırasında sarf ettiği “seni burada öldürürüm” şeklindeki tehdit içerikli sözlerinin ise yağma suçunun tehdit unsurunu oluşturduğu, şüphelinin 21:10 sıralarında müştekiye yönelik hakaret ve yağma suçlarını işledikten sonra hukuki kesinti meydana gelmeden aynı suç işleme kararı kapsamında 23:00 sıralarında hakaret ve tehdit suçlarını işlediğinin anlaşılması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 'uzlaşma' başlıklı 253/3. maddesinde yer alan "Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.” şeklindeki düzenleme gereğince şüphelinin üzerine atılı suçlardan olan tehdit ve hakaret suçunun uzlaştırma kapsamında bulunmasına karşın, bu suçla birlikte işlenen yağma suçunun bu kapsamda olmadığının anlaşılması karşısında, merciine yapılan itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet, görülmediğinden bahisle 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması) Dairemizden istenilmiştir. Kanun yararına bozma istemine dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbar yazısı ve incelenen dosya içeriğine göre; 5271 sayılı CMK’nun 170/3 ve 174/1. maddelerinde iddianamede nelerin gösterileceği ve hangi hallerde iadesine karar verileceğinin belirtildiği,174/2. maddesinde ise suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceğinin düzenlendiği, aynı Yasanın 170/2. maddesine göre soruşturma evresi sonucunda toplanan kanıtlar suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet Savcısının bir iddianame düzenleyeceğinin hükme bağlandığı, elde edilen kanıtları yorumlayarak faili ve suç niteliğini takdir ve belirlemenin Mahkemenin görevine gireceği, Cumhuriyet Savcılığınca düzenlenen iddianamede; olay tarihinde saat 21.10 sıralarında şüphelinin bir dönem duygusal arkadaşlık yaşadığı yakınanı yanında bir erkek arkadaşı ile görmesi üzerine yanlarına giderek yakınana hakaret edip, bileklerini ve boğazını sıkıp tokat attığı, yakınanın elinde bulunan cep telefonunu mesajlara bakmak istediğini söyleyerek zorla elinden aldığı, mesajları kontrol ettikten sonra da “seni burada öldürürüm” dediği, yakınanın burnuna yeniden vurduğu, bu ara yakınanın telefonu şüphelinin elinde olduğu halde korkarak olay yerinden kaçtığı ve akabinde polisi aradığı, aynı tarihte bir süre sonra yakınanın göstermesi üzerine emniyet görevlilerince yakalanan şüphelinin yakınana ait cep telefonunu görevlilere teslim ettiği, yine aynı tarihte saat 23.00 sıralarında bu kez şüphelinin facebook hesabından yakınanın facebook hesabına hakaret ve sair tehdit içeren mesajlar yollandığı iddia edilen somut olayda “aynı suç işleme kararının icrası kapsamında kısa süre ile gerçekleştiği dolayısıyla şüphelinin üzerine atılı zincirleme şekilde alenen hakaret, facebook yazışmalarına göre ise; kendisine yarar sağlama saiki bulunmadığı dolayısıyla şantaj değil ve fakat basit tehdit suçlarını işlediği, müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralanması ile şüphelinin yağma eylemi sırasında sarf ettiği “seni burada öldürürüm” şeklinde sözlerin ise kül halinde yağma suçunun cebir ve tehdit unsurlarını oluşturduğu, müştekinin şüpheliden şikayetçi olduğu ve şüphelinin üzerine atılı suçların bu haliyle uzlaşma kapsamında bulunmadığı” ileri sürülerek açılan kamu davasında şüphelinin kastının belirlenip eylemlerinin hukuki nitelendirmesinin takdirinin mahkemece yapılması gerektiği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet bulunmadığından, kanun yararına bozma isteminin kabulü ile Ağır Ceza Mahkemesinin değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK'nun 309. maddesi gereğince BOZULMASINA, yerel Mahkemece kanun yararına bozma kararı doğrultusunda işlem yapılmak üzere dosyanın mahalline gönderilmesine, 07/11/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu
2013/4297 E. 2015/1187 K.
K. Tarihi: 06.04.2015
Mahkeme: Danıştay 10. Dairesi
KONU: Davacının, adli yargı yerince verilen boşanma kararından sonra, mâliki olduğu taşınmazın tapu kaydına eşinin istemi üzerine konulan aile konutu şerhinin terkin edilmesi istemli başvurusunun reddi.

