img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2017/1609 E. 2017/965 K.
K.Tarihi 24.05.2017

Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2018/319 E. 2018/588 K.
K.Tarihi 01.02.2018

Danıştay 17. Daire Başkanlığı
2015/881 E. 2015/83 K.
K.Tarihi 19.02.2015

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2012/1223
Karar Tarihi:05.11.2014

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2017/1609 E. 2017/965 K.
K. Tarihi: 24.05.2017
Mahkeme : Aile Mahkemesi
Konu : Davalı ...’ın ölümü nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi.

ÖZET: Davacı ile aile konutu üzerinde ipotek tesis ettiren eşi davalı ...'in evliliği, davalı ...'in yargılama devam ederken 31.05.2012 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Evlilik ölüm ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Evliliğin sonlanmasıyla aile konutu ile kira sözleşmesini feshetme, devretme ve üzerindeki hakları sınırlandırmaya ilişkin kısıtlama "kendiliğinden" ortadan kalkar. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında "karar verilmesine yer olmadığına" şeklinde karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanununun 194. maddesine dayanılmak suretiyle yazılı şekilde "ipoteğin kaldırılmasına" karar verilmesi doğru görülmemiştir.…" gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

KARAR: Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Aile Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen karar, davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin kararı ile "…Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m. 194/1). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik ölümle veya boşanma yahut iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer ve rıza alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Davacı ile aile konutu üzerinde ipotek tesis ettiren eşi davalı ...'in evliliği, davalı ...'in yargılama devam ederken 31.05.2012 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Evlilik ölüm ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Diğer bir ifadeyle evliliğin sonlanmasıyla aile konutu ile kira sözleşmesini feshetme, devretme ve üzerindeki hakları sınırlandırmaya ilişkin kısıtlama "kendiliğinden" ortadan kalkar. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında "karar verilmesine yer olmadığına" şeklinde karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanununun 194. maddesine dayanılmak suretiyle yazılı şekilde "ipoteğin kaldırılmasına" karar verilmesi doğru görülmemiştir.…" gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu üzerine ipotek konulduğunu, bu durumun Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesine aykırı olduğunu iddia ederek ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı ... davaya cevap vermemiştir.

Davalı banka vekili davaya konu ipoteğin bizzat davacının yazılı muvafakatına istinaden tesis edildiğini, davacının söz konusu ipotek işleminden haberdar olmadığını iddia etmesinin de haksız ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalı ...’ın vefatı üzerine dava mirasçılarına yöneltilmiş, davalı ... mirasçıları davaya cevap vermemiştir. Yerel mahkemece davaya konu taşınmazın davacı ile davalı ...'in aile konutu olduğu ancak davacı ile davalı ... arasındaki evliliğin davalı ...'in davanın devamı sırasında 31/05/2012 tarihinde vefat etmesiyle sona erdiği, ölümle sona eren evlilik nedeniyle de davaya konu taşınmazın aile konutu özelliğini kaybettiği, davacının aile konutu şerhi konulması hususundaki davasının konusuz kaldığı, ancak davaya konu taşınmaz üzerine ipotek tesis edilirken davacının haberinin olmadığı ve açık rızasının alınmadığı, tacir olan davalı şirketin de ipotek tesis edilirken taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği, banka tarafından davacının rızasının alındığı iddia edilen muvafakatnamenin de HMK’nın 206. maddesinde öngörülen şartları taşımadığından resmi belge niteliğinde olmadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne karar verilmiştir.

Davalı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuştur. Yerel Mahkemece ipotek tesis işlemi sırasında davacı eşten muvafakatname almak isteyen davalı bankanın taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği halde taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirdiği, davacı eşin davanın devamı sırasında vefat eden kocasının mirasçısı konumunda olduğu ve davacı eşin bu davadaki hukuki yararının devam ettiği, davanın reddedilmesi halinde icra takibinin sonunda taşınmazın satılacağı ve davacı eşin aile konutundan kaynaklanan yasal haklarını kullanabilme olanaklarından yoksun kalacağı belirtilerek ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir. Direnme hükmü davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, aile konutu niteliğini haiz taşınmazda ipotek tesis eden davalı eşin ölümü üzerine davacı eşin Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesinde sağlanan korumadan yararlanıp yararlanmayacağı, burada varılacak sonuca göre ipoteğin kaldırılması talebinin konusuz kalıp kalmayacağı noktasında toplanmaktadır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında TMK’nın 194.maddesinde tanınan aile konutu korumasının evliliğin ölüm ile sona ermesi durumunda da devam edeceği, sözü edilen hükmün sadece evliliğin korunması için getirilmiş bir hüküm olmadığı, aksi halde malik olmayan eşin TMK’nın 240, 279 ve 652. maddelerinde yer alan haklarını kullanamayacağı, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının devam ettiği gerekçesiyle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı ...’ın ölümü nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.05.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.


Yargıtay 6. Ceza Dairesi
2018/319 E. 2018/588 K.
K. Tarihi: 01.02.2018
Mahkeme: Ağır Ceza Mahkemesi
Konu: Sanığın eylemlerinin tehdit suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, mahkumiyeti yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde beraatına karar verilmesi.

ÖZET: Suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemesi ancak; madde bağımlısı sanığın eylemlerinin tehdit suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, anılan suçlardan mahkumiyeti yerine, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde beraatına karar verilmesi.

KARAR: Sanık ... hakkında yağma ve tehdit suçlarından beraatine ilişkin Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmün, Cumhuriyet Savcısı tarafından temyizi üzerine Dairemizin red kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı ile; "Başsavcılığımız itirazına konu dosya incelendiğinde; anne ve babasından, anneannesinden tehdit ve cebirle para aldığı ve kardeşi olan diğer mağduru da tehdit ettiği iddiasıyla sanık hakkında yağma ve tehdit suçlarından açılan kamu davası üzerine yapılan yargılama sonucunda; sanık hakkında atılı suçlardan 08/10/2013 tarihinde beraat kararı verilmiş ve bu karara karşı o yer Cumhuriyet Savcısı tarafından 21/10/2013 tarihli temyiz süre tutum dilekçesi verilmiştir. Dilekçenin alt kısmındaki tarih 21/10/2013 olup, hakim havalesinin bulunmadığı, yazı işleri müdürü havalesinin ise 21/10/2013 olduğu, süre tutum dilekçesinin alt kısmında ise; yazı işleri müdürünün el yazısıyla "iş bu talep 21/10/2013 tarihinde Cumhuriyet Savcısı Muvaffak Meşe e-imzası ile UYAP üzerinden gelmiştir. ‘21/10/2013’ ibaresinin bulunduğu görülmektedir. Bu süre tutum dilekçesinden sonra da 06/11/2013 tarihli Başkan havaleli gerekçeli temyiz layihası sunulması üzerine temyiz incelemesine gönderilen hükme karşı Başsavcılığımız tebliğnamesinde, esasa girilerek bozma istenmiş, Yüksek Daire ise; süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle temyiz istemini reddetmiştir.

UYAP üzerinden yapılan kontrolde de, o yer Cumhuriyet Savcısının 21/10/2013 günü yani süresinde saat 11.26’da elektronik imzalı olarak temyize ilişkin süre tutum dilekçesini oluşturup, mahkemesine gönderdiği tesbit edilmiştir. Zira, 08/10/2013 günü tefhim edilen hükme karşı, 15/10/2013 günü temyiz süresi dolmakta ise de, sürenin son günü olan 15/10/2013 günü resmi tatil olan Kurban Bayramının 1.günü, sonraki günler ise yine resmi tatilin devamıdır ve temyiz süresi 21/10/2013 tarihine kadar uzamaktadır ki, zaten bu günde de temyize ilişkin süre tutum dilekçesi verilmiştir. Bu sebeple, Cumhuriyet Savcısının temyiz istemi süresindedir ve hükmün esasına girilerek inceleme yapılması yasal zorunluluktur" gerekçesi ile itiraz kanun yoluna başvurulması üzerine, dosya Daireye gönderilmekle okunarak gereği görüşülüp düşünüldü:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İTİRAZININ KABULÜNE, Dairemizin sanık ... hakkındaki red ilamının kaldırılmasına, Sanık ... hakkında, yakınanlar ..., ...’a yönelik yağma suçundan ve yakınan ...’a yönelik tehdit suçundan kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak; madde bağımlısı oğlu sanık ... tarafından sürekli olarak kendisinden para istenen, vermediği takdirde ölümle tehdit edilen ve bundan bıkıp, evini değiştiren yakınan ... arayan sanığın, ‘seni bulamayacak mıyım, bana para ver, seni, oğlunu, kocanı öldüreceğim’ dediği; sanığın, beraber yaşadığı ve anneannesi olan yakınan ...’ten ise muhtelif zamanlarda para talebinde bulunup, vermediği takdirde ‘evdeki camları kıracağım, herşeyi dökeceğim, yakacağım’ demesi şeklinde gelişen sanığın, yakınanlar.... ve ...’e yönelik eylemlerinin yağmaya teşebbüs; 10/05/2013 günü dayısının ... numaralı hattından babası olan yakınan ...’ı arayan sanığın, önce annesini sorup, yakınanın ‘yok’ diye cevap vermesi üzerine ‘sizi vuracağım, öldüreceğim’ diyerek telefon görüşmesine son verdiği; aynı şekilde sanığın, kardeşi olan yakınan ...’ı muhtelif sabit numaralardan arayarak ‘kendisini yeni eve götürmesini’ isteyip, ‘götürmediği takdirde gördüğü yerde vuracağını’ söylemesi şeklindeki gelişen eylemlerinin tehdit suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, anılan suçlardan mahkumiyeti yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde beraatına karar verilmesi, bozmayı gerektirmiş, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle istem gibi BOZULMASINA, 01.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 17. Daire Başkanlığı
2015/881 E. 2015/83 K.
K. Tarihi: 19.02.2015
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: İdare Mahkemesinin kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması.

ÖZET: Eskişehir İli, Odunpazarı İlçesi, Kırmızıtoprak Mahallesi, ... pafta, ... ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerine dört adet reklam panosu konulmak suretiyle 48,00 metrekarelik kısmının işgali nedeniyle 16.800,00 TL ecrimisil istenilmesine ilişkin ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali.

KARAR: Hüküm veren Danıştay Onyedinci Dairesince dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek işin gereği görüşüldü: Dava, Eskişehir İli, Odunpazarı İlçesi, Kırmızıtoprak Mahallesi, ... pafta, ... ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerine dört adet reklam panosu konulmak suretiyle 48,00 metrekarelik kısmının işgali nedeniyle 01/02/2007-09/06/2010 dönemi için 16.800,00 TL ecrimisil istenilmesine ilişkin 06/08/2010 günlü ve 4741 sayılı ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, dava konusu alanın yol vasfında olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 11. maddesine göre, Hazine tarafından bedelsiz terk edilerek tapu kaydının buna göre terkin edilmesi gerektiği, tapu sicillerinin doğru ve güvenli tutulmasının kamu düzeninden doğan bir sorumluluk olduğu, söz konusu yerin tapuda Hazineye ait arsa olarak görünmesinin bağlayıcı olmadığı, ayrıca 5216 sayılı Kanun'un 7/g maddesine göre; yetki alanındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak, bakım ve onarımını sağlamak, ilan ve reklam asılacak yerleri ve bunların şekil ve ebadını belirlemek, büyük şehir belediyesinin görevleri arasında olduğundan, bu yasal görev yerine getirilirken, hazine arazisinin işgal edildiğinden bahisle davalı Belediyenin fuzuli işgal sayılamayacağı ve ecrimisil istenemeyeceği, gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı Eskişehir Valiliği tarafından, mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 75 nci maddesinde; Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli işgalden, bu Kanunun 9. maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, takdir ve tespit edilecek ecrimisil isteneceği, ecrimisilin talep edilebilmesi için Hazinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olmasının gerekmediği ve fuzuli işgalin kusurunun aranmayacağı hükmüne yer verilmiş, Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesinde; Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yer: "Türk Medenî Kanunu ile diğer kanunlarda Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilen yer" olarak tanımlanmış, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun 715. maddesinde ise, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu kuralına yer verilmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 11. maddesinde; "İmar planlarında; meydan, yol, park, yeşil saha, otopark, toplu taşıma istasyonu ve terminal gibi umumi hizmetlere ayrılmış yerlere rastlayan Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait gayrimenkuller ile askeri yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ile ülke güvenliği ile doğrudan doğruya ilgili Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait harekat ve savunma amaçlı yerler hariç Hazine ve özel idareye ait arazi ve arsalar belediye veya Valiliğin teklifi, Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nın onayı ile belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeye; belediye ve mücavir alan hudutları dışında özel idareye bedelsiz terk edilir ve tapu kaydı terkin edilir. Ancak, bu yerlerin üzerinde bina bulunduğu takdirde, arsası hariç yalnız binanın halihazır kıymeti için takdir edilecek bedel ödenir. Bedeli ve ödeme şekli taraflarca tespit olunur. Bu suretle maledilen arazi ve arsalar belediye veya özel idare tarafından satılamaz ve başka bir maksat için kullanılamaz. Bu hususta tapu kütüğünün beyanlar hanesine gerekli şerh konur." hükmü düzenlenmiştir. Dosyanın incelenmesinden; mülkiyeti Hazineye ait Eskişehir İli, Odunpazarı İlçesi, Kırmızıtoprak Mahallesi, ... pafta, ... ada, … parsel sayılı taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulama imar planında, kısmen futbol sahası kısmen yol olduğu, yola isabet eden alan üzerine reklam panoları konulmak suretiyle 48 metrekarelik kısmının davacı Belediye tarafından işgal edildiğinin tespiti üzerine davalı İdare tarafından davaya konu ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anılan kanun hükümleri uyarınca, yararı kamuya ait olan yolların ve kaldırımların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, bu nitelikteki alanların fuzulen işgal edilmesi halinde Hazine tarafından ecrimisil istenilebileceği açıktır. Bu durumda, mahkemece gerek duyulması halinde yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesi ile tahakkuk ettirilen ecrimisil bedelinin hukuka uygunluğu araştırılarak neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken, davacı Belediyenin fuzuli şagil sayılamayacağı ve ecrimisil istenemeyeceği gerekçesiyle işlemin iptali yolunda verilen kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; İdare Mahkemesinin temyize konu kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 19/02/2015 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2012/1223
Karar Tarihi: 05.11.2014
Konu: Başvurucunun, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası.

ÖZET: Başvurucunun süresi içerisinde havale yoluyla gönderdiği temyiz posta masrafının mahkeme görevlilerince PTT Şubesinden teslim alınmadığı, posta masraflarının muhtırada belirtilen yedi günlük kesin süre içerisinde yatırılmadığı gerekçeleriyle temyiz dilekçesinin reddine karar (ek karar) verilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi.

KARAR: Başvurucu, süresi içerisinde, havale yoluyla gönderdiği temyiz posta masrafının kalemde teslim edilmediği gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddedildiğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 14/12/2012 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyon'a sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığı'na gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 5/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 19/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 3/4/2014 tarihinde sunmuştur.

Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çanakkale ili, Ayvacık ilçesi, ... Köyü'nde yer alan taşınmazların kadastro tahdit ve tespitleri sırasında yanlışlıklar yapıldığı iddiası ile Ayvacık Kadastro Mahkemesinde (Mahkeme) 13/1/2005 tarihinde kadastro tespitlerinin iptali ve pay hakkının tapuya tesciline karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkemenin kararı ile bazı taşınmazlar hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve bazı taşınmazlar hakkında da davanın reddine hükmedilmiştir. Bu karar başvurucuya 10/6/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, temyiz karar harcını ve temyiz yoluna başvurma harcını da yatırarak anılan karara karşı temyiz dilekçesini 24/6/2010 tarihinde Şişli .. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla Mahkemeye göndermiştir. Başvurucu, temyiz posta masraflarına ilişkin olarak kendisine bildirimde (muhtıra) bulunulabilmesi için posta masrafı karşılığı pulu da temyiz dilekçesine eklemiştir. Mahkemenin 9/7/2010 tarihli yazısı ile başvurucunun 8/7/2010 tarihinde mahkeme ilâmını temyiz ettiği belirtilