img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/44625 E. 2017/31026 K.
K.Tarihi 28.12.2017

Yargıtay 1. Ceza Dairesi
2018/10 E. 2018/34 K.
K.Tarihi 16.01.2018

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
2014/2703 E. 2016/1982 K.
K.Tarihi 11.05.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2017/89
Karar Tarihi:18.01.2018

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
2017/44625 E.2017/31026 K.
K. Tarihi: 28.12.2017
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : Şube güvenlik görevlisinin kendisine yapılan ödemeyi zimmetine geçirmesi neticesinde oluşan zararın bankaca ödenmesi sonrasında, bankanın uğradığı zarar miktarının davalılardan tahsili istemi.

ÖZET: Bankanın gişe yetkilileri olan davalılar ..., ... ... ..., ... ve şube müdürü ...'nin şube müşterisi ... ... ve yakınlarının hesabından müşterinin talimatı ve imzası olmaksızın şube güvenlik görevlisi ...'a ödeme yaptıklarını, ...'ın kendisine ödenen paraları mudiye teslim etmeyerek zimmetine geçirmesi neticesinde 30/10/2001 tarihi itibariyle toplam 26.085,76 TL banka/fon zararına sebebiyet verdiklerin

KARAR: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyulmuş, yapılan yargılama sonucunda davalıların kusurlarının olduğu değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar süresi içinde taraflar vekillerince temyiz edilmiştir. Dava konusu husus; müşteri ... ... ve yakınlarının hesabından, müşteri talimatı ve imzası olmaksızın, davalıların şube güvenlik görevlisi ...'a ödeme yapmaları ve ...'ın da kendisine verilen bu parayı mudiye ödemeyerek zimmetine geçirmesi neticesinde oluşan zararın bankaca ödenmesi sonrasında, bankanın uğradığı zarar miktarının davalılardan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davaya konu alacakların talep edilebilmeleri için gerekli 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle verilen davanın reddi kararı, davacı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesi'nin 19/01/2016 tarihli ilamıyla "davaya konu edilen zararın kaynağı olan olay 2001 yılı Temmuz ayında yani 4389 sayılı Yasanın yürürlükte olduğu bir sırada gerçekleşmiş olup ayrık bir düzenleme bulunmadığından 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125.maddesine göre 10 yıllık genel zaman aşımı süresine tabi iken ve henüz 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolmadığı bir sırada yani 23.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren 5020 sayılı Kanun'un 27.maddesi ile 4389 sayılı Yasa ile eklenen Ek 3.madde ile zaman aşımı süresi uzatıldığından tabi olduğu zaman aşımı süresi 20 yıla çıkmıştır. Bu nedenle mahkemece işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın zaman aşımından reddi hatalı olmuştur." gerekçesiyle bozulmuş, Mahkemece de bozma ilamına uyma kararından sonra işin esasına girerek davanın kabulü ile; 25.583,93 TL alacağın (davalı ... yönünden 9.059,64 TL ile, davalı ... ... ... yönünden 16.524,29 TL ile sınırlı olmak üzere) dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Dosya kapsamına alınan ve Mahkemece de hükme esas olan bilirkişi raporunda davalıların kusur oranlarının belirlenmediği görülmüştür. Zarara konu işlem tarihleri 03/07/2001, 31/07/2001 ve 28/09/2001 olup ... AŞ. Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca davalılar hakkında hazırlanan rapora dikkat edildiğinde; gişe yetkilisi ... ifadesinde ... ... ...'in hesaplarıyla uzun zamandır ...'ın ilgileniyor olması nedeniyle söz konusu hesaplardan gerek çekiliş gerekse de yatırma işlemlerinde kontrol gereği duymadığını, ...'a duyduğu güven nedeniyle bu hesaplardaki işlemleri yaptığını beyan etmiş, diğer gişe yetkilisi ... ifadesinde ... ... ...'in bütün mevduat işlemlerinin ... tarafından yapıldığını, ...'ın sözlü talebi ile adı geçen mudinin çeşitli hesaplarından çekilme işlemlerinin şubede yapıldığını, ...'ın "fişi imzalatıp getirecem" demesiyle bu işlemleri yapmakta bir sakınca görmediğini, ancak işlemlere ait fişlerin mudi tarafından imzalanıp/imzalanmadığını takip etmediğini belirtmiştir. Söz konusu işlemlerde mudinin tediye fişini imzalayıp imzalamadığını kontrol etmeyi atlamaları her iki gişe yetkilisinin kusurlu olduğunu; gişe yetkilisi ...'in imzası tahdında 16.524,29 TL ödeme yapıldığı anlaşıldığından kendi işlemi nedeniyle %100 kusurlu olup, bu ödemenin tamamından sorumlu olması gerektiği, diğer gişe yetkilisi ... imzasıyla 9.059,64 TL ödeme yapılması karşısında yine adı geçenin kendi işlemi nedeniyle %100 kusurlu olup bu miktarın tamamından sorumlu olması gerektiği tespit edilmiştir. Davalılardan ...'ün sorumluluğu bakımından, 03/08/2001 tarihi itibari ile sona eren iş sözleşmesine kadar istihdam edildiği kadronun "uzman" unvanında olduğu, ödemeyi yapan gişe yetkilileri ile bu görevlilerinin işlemlerini kontrol etmekle görevli şube müdürü arasında bir ara yönetici konumunda olduğu, bu nedenle kontrol görevini yerine getirmekle yükümlü olduğu ve fakat iddiası doğrultusunda izinde olduğu dönemlerin araştırılarak bu dönemler dışında yapılan usulsüz ödemelerden hakkaniyet gereği %60 oranında sorumluluğuna gidilmesi gerektiği anlaşılmıştır.