ÖZET: Davacının mahkemece verilen boşanma kararını ibraz etmek suretiyle söz konusu aile konutu şerhinin kaldırılması için yaptığı başvurusunun reddine dair işlemin; davacının menfaatini etkileyen, kamu gücü kullanılarak, tek taraflı tesis edilmiş bir idari işlem olduğu sonucuna varıldığından söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın idari yargıda görülmesi gerekmektedir. Bu durumda, boşanmaya dair mahkeme kararını ibraz etmek suretiyle aile konutu şerhinin terkini istemiyle yapılan başvurunun, eski eşin muvafakat etmesi veya bu konuda mahkeme kararı ibrazı halinde mümkün olduğu sebebiyle reddine dair bireysel işlem yönünden davanın idari yargıda görülmesine; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu" konulu Genelgenin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı kısmının 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmaması sebebiyle davaya konu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği.

KARAR: İstemin Özeti : Danıştay Onuncu Dairesi'nin kararının temyizen incelenerek bozulması, davacı tarafından istenilmektedir.

Savunmaların Özeti : Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : Uyuşmazlık, davaya konu bireysel işlem ve davacının iddiaları birlikte değerlendirildiğinde, aile konutu şerhinin kim tarafından, nasıl terkin edilebileceğine; bu kapsamda, Genelgenin 5. maddesinde yer alan “bu konuda alınmış mahkeme kararı” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğine ve Mahkemece verilmiş "boşanma kararının" bu çerçevede değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine yönelik bulunmaktadır.

4721 Sayılı Yasa'nın yukarda belirtilen 194. maddesi uyarınca, aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlı bulunmaktadır. Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Esasen, evlilik ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni kanunun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer. Zira, taraflar arasındaki evlilik birliği, boşanma kararı ile “sona erdiğinden”, eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olan aile konutu da bu özelliklerini kaybetmiştir. Bu itibarla, malik olan eşin aile konutu şerhinin terkinine yönelik mahkeme kararının yanında, bu karara gerek bulunmaksızın şerhi ilgili Tapu Sicil Müdürlüğüne sadece “boşanma kararını” ibraz ederek de terkin ettirebilmesi gerekmektedir. Öte yandan, olayda, davacının mahkemece verilen boşanma kararını ibraz etmek suretiyle söz konusu aile konutu şerhinin kaldırılması için yaptığı başvurusunun reddine dair işlemin; davacının menfaatini etkileyen, kamu gücü kullanılarak, tek taraflı tesis edilmiş bir idari işlem olduğu sonucuna varıldığından söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın idari yargıda görülmesi gerekmektedir.

Bu durumda, boşanmaya dair mahkeme kararını ibraz etmek suretiyle aile konutu şerhinin terkini istemiyle yapılan başvurunun, eski eşin muvafakat etmesi veya bu konuda mahkeme kararı ibrazı halinde mümkün olduğu sebebiyle reddine dair bireysel işlem yönünden davanın idari yargıda görülmesine; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu" konulu Genelgenin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı kısmının 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmaması sebebiyle davaya konu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiğinden, temyiz isteminin kabulüyle Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Dava; davacının, mâliki olduğu taşınmazın tapu kaydına eşinin istemi üzerine konulan aile konutu şerhinin terkin edilmesi istemli başvurusunun reddine dair işlem ile bu işlemin dayanağı olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı'nın 11/06/2002 günlü, 2002/7 sayılı, "4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu" konulu Genelgesinin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı kısmının 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinin iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Onuncu Dairesinin kararıyla; 4721 Sayılı Yasa'nın 1027. maddesinde, ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memurunun, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebileceği; düzeltmenin, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde olabileceği; Tapu Sicili Tüzüğünün 78. maddesinde de, tapu sicilinde terkinin, hak sahibinin veya yetkili makamın istemine ya da mahkeme kararına dayalı olarak yapılabileceği; 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun'un 4. maddesinde ise, 4721 Sayılı Yasa'nın Üçüncü Kısım hariç İkinci Kitabından (Aile Hukuku) doğan dava ve işlerin aile mahkemelerinin görevine girdiğinin kurala bağlandığı; buna göre, uyuşmazlığın, davacının mâliki olduğu taşınmazın tapu kaydına eşinin istemi üzerine konulan aile konutu şerhinin terkin edilmesi istemli başvurusunun reddine dair işlemin iptali istemine yönelik bölümünün görüm ve çözümünün, söz konusu istemin tapu kaydında değişiklik doğurması ve aile hukukundan kaynaklanması sebebiyle adli yargı yerine ait bulunduğu; davanın, 11/06/2002 günlü, 2002/7 Sayılı Genelgenin 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinin iptali istemine gelince; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun İkinci Kitabının (Aile Hukuku) Birinci Kısmında (Evlilik Hukuku) yer alan "Evliliğin Genel Hükümleri" başlıklı bölümünün, "Aile Konutu" başlıklı 194. maddesinde, "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." hükmüne yer verildiği; Danıştay Birinci Dairesi tarafından incelenerek yürürlüğe konulan Tapu Sicili Tüzüğü'nün “Temlik Hakkını Yasaklayan Şerhler İçin Aranacak Belgeler” başlıklı 57. maddesinin (d) bendinde, aile konutu şerhi için, tapu müdürlüklerince, konutun aile konutu olduğunu kanıtlayan muhtarlıktan ve varsa apartman yönetiminden alınmış belge ile vukuatlı nüfus kayıt örneği veya evlilik cüzdanının aranması gerektiği; davaya konu 2002/7 Sayılı Genelgenin 1. maddesinde, malik olmayan eşin talebi üzerine, evlilik birliğinin hukuken devam ettiğini kanıtlayan nüfus kayıt örneği ile bu konutta birlikte yaşantılarını sürdürdüklerini kanıtlayan muhtarlıktan alınmış belgenin ibrazı halinde, aile konutu şerhinin işlenmesi gerektiği; 5. maddesinde ise, şerhin malik olmayan eşin talebiyle işlenmesi halinde, yine malik olmayan eşin talebiyle; malik olmayan eşin ölümü ya da “bu konuda alınmış” mahkeme kararının ibrazı halinde, diğer eşin tek taraflı talebiyle terkin edileceği kurallarına yer verildiği; “Aile konutu”nun, Türk hukukuna, 4721 Sayılı Yasa'yla giren bir kavram olduğu ve aile yaşantısına özgülenen yeri anlatmak amacıyla kullanıldığı; “Aile konutu şerhi”nin ise, eşlerden birinin mülkiyetinde olan taşınmazın aile yaşantısına özgülenmesi haline münhasır olarak, malik olmayan eşin, kendi bilgi ve rızası dışındaki hukuki muameleler sonucu mağdur olmasını önlemek amacıyla getirilen bir koruma tedbiri niteliğinde bulunduğu; eşlerin kiracı sıfatıyla ikamet ettikleri, ortak yaşantılarını sürdürdükleri ev de “aile konutu” sıfatına sahip olabilirken, aile konutu şerhinin yalnızca eşlerden birinin malik olduğu taşınmaz üzerine konulabildiği; bu şerhin konulması suretiyle, malik olan eşin taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin kullanımı, -evlilik birliğinin hukuken devam etmesi kaydıyla- malik olmayan eşin açık rızasının varlığına bağlandığı; bu rızanın bulunmaması halinde, mahkeme kararı dışında, söz konusu taşınmaz üzerinde kısıtlayıcı veya yükümlendirici herhangi bir işlem yapılamadığı; uyuşmazlığın, aile konutu şerhinin kim tarafından, nasıl terkin edilebileceğine; bu kapsamda, Genelgenin 5. maddesinde yer alan “bu konuda alınmış mahkeme kararı” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğine yönelik olduğu; 4721 Sayılı Yasa'da tapu sicili işlemleri, konusuna göre tescil ve şerhler olarak iki ana başlıkta ele alındığı, anılan Yasa'nın 1009, 1010, 1011. maddelerinde tapu kütüğüne işlenecek şerhlere dair düzenlemelere yer verildiği; 1014. maddesinde, bir tescilin terkin edilmesi veya değiştirilmesinin, ancak bu kaydın kendilerine hak sağladığı kimselerin yazılı beyanı üzerine yapılabileceği; 1015. maddesinde, tescil, terkin ve değişiklik gibi tasarruf işlemlerinin yapılabilmesinin, istemde bulunanın, tasarruf yetkisini ve hukukî sebebi belgelemiş olmasına bağlı olduğu; 1027. maddesinde, ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memurunun, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebileceği; düzeltmenin, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde olabileceği; tapu memurunun, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzelteceği; Tapu Sicili Tüzüğünün 78. maddesinde de, tapu sicilinde terkinin, hak sahibinin veya yetkili makamın istemine ya da mahkeme kararına dayalı olarak yapılabileceğinin kurala bağlandığı; yukarda aktarılan hükümlerin incelenmesinden anlaşılacağı gibi; bir taşınmazın tapu sicil kaydında mevcut herhangi bir şerhin terkini, "kaydın kendilerine hak sağladığı kimselerin talebine" ya da "mahkeme kararına" bağlı bulunduğu; bu itibarla, Genelgenin 5. maddesinde yer alan “bu konuda alınmış mahkeme kararı” ibaresinden, aile konutu şerhinin terkinine yönelik kararın anlaşılması gerektiğinden, söz konusu kuralın, yukarda aktarılan mevzuata uygun olduğu; davacı tarafından, Genelgede yer alan "bu konuda alınmış mahkeme kararı" ibaresine, kesinleşmiş boşanma kararlarının da dahil olması gerektiği iddia edilmekte ise de; Medeni Yasa hükümlerini - genişletici yoruma tâbi tutmaksızın- uygulamakla görevli olan tapu idaresinin, anılan Yasayla tapu kaydındaki şerhi terkine yetkili olduğu belirlenen "hak (şerh) lehdarı talebi" ya da "terkine dair mahkeme kararı" haricinde, genişletici yorum suretiyle, kesinleşmiş boşanma kararının da terkin için yeterli olacağı yolunda düzenleme ve uygulama yapması mümkün olmadığından, davacının söz konusu iddiasına itibar edilmediği gerekçesiyle davanın ... Sayılı işleme yönelik kısmının görev yönünden reddine; 11/06/2002 günlü, 2002/7 Sayılı Genelgenin 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresine dair kısmına yönelik olarak davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddine, Danıştay Onuncu Dairesinin kararının onanmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.04.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :Dava; davacının, mâliki olduğu taşınmazın tapu kaydına eşinin istemi üzerine konulan aile konutu şerhinin terkin edilmesi istemli başvurusunun reddine dair ... Sayılı işlem ile bu işlemin dayanağı olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı'nın 11/06/2002 günlü, 2002/7 sayılı, "4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu" konulu Genelgesinin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı kısmının 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinin iptali istemiyle açılmıştır. T.C. Anayasasının 41. maddesinde; ailenin Türk toplumunun temeli olduğu ve eşler arasında eşitliğe dayandığı, Devletin ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alacağı, teşkilatı kuracağı belirtilmiştir.

T.C. Anayasasının anılan hükmü ve 3232 Sayılı Kanun'la kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinde öngörülen ilkeler doğrultusunda 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nda, meslek seçimi, kadının ikametgahı, oturulacak konutun seçimi, aile konutu vb. konularda düzenlemeler yapılmıştır. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesinde, "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." hükmüne yer verilmiştir. Tapu Sicili Tüzüğünün 57. maddesinin (d) bendinde, aile konutu şerhinin konulabilmesi için, tapu müdürlüklerince, konutun aile konutu olduğunu kanıtlayan muhtarlıktan ve varsa apartman yönetiminden alınmış belge ile vukuatlı nüfus kayıt örneği veya evlilik cüzdanının aranması gerektiği; 2002/7 Sayılı Genelgenin 1. maddesinde ise, malik olmayan eşin talebi üzerine, evlilik birliğinin hukuken devam ettiğini kanıtlayan nüfus kayıt örneği ile bu konutta birlikte yaşantılarını sürdürdüklerini kanıtlayan muhtarlıktan alınmış belgenin ibrazı halinde, aile konutu şerhinin işlenmesi gerektiği kuralları yer almıştır. Aile konutunun tanımına 4721 Sayılı Medeni Kanunu'nun 194. maddesi metninde yer verilmemiştir. Anılan maddenin gerekçesinde ise, aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olarak, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 01/06/2002 günlü, 2002/7 Sayılı Genelgesinde de aile konutu "eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği ve düzenli yerleşim amacıyla kullandıkları mekan" olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasa'nın 1014. maddesinde, bir tescilin terkin edilmesi veya değiştirilmesinin, ancak bu kaydın kendilerine hak sağladığı kimselerin yazılı beyanı üzerine yapılabileceği; 1015. maddesinde, tescil, terkin ve değişiklik gibi tasarruf işlemlerinin yapılabilmesinin, istemde bulunanın, tasarruf yetkisini ve hukukî sebebi belgelemiş olmasına bağlı olduğu; 1027. maddesinde, ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memurunun, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebileceği; düzeltmenin, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde olabileceği; tapu memurunun, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzelteceği; işlem tarihinde yürürlükte bulunan Tapu Sicili Tüzüğünün 78. maddesinde de, tapu sicilinde terkinin, hak sahibinin veya yetkili makamın istemine ya da mahkeme kararına dayalı olarak yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden; davacının ikamet ettiği taşınmaz üzerine eski eşinin talebi üzerine "Aile Konutu" şerhi konulduğu, davacı tarafından Tapu Sicil Müdürlüğüne Aile Mahkemesi'nin boşanma kararı ibraz edilerek söz konusu şerhin kaldırılmasının istenildiği, bu talebin reddi üzerine bu kez davacı tarafından aynı istemle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne başvurulduğu, davaya konu edilen işlemle aile konutu şerhinin terkininin eski eşin muvafakat etmesi veya bu konuda mahkeme kararı ibrazı halinde mümkün olduğu gerekçesiyle reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu 2002/7 Sayılı Genelgenin 1. maddesinde, malik olmayan eşin talebi üzerine, evlilik birliğinin hukuken devam ettiğini kanıtlayan nüfus kayıt örneği ile bu konutta birlikte yaşantılarını sürdürdüklerini kanıtlayan muhtarlıktan alınmış belgenin ibrazı halinde, aile konutu şerhinin işlenmesi gerektiği; 5. maddesinde ise, şerhin malik olmayan eşin talebiyle işlenmesi halinde, yine malik olmayan eşin talebiyle; malik olmayan eşin ölümü ya da “bu konuda alınmış” mahkeme kararının ibrazi halinde, diğer eşin tek taraflı talebiyle terkin edileceği kurallarına yer verilmiştir. Uyuşmazlık, davaya konu bireysel işlem ve davacının iddiaları birlikte değerlendirildiğinde, aile konutu şerhinin kim tarafından, nasıl terkin edilebileceğine; bu kapsamda, Genelgenin 5. maddesinde yer alan “bu konuda alınmış mahkeme kararı” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğine ve Mahkemece verilmiş "boşanma kararının" bu çerçevede değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine yönelik bulunmaktadır.

4721 Sayılı Yasa'nın yukarda belirtilen 194. maddesi uyarınca, aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlı bulunmaktadır. Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Esasen, evlilik ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer. Zira, taraflar arasındaki evlilik birliği, boşanma kararı ile “sona erdiğinden”, eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olan aile konutu da bu özelliklerini kaybetmiştir. Bu itibarla, malik olan eşin aile konutu şerhinin terkinine yönelik mahkeme kararının yanında, bu karara gerek bulunmaksızın, şerhi, ilgili Tapu Sicil Müdürlüğüne sadece mahkemeden alınmış “boşanma kararını” ibraz ederek de terkin ettirebilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, olayda, davacının mahkemece verilen boşanma kararını ibraz etmek suretiyle söz konusu aile konutu şerhinin kaldırılması için yaptığı başvurusunun reddine dair işlemin; davacının menfaatini etkileyen, kamu gücü kullanılarak, tek taraflı tesis edilmiş bir idari işlem olduğu sonucuna varıldığından söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın idari yargıda görülmesi gerekmektedir. Bu durumda, boşanmaya dair mahkeme kararını ibraz etmek suretiyle aile konutu şerhinin terkini istemiyle yapılan başvurunun, eski eşin muvafakat etmesi veya bu konuda mahkeme kararı ibrazı halinde mümkün olduğu sebebiyle reddine dair bireysel işlem yönünden davanın idari yargıda görülmesine; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu" konulu Genelgenin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı kısmının 5. maddesinin son fıkrasında yer alan “bu konuda alınmış” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmaması sebebiyle davaya konu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiğinden, aksi yönde verilen karara katılmıyoruz.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası: 2017/177
Karar Tarihi: 28.12.2017
Konu: TCK'nın 75. maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

ÖZET: Dava dosyasında C. Başsavcılığınca sanıklar… ve …, …’a karşı tehdit eylemleri nedeniyle T.C.Y’nin 106/1-1, 38/1., 43., 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış, sanıkların eyleminin TCY’nin 106/2.C maddesinin uygulanması ihtimaline binaen görevsizlik karan verilerek dosya mahkememize gönderilmiştir. Yargılama devam ederken 02/12/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Yasa ile değişik TCY’nin 75. maddesinde düzenlenen ön ödeme kapsamı genişletilmiş, üst sınırın 6 aya kadar olan hapis cezalan ön ödeme kapsamına alınmıştır. Yine 6763 sayılı Yasa ile TCY’nin 106/1. maddesinde düzenlenen tehdit suçu da uzlaştırma kapsamına alınmıştır. Sanıklar hakkında her ne kadar TCY’nin 106/1, 43., ( 106/2.c) maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmış ise de; her iki sanığın yüze karşı gerçekleştirdikleri ileri sürülen tehdit eylemi nedeniyle ve sanık ...'in mesaj göndermek suretiyle gerçekleştirdiği ileri sürülen tehdit eyleminden dolayı beraat etmelerinin mümkün bulunması, Sanık ...’ya yüklenen telefonla mesaj gönderme eylemindeki sarf edilen sözlerin TCY’nin 106/1- son maddesindeki tehdit suçunu oluşturması ihtimali de dikkate alınarak bu suç nedeniyle tarafların uzlaşamamalarında ya da başka bir deyişle yakman tarafın olayda olduğu gibi uzlaşmak istememesi durumunda sanığa ön ödeme önerisinde bulunulamayacaktır. Oysa ön ödeme kapsamında bulunan bir suç nedeniyle ön ödeme önerisine riayet eden sanık hakkında kamu davasının düşürülmesine karar verilecek ve işlendiği sabit olan bir suç nedeniyle sanık ceza almayacak ve adli sicil kaydı oluşturulmayacaktır. Olayda olduğu gibi sanıkların ceza alıp almamalarında tarafın uzlaşmak isteyip istememesine ilişkin düşüncesi rol oynayacağından ön ödeme kapsamındaki bir suçun uzlaştırma hükümlerine tabii olsun ya da olmasın ön ödeme müessesinin uygulanması gerektiği.

KARAR: 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

Sanıkların tehdit suçundan cezalandırılmaları için açılan kamu davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Asliye Ceza Mahkemesi, iptali için başvurmuştur.

Kanun’un itiraz konusu ibarenin de yer aldığı 75. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Önödeme

Madde 75- (1) Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adlî para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçların faili;

a) Adlî para cezası maktu ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını,

b) Hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için otuz Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı,

c) Hapis cezası ile birlikte adlî para cezası da öngörülmüş ise, hapis cezası için bu fıkranın (b) bendine göre belirlenecek miktar ile adlî para cezasının aşağı sınırını,

Soruşturma giderleri ile birlikte, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmaz. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/12 md.) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, önödemeye bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığına veya kamu davasının düşmesine karar verildiği tarihten itibaren beş yıl içinde önödemeye tabi bir suçu işleyen faile bu fıkra uyarınca teklif edilecek önödeme miktarı yarı oranında artırılır.”

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili görülen 253. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

“Uzlaşma

Madde 253- (Değişik: 6/12/2006-5560/24 md.)

(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur: a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar. b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan; 1. Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88), 2. Taksirle yaralama (madde 89), 3. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Tehdit (madde 106, birinci fıkra), 4. Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116), 5. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Hırsızlık (madde 141), 6. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Dolandırıcılık (madde 157), 7. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234), 8. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239),suçları. c) (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar. (2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir. (3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, (…) cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. (Ek cümle: 26/6/2009 - 5918/8 md.) Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.”

Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurular itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralı ile sınırlıdır.

Başvuran Mahkeme Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiş olan “önödeme” kurumunun kapsamını belirleyen kuralda yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere...” ibaresinin iptalini talep etmiştir.

Bakılmakta olan davadaki uyuşmazlığın konusunu Türk Ceza Kanunu’nun 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiş olan tehdit suçu oluşturmaktadır. Uzlaşma kapsamında yer almakla birlikte Kanun’da öngörülen ceza türü veya miktarı açısından önödeme hukuki kurumunun kapsamına tehdit suçu haricinde başka suçların da girebilmesi mümkün olup söz konusu suçlar bakılmakta olan davanın konusunu oluşturmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin 5237 sayılı Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “tehdit” suçu yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararında özetle; uzlaşma kapsamındaki suçların önödemeye tabi olmaması nedeniyle sanıkların cezalandırılabilmelerinde mağdurun uzlaşma hususunda ileri sürdüğü görüşün etkili olduğu, uzlaşma kapsamındaki suçların önödeme kapsamının dışına çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere yalnız adli para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçların failinin Kanun’da öngörülen miktar ile soruşturma giderlerini yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmayacağı hüküm altına alınmıştır. İtiraz konusu kural, Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan tehdit suçu yönünden incelenmesine ilişkindir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Ceza hukukunun toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgisinin bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu; Anayasa’ya bağlı kalmak koşuluyla soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmayacağı, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hâl ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öge olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir.

Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “kanun önünde eşitlik” ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.

Kanun’un 75. maddesinde düzenlenen “önödeme”, belli nitelik ve türdeki suçlar için gerek soruşturma aşamasında gerekse kovuşturma aşamasında gerçekleşebilen ve soruşturma aşamasında fail hakkında kamu davasının açılmasını önleyen; kovuşturma aşamasında ise hakkındaki kamu davasının düşmesini sağlayan bir hukuki kurumdur. Ancak faile ön ödeme önerisinde bulunulabilmesi için maddede belirtilen diğer koşulların yanı sıra suçun uzlaşma kapsamında yer almaması gerekmektedir. Bu gereklilik, kanun koyucunun kapsam dışında kalan suçlar yönünden uzlaşma kurumunu önödeme kurumuna tercih ettiğini de göstermektedir.

Suç teşkil eden her eylemin mutlaka ceza yaptırımı ile karşılanması, cezanın suçtan zarar görenin tatmin aracı olarak kullanılması eski hukuk anlayışlarında kabul edilmesine karşın çağdaş gelişim her suçlunun hemen bir ceza yaptırımı ile karşılaşması yerine topluma karşı sorumluluklarını gözden geçirmesine olanak vermek üzere belirli sürelerle gözetim ve denetimini öngören ve mümkün olduğunca suçtan zarar görenin tatminini de içeren uygulamalara yönelmiş bulunmaktadır.

Bu bağlamda uzlaşma kurumu da uyuşmazlığın yargı dışı yolla ancak adli makamların denetiminde çözümlenmesini amaçlayan bir yöntemdir. Uzlaşma, bu kapsama giren suçlarda fail ve mağdurun suçtan doğan zararın giderilmesi konusunda anlaşmalarına bağlı olarak devletin de ceza soruşturması veya kovuşturmasından vazgeçmesi ve suçun işlenmesiyle bozulan toplumsal düzenin barış yoluyla yeniden tesisini sağlayıcı nitelikte bir hukuksal kurumdur. Uzlaşma ile şüpheli veya sanık işlediği suçun sorumluluğunu kabul edip üstlenerek, suçun sonuçlarını da gidererek toplumla yeniden bütünleşme olanağını elde etmekte; ayrıca devlet yaptırım uygulamak yönünden katlanacağı birçok masraftan da kurtulmuş olmaktadır. İtiraz konusu kural uyarınca uzlaşma kapsamına giren bir suçun önödeme kapsamına alınmamış olması, anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdirindedir. Dolayısıyla kuralda hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan bir yön bulunmamaktadır.

Suçların tasnifinde dikkate alınan kıstaslardan birini de korunan hukuki değer oluşturmaktadır. Hukuki değer, ceza normu ile korunan ve suçla ihlal edilen yarardır. Kural olarak her bir ceza normu birbirinden farklı en az bir hukuki değeri korumaktadır. Bazı fiillerle ihlal edilen yararın, diğer bir ifade ile bazı suçlarla korunan hukuki değerin kişisel yönünün daha da ön planda olduğu kabul edilmektedir. Uzlaşma kapsamında yer alan suçlar da bu kapsamda yer almayan suçlara oranla kişisel yararları daha fazla ihlal etmektedir. Ceza hukukunda kanun önünde eşitlik ilkesinin uygulanması da kuşkusuz, aynı suçu işleyen tüm suçluların kimi özelliklerinin göz ardı edilerek her yönden aynı kurallara bağlı tutulmalarını gerektirmemektedir. Buna göre uzlaşma kapsamında bir suç olarak belirlenmiş fiilin faili ile bu kapsamda olmayan bir suçu işleyen fail farklı hukuki konumdadırlar. Bu nedenle farklı hukuksal konumda bulunan kişiler hakkında farklı usulün uygulanmasını öngören itiraz konusu kuralda eşitlik ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.

26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin, 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin, 5237 sayılı Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “tehdit” suçu yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 28.12.2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.