Diğer davalı ... ise, 29/06/2001 tarihinde göreve başladığını, göreve başladıktan hemen birkaç gün sonra böyle bir olayın yaşandığını, kendisinin işlemlerden haberi olmadığını beyan etmiş ise de; görev pozisyonunun "şube müdürü" olduğu, usulsüz işlemlerin 03/07/2001, 31/07/2001 ile 28/09/2001 tarihlerinde gerçekleştiği, sonuç olarak tüm usulsüz işlemlerde kendisinin şubede şube müdürü pozisyonunda çalıştığı, uzman kadrosundan sonra kendisinde olan denetim görevini yerine getirmediği anlaşıldığından, yetki ve sorumlulukları nazara alınmak suretiyle hakkaniyet kuralları gereğince %50 oranında banka zararından sorumlu tutulması gerektiği anlaşılmıştır. Mahkemece, yukarıdaki değerlendirmeler doğrultusunda ve faizin başlangıcı noktasında bankaca zararın ödendiği tarihten faiz işletilmek üzere hüküm tesisine gidilmelidir.Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 28/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 1. Ceza Dairesi
2018/10 E. 2018/34 K.
K. Tarihi: 16.01.2018
Mahkeme: Ağır Ceza Mahkemesi
Konu: SSÇ hakkında verilen mahkumiyet hükmünün dairece bozulmasına karşı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca haksız tahrik yönünden itirazda bulunulması.

ÖZET: Suça sürüklenen çocuk ... hakkında mağdur ...'i kasten öldürme suçundan yapılan yargılama sonunda; mahkumiyetine dair Ağır Ceza Mahkemesinden verilen hükmün sanık müdafii ve katılan vekilinin temyizi üzerine, Dairenin ilamı ile bozulmasına karar verildiği, bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca haksız tahrik yönünden itirazda bulunulduğu, 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı "Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında" Yasanın 99. maddesiyle, 5271 sayılı Yasanın 308. maddesinde yapılan değişiklik ve 101. maddesiyle 5320 sayılı Yasaya eklenen geçici 5. madde uyarınca itiraz hakkında karar verilmek üzere dosyanın Daireye gönderilmesi.

KARAR: Suça sürüklenen çocuk ... hakkında mağdur ...'i kasten öldürme suçundan yapılan yargılama sonunda; mahkumiyetine dair ... Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 20/05/2015 gün ve ... karar sayılı hükmün sanık müdafii ve katılan vekilinin temyizi üzerine, Dairemizin 24/10/2017 gün ve ... karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verildiği, bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca haksız tahrik yönünden itirazda bulunulduğu, 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı "Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında" Yasanın 99. maddesiyle, 5271 sayılı Yasanın 308. maddesinde yapılan değişiklik ve 101. maddesiyle 5320 sayılı Yasaya eklenen geçici 5. madde uyarınca itiraz hakkında karar verilmek üzere dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 308. maddesinin, 6352 sayılı Yasanın 99. maddesi ile eklenen 3. fıkrası uyarınca yapılan incelemede;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçeleri yerinde görüldüğünden İTİRAZIN KABULÜNE, Suça sürüklenen çocuk ... müdafiinin 1 haftalık yasal süre içindeki temyiz isteminden sonra suça sürüklenen çocuğun cezaevinden gönderdiği 05/01/2016 tarihli dilekçesi ile dosyanın onanmasını istedikleri anlaşılmakla, Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulunun 05.02.2008 gün ve ... sayılı Kararı uyarınca, cezanın onanması isteği, temyiz isteminden vazgeçme niteliği taşıdığından, suça sürüklenen çocuk ... müdafinin temyiz isteminin feragat nedeni ile CMUK'nun 317. maddesi gereğince REDDİYLE, katılanlar vekilinin temyiz istemi ile sınırlı olarak yapılan incelemede;

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suça sürüklenen çocuk ...'in maktul ...'i kasten öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, takdire ilişkin cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan katılanlar ... ve ... vekilinin ceza miktarına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle, suç tarihinde 17 yaş 5 ay 19 günlük olan suça sürüklenen çocuk hakkında kasten öldürme suçundan kurulan hükümde yaş küçüklüğü nedeniyle TCK’nun 31/3. maddesi uyarınca yapılan indirimin, yasal sınırlar dahilinde ve fakat çocuğun yaşı ile orantılı olacak şekilde bir ceza verilmesi yerine alt hadden ceza belirlenmesi, oluşa ve dosya kapsamına göre, suça sürüklenen çocuk ...'in annesi ...'nün, soruşturma aşamasında vermiş olduğu ifadesinde, 17 yaşındaki oğlu suça sürüklenen çocuk ...'e, maktul ... ile arasındaki ilişkinin rızaen olmadığını, maktul ... tarafından bu ilişkiye zorlandığını beyan ettiğini ifade etmesi karşısında suça sürüklenen çocuk hakkında 5237 sayılı TCK'nun 29. maddesindeki haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin düşünülmemesi, yasaya aykırı olup, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak BOZULMASINA, 16/01/2018 gününde oybirliği ile karar verildi.


Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
2014/2703 E. 2016/1982 K.
K. Tarihi: 11.05.2016
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: Sözleşmeli öğretmen olarak görev yapan davacının eş durumu nedeniyle yaptığı tayin talebinin, puan yetersizliği nedeniyle reddine ilişkin işlemin iptali istemi.

ÖZET: İdare Mahkemesinin kararıyla; olayda dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Danıştay 2. Dairesinin kararıyla; olayda, davacı tarafından, her ne kadar Anayasa'nın ailenin korunması ile ilgili kurallarının ihlal edildiği, kadrolu öğretmenler için getirilen istisnai kuralların sözleşmeli öğretmenler için de uygulanması gerektiği iddia edilmekte ise de, davacının sözleşmeli öğretmen olarak atanmasının, norm kadro uygulamaları sonrasında öğretmen ihtiyacının karşılanamamış olması neticesinde gerçekleştiği, bu nedenle norm kadroya getirilen çeşitli istisnai hükümlerden yararlanma imkânının bulunmadığı ve diğer taraftan sözleşmeli personel için yine çeşitli mülahazalarla getirilen yer değişikliği imkânının ise, norm kadro uygulamalarının dışında atıl kapasite yaratacak şekilde kullanılamayacağı da göz önüne alındığında davacının, yeterli boş pozisyon bulunmayan Adana iline eş durumu nedeniyle atamasının yapılması hususunda idarenin zorlanamayacağı açık olduğundan, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince bozma kararına uyulmayarak, dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar edilmiştir.

KARAR: Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü: Dava; Kahramanmaraş ili, ... İlköğretim Okulunda sözleşmeli öğretmen olarak görev yapan davacının eş durumu nedeniyle yaptığı tayin talebinin, puan yetersizliği nedeniyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesinin kararıyla; olayda Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 9. maddesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 20/3. maddesi ve Anayasa'nın 41.maddesindeki düzenleme dikkate alınmaksızın hazırlanan Genelge ve Kılavuz uyarınca tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karar temyiz incelemesi sonucunda, Danıştay 2. Dairesinin kararıyla; olayda, davacı tarafından, her ne kadar Anayasa'nın ailenin korunması ile ilgili kurallarının ihlal edildiği, kadrolu öğretmenler için getirilen istisnai kuralların sözleşmeli öğretmenler için de uygulanması gerektiği iddia edilmekte ise de, davacının sözleşmeli öğretmen olarak atanmasının, norm kadro uygulamaları sonrasında öğretmen ihtiyacının karşılanamamış olması neticesinde gerçekleştiği, bu nedenle norm kadroya getirilen çeşitli istisnai hükümlerden yararlanma imkânının bulunmadığı ve diğer taraftan sözleşmeli personel için yine çeşitli mülahazalarla getirilen yer değişikliği imkânının ise, norm kadro uygulamalarının dışında atıl kapasite yaratacak şekilde kullanılamayacağı da göz önüne alındığında davacının, yeterli boş pozisyon bulunmayan Adana iline eş durumu nedeniyle atamasının yapılması hususunda idarenin zorlanamayacağı açık olduğundan, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, Kahramanmaraş İdare Mahkemesince bozma kararına uyulmayarak, dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar edilmiştir. Davalı idare, Kahramanmaraş İdare Mahkemesinin ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/B maddesinde, sözleşmeli personel; kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulu'nca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığı'nın görüşü üzerine Maliye Bakanlığı'nca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmış olup, sözleşmeli personel seçiminde uygulanacak sınav ile istisnaları, bunlara ödenebilecek ücretlerin üst sınırları ile verilecek iş sonu tazminatı miktarı, kullandırılacak izinler, pozisyon unvan ve nitelikleri, sözleşme fesih halleri, pozisyonların iptali, sözleşmeli personel istihdamına dair hususlar ile sözleşme esas ve usullerinin Devlet Personel Başkanlığı'nın görüşü ve Maliye Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca belirleneceği düzenlemesine yer verilmiş; anılan maddeye, 31/03/2006 günlü, 26125 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5473 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle eklenen, "Milli Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde öğretmenlerin;" ibaresi ile, asli ve sürekli bir kamu hizmeti olan öğretmenliğin, sözleşmeli öğretmenlik statüsü ile de yapılabilmesi olanaklı hale gelmiştir. Öte yandan anılan Kanun hükmüne istinaden, 06/06/1978 günlü, 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar'da işlem tarihi itibarıyla kurum içi yer değişikliği talebine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiş olmakla birlikte, bu Esaslar uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı'nca hazırlanan Tip Hizmet Sözleşmesi'nin 14. maddesinde, personelin, herhangi bir sebeple, sözleşme yaptığı Kurumun bulunduğu ilçe dışında görev yapma talebinde bulunamayacağı, ancak, idarenin sözleşmeli personel ihtiyacının ortadan kalkması gibi haklı ve zorunlu hallerde, personel ile aynı il/ilçe içerisinde boş pozisyon bulunması halinde alanında öğretmen ihtiyacı bulunan diğer bir Kurumda istihdam edilmek üzere yeni sözleşme yapılabileceği, personelin, Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak yönergede belirtilecek eş ve sağlık mazeretinin bulunması hallerinde yarı yıl veya yaz tatilinde olmak kaydıyla sözleşmenin feshini talep edebileceği, mazeretlerinin kabul edilmesi halinde sözleşmesinin feshedilebileceği, bu şekilde sözleşmesi fesh edilen personelin başka bir ilde sözleşmeli olarak çalıştırılabilmesinin; ilgili ilde, norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması, emsali kadrolu öğretmenlerin alanları itibariyle haftada okutmak zorunda oldukları aylık karşılığı kadar ders görevinin bulunması ve boş pozisyon bulunması hallerinde mümkün olduğu belirtilmiş; "Haziran 2010 Öğretmenlerin Özür Durumundan Yer Değiştirme Kılavuzu"nda ise; 657 Kanun'un 4/B maddesi kapsamında görevlendirilen ve göreve başlama tarihi itibariyle bir yıllık çalışma süresini tamamlayan sözleşmeli öğretmenlerin de kadrolu öğretmenlerde aranılan koşulları belgelendirmeleri ve boş pozisyon bulunması kaydıyla alanlarında en az 15 saat ders yükü bulunan eğitim kurumlarından en fazla 25 eğitim kurumu tercihinde bulunabilecekleri, görevlendirme işlemlerinin, hizmet puanı üstünlüğü, hizmet puanının eşit olması halinde ise 657 sayılı Kanun'un 4/B maddesi kapsamında geçirilen hizmet süresi üstünlüğü, eşitliğin bozulmaması durumunda ise bilgisayar kurası ile yapılacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, 5473 sayılı Kanunun 3. maddesiyle 657 sayılı Kanunun 4/B maddesinde ve sonrasında Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar'da yapılan değişiklikler sonucunda, norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde Bakanlığa bağlı eğitim kurumlarında sözleşmeli öğretmen istihdam edilmesine imkân sağlanmış, belirtilen esaslar doğrultusunda, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek hazırlanan tip sözleşme ve 2010 Yılı Öğretmenlerin Özür Durumundan Yer Değiştirme Kılavuzu uyarınca da, Bakanlığa bağlı eğitim kurumlarında görevli sözleşmeli öğretmenlerin isteğe ve özür durumuna bağlı yer değiştirmelerinde, eğitim-öğretimin kesintiye uğramaması bakımından yarı yıl ve yaz tatili şeklinde iki ayrı yer değiştirme dönemi belirlenmiş, ancak, sözleşmeli öğretmen pozisyonları Maliye Bakanlığı tarafından il/ilçe bazında vizelendiğinden, sözleşmeli öğretmenlerin yer değişikliklerinin, atanmak istedikleri yerlerde boş sözleşmeli öğretmen pozisyonu bulunması halinde mümkün olacağı, boş pozisyon bulunmadığı durumlarda ise yer değişikliği isteklerinin gerçekleşemeyeceği belirtilmiş, 02/03/2009 günlü, 2009/14799 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yapılan değişiklikle de, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar'a eklenen Ek 3. maddede, önceki düzenlemelere paralel olarak, sözleşmeli personelin eş durumuna bağlı kurum içi yer değişikliği talebinin; vizeli olduğu birimde fiilen en az bir yıl çalışmış olması, geçiş yapacağı hizmet biriminde aynı unvan ve niteliği haiz boş pozisyon bulunması ve kamu personeli olan eşin, kurum içi görev yeri değişikliği mümkün olmayan veya mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan bir görevde bulunması kaydıyla yerine getirilebileceği kuralı getirilmiştir. İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin, Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 9. ve dava konusu işlem tarihinde yürürlükte olmayan 04/03/2006 günlü, 26098 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 20/3. maddesindeki, "İlgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı, mülki idare amirliği hizmetleri sınıfı ve emniyet hizmetleri sınıfına giren memurlar, Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subay ve astsubaylar, hakim ve savcılar ile bu Yönetmeliğin ek 1. maddesi kapsamına girenlerin görev süresiyle sınırlı olmak üzere, atandıkları yere, memur olan eşinin atanmasında mevzuatı uyarınca yürürlüğe konulan norm kadro sayılarına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağına" ilişkin hükümlere aykırı olarak yapılan düzenlemelere dayanılarak tesis edildiği gerekçesiyle iptaline karar verilmiş ise de, anılan Yönetmelikler sadece kadrolu öğretmenleri kapsamakta olup, sözleşmeli öğretmenler bu düzenlemelere tabi değildir. Dosyanın incelenmesinden, 657 Sayılı Kanun'un 4/B maddesi kapsamında, Kahramanmaraş ili, ... İlköğretim Okulunda öğretmen olarak görev yapan davacının, Adana ilinde öğretmen olarak görev yapan eşi nedeniyle, belirlenen boş pozisyonlar dahilinde Adana ilinde ilan edilen eğitim kurumlarından birine atanma istemiyle başvuruda bulunduğu, yapmış olduğu bu başvuru üzerine, aynı alandan yer değişikliği isteyen adaylarla birlikte hizmet puanı üstünlüğüne göre değerlendirilmesi sonucunda atamasının yapılmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, Dairesince verilen bozma kararında da belirtildiği üzere, davacının norm kadro uygulamaları sonrasında karşılanamayan öğretmen ihtiyacının giderilmesi amacıyla sözleşmeli öğretmen olarak atandığı, dolayısıyla norm kadro için getirilen istisnai hükümlerden yararlanma imkânının bulunmadığı, diğer taraftan, sözleşmeli personel için çeşitli mülahazalarla getirilen yer değişikliği imkânının, norm kadro dışında atıl kapasite yaratacak şekilde kullanılamayacağı açık olduğundan, statüsü gereği tabi olduğu düzenlemeler uyarınca, eş durumuna bağlı kurum içi yer değişikliği talebi ancak geçiş yapacağı hizmet biriminde aynı unvan ve niteliği haiz boş pozisyon bulunması koşuluna bağlı olan davacının, eşi dolayısıyla, alanında Adana ili için ilan edilen boş pozisyonlara hizmet puanı yetersizliği nedeniyle atanmamasına yönelik işlemde hukuka aykırılık, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Kahramanmaraş İdare Mahkemesinin ısrar kararının BOZULMASINA, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/05/2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2017/89
Karar Tarihi: 18.01.2018
Konu: Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’a eklenen 7/B maddesinin dördüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebi.

ÖZET: Bedeli ödenmek suretiyle satılan ve kooperatif adına tapuya tescil edilen Hazine'ye ait taşınmazların yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılması hâlinde bedelsiz olarak Hazine adına tescil edilmesinin mülkiyet hakkına aykırı olduğu ve kişilerin bedelini ödeyerek aldıkları taşınmazların bedel ödenmeksizin idare tarafından geri alınmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ek 1 No.lu Protokolü’nün 1. maddesi ile korunan mülkiyetin kullanımı hakkının ihlali olarak görüldüğü belirtilerek kuralın Anayasa’nın 11., 13., 35., 46. ve 57. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

KARAR: Kanun’un itiraz konusu kuralın yer aldığı geçici 7/B maddesi şöyledir: “Hazineye ait taşınmazlar; konut yapılmak amacıyla rayiç bedel üzerinden konut yapı kooperatiflerine, kooperatif birliklerine veya bu birliklerin oluşturduğu üst birliklere, bunlar arasında yapılacak ihale ile satılabilir. Bunların ihaleye katılabilmeleri için, ihale konusu taşınmazın tahmini bedelinin dörtte birini bir bankada adlarına açılan hesapta bloke etmeleri şarttır. Bu taşınmazların satış amacı dışında kullanılamayacağına, amacı dışında kullanıldığının tespiti halinde, satılan taşınmazın satış bedelinin faizsiz iade edilerek Hazinece geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulur. Bu maddeye göre satılan taşınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerler, bedelsiz ve müstakil parsel olarak Hazine adına resen tescil edilir.”

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” kenar başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem belirtilmiştir. Söz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasında, bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesi'ne göndereceği kurala bağlanmış, fıkranın (a) bendinde de “iptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslı” mahkemeye gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de itiraz yoluna başvuran mahkemenin gerekçeli kararında Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülen hükümlerin her birinin Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 4706 sayılı Kanun’un 7/B maddesinin dördüncü cümlesinin tamamının iptalini talep etmekle birlikte başvuru kararında sadece maddede yer alan “bedelsiz” ibaresine ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddialarını gerekçelendirilmiş; maddenin geri kalan kısmının ise Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğunu ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça göstermemiştir. Açıklanan nedenlerle, 29.6.2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’a 3.7.2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle eklenen 7/B maddesinin dördüncü cümlesinin:

“Bedelsiz” ibaresi dışında kalan bölümünün iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından esas incelemeye geçilmeksizin REDDİNE, “Bedelsiz” ibaresinin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

Başvuru kararı ve ekleri, Raportör ... tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: 3194 sayılı İmar Kanunu’nda imar uygulamaları ayrıntılı olarak düzenlenmektedir.

Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasına göre; imar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın birbirleri ile yol fazlaları ile kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise bu yetkiler valilikçe kullanılır.

Kanun’un 18. maddenin ikinci fıkrasına göre belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüz ölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşebilir. Ancak bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüz ölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

Kanun’un 18. maddenin üçüncü fıkrasına göre düzenleme ortaklık payları; düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, otoyol hariç erişme kontrolünün uygulandığı yol, su yolu, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz. Ayrıca maddenin altıncı fıkrasında herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmayacağı belirtilmiştir.

Kanun’un 18. maddesinin dördüncü fıkrasına göre ise düzenleme ortaklık paylarının toplamı, üçüncü fıkrada belirtilen umumi hizmetler için yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

4706 sayılı Kanun’un 7/B maddesinde de Hazine'ye ait taşınmazların konut yapılmak amacıyla rayiç bedel üzerinden konut yapı kooperatiflerine, kooperatif birliklerine veya bu birliklerin oluşturduğu üst birliklere bunlar arasında yapılacak ihale ile satılabileceği belirtildikten sonra itiraz konusu kuralla, bu maddeye göre satılan taşınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerlerin Hazine adına tescilinin “bedelsiz” yapılacağı hüküm altına alınmaktadır.

Madde gerekçesinde belirtildiği üzere kuralla “ileride kamu ihtiyaçlarının karşılanması güvence altına alınmakta ve Devletin ileride doğabilecek kamulaştırma yükü ortadan kaldırılmaktadır.” Belirtilen husus dikkate alındığında kural kapsamında Hazineye bedelsiz devredilmesi öngörülen alanların 3194 sayılı Kanun’un 18. maddesinde belirtilen umumi hizmetlere ayrılan yerler için Kanun’da belirtilen oranın üzerinde kalan ancak düzenleme ortaklık payı ile karşılanamayan kamu hizmet alanları olduğu anlaşılmaktadır.

Başvuru kararında özetle, bedeli ödenmek suretiyle satılan ve kooperatif adına tapuya tescil edilen Hazine'ye ait taşınmazların yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılması hâlinde bedelsiz olarak Hazine adına tescil edilmesinin mülkiyet hakkına aykırı olduğu ve kişilerin bedelini ödeyerek aldıkları taşınmazların bedel ödenmeksizin idare tarafından geri alınmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ek 1 No.lu Protokolü’nün 1. maddesi ile korunan mülkiyetin kullanımı hakkının ihlali olarak görüldüğü belirtilerek kuralın Anayasa’nın 11., 13., 35., 46. ve 57. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa'nın 35. maddesinde, "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." denilmektedir.

Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Gayrimenkul malların mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır. Bu bağlamda malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması veya mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.

Dava konusu kuralla konut yapılmak amacıyla rayiç bedel üzerinden konut yapı kooperatiflerine, kooperatif birliklerine veya bu birliklerin oluşturduğu üst birliklere ihale ile satılan Hazineye ait taşınmazların bunlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerlerin Hazine adına bedelsiz olarak tescil edileceği öngörülmektedir. Kuralda sayılan tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazların kamu hizmet alanına ayrılan kısmının mülkiyetinin imar uygulaması sonucu bedelsiz olarak Hazineye geçmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrasında mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Zira mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamaması, devletin mülkiyetin kullanımını toplum yararına uygun olarak düzenleyebilmesini gerektirmektedir. Bu durumda da devletin mülkiyetin kullanımını kontrol yetkisine sahip olduğunun kabulü zorunlu hâle gelmektedir. Ayrıca Anayasa'nın kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara ilişkin 169. ve 170. maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. maddesinin sekizinci fıkrası, 30. maddesi ve 38. maddesinin onuncu fıkrasında, devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.

İtiraz konusu kuralda belirtilen taşınmazların mülkiyetinin bedelsiz olarak -kısmen- idareye geçmesi imar uygulaması yapılması nedeniyledir. İmar uygulamaları düzenli ve planlı bir şehirleşmenin sağlanabilmesi amacına yönelik olarak gerçekleştirilen ve planlamanın yapıldığı kentte bulunan arsa ve arazilerin kullanım amaçlarının, şehircilik ve planlama ilke ve politikaları doğrultusunda yeniden belirlenmesini içeren idari tasarruflardır. Bu işlemler taşınmazların sınırlarının ve büyüklüklerinin değiştirilmesini dahi gerekli kılabilmektedir. İmar uygulamalarında temel hedef taşınmazların kullanımının, şehircilik ve planlama ilkelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesidir. Dolayısıyla itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyet hakkının düzenlenmesine ve kontrolüne yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup, objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanına ayrılan yerlerin müstakil parsel olarak Hazine adına tescil edilmesinde kamu yararı bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.

İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin, ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında maliki olağandışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez.

Arsa ve arazi düzenlemesi yapılmasının ve bu kapsamda kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan taşınmazların kısmen özel mülkiyette bulunan taşınmazlardan bedelsiz olarak karşılanmasının düzenli ve planlı bir kentleşmenin sağlanabilmesi amacına ulaşılabilmesi bakımından elverişsiz bir araç olmadığı söylenemez.

Düzenli bir kentleşmenin sağlanabilmesi planlama yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yetkili kamu otoritelerince planlama yapılırken toplum olarak bir arada yaşamanın doğurduğu tüm sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçların estetik kaygısı da gözetilerek belirlenmesi ve karşılanması hedeflenmektedir. Sosyal birer varlık olarak aynı yerleşim yerinde ve bir arada yaşayan bireylerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi, özel mülkiyette bulunmayan kamusal bir takım alanların varlığını gerekli hale getirmektedir. Özel mülkiyetin dışında bırakılan bu alanlar kentte yaşayan tüm bireylerin -ilgisine göre- kullanımına açık olan mekânlardır. Günümüzde tüm dünyada bu tür kamusal alanların oluşturulması için ihtiyaç duyulan taşınmazların en azından bir bölümü, kentin sınırları içinde yer alıp arsa ve arazi düzenlemesine tabi tutulan özel mülkiyetteki taşınmazların kısmen kamuya bedelsiz olarak terki suretiyle temin edilmektedir.

Bu taşınmazların kamuya terkinin bedelsiz olması Anayasa’nın 35. maddesinin üçüncü fıkrasında ifadesini bulan, mülkiyet hakkının kullanımının kamu yararına aykırı olamayacağı kuralının bir gereğidir. Bireyler toplum olarak bir arada yaşamanın kendilerine sağladığı nimetlerin karşılığında birtakım toplumsal külfetlere katlanmak durumundadırlar. Ayrıca maliklerin toplum halinde yaşamanın getirdiği genel nitelikteki nimetlerden öte taşınmazlarının imar uygulamasına tabi tutulması nedeniyle değerinde artış meydana gelmesi biçiminde kişiselleşmiş bazı menfaatler de elde edebildikleri dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu açıdan, mülk sahiplerinin imar uygulamasına tabi tutulan taşınmazlarının mülkiyetinin kısmen, kamu hizmetine tahsis edilmek üzere Hazineye geçmesinin adalet ve hakkaniyete aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kuralla, ihale ile özel kişilere satılan taşınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerlerin bedelsiz olarak Hazine adına resen tescil edilmesinin öngörülmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna varılamayacaktır.

Son olarak itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların, imar uygulamasına tabi tutulmasının malike sağladığı menfaatler gözetilerek kısmen ve bedelsiz olarak Hazineye devredilmesinin öngörülmesinde kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir. Bu bağlamda malikin, imar uygulamasından elde ettiği yarar ile taşınmazının kısmen idareye devredilmesi ile yüklendiği külfet arasında bir kıyaslama yapılmalıdır. Bu çerçevede imar uygulaması sonucu taşınmazın değerinde meydana gelen değer artışının, menfaatlerin dengelenmesinde göz önünde bulundurulacak unsurlardan biri olduğu ifade edilmelidir. Taşınmazın değerinde meydana gelen artış ile idareye devredilen kısmının değeri arasında açık bir dengesizliğin bulunması durumunda malike yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğundan söz edilebilir.

İtiraz konusu kural, satılan taşınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerlerin, herhangi bir üst oran belirlenmeksizin bedelsiz olarak Hazine adına resen tescil edilmesini mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu taşınmazları Hazineden satın alan kişilerin ileride yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan ve bedelsiz olarak Hazine adına tescil edilecek olan yerlerin taşınmazın ne kadarlık kısmına karşılık geleceğini bilmeleri mümkün değildir. Kural bu haliyle maliklerin, imar uygulamasından elde ettikleri yarar ile yüklendikleri külfet arasında açık bir dengesizliğin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine imkân tanımamaktadır. Diğer bir ifadeyle imar uygulaması sonucu taşınmazın, bedelsiz olarak Hazineye devredilecek kısmına yönelik herhangi bir üst sınır getirilmemesi malikin Hazineye devretmekle topluma terk ettiği ekonomik değer ile imar uygulamasının, taşınmazın geride kalan kısmına sağladığı ekonomik katkı arasında makul bir orantısallığın bulunup bulunmadığına yönelik bir değerlendirme yapılmasına olanak vermemektedir. Bu da malike aşırı bir külfet yüklemekte ve kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır.

Sonuç olarak imar uygulaması sonucu taşınmazın, bedelsiz olarak Hazine'ye devredilecek kısmına yönelik herhangi bir üst sınır getirilmemesi nedeniyle itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 11., 46. ve 57. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

30.3.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında başvurunun; kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup bu madde veya hükümlerin iptalinin kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğurması hâlinde keyfiyeti gerekçesinde belirtilmek şartıyla uygulanma olanağı kalmayan kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün söz konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline Anayasa Mahkemesince karar verilebileceği öngörülmektedir.

29.6.2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’a 3.7.2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle eklenen 7/B maddesinin dördüncü cümlesinde yer alan “bedelsiz” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan bu ibareden sonra gelen “ve” ibaresinin de 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.

29.6.2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’a, 3.7.2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle eklenen 7/B maddesinin dördüncü cümlesinde yer alan; “…bedelsiz…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYÇOKLUĞUYLA; “…bedelsiz…” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan bu ibaredensonra gelen “…ve…” ibaresinin de 30.3.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE, 18.1.2018 tarihinde karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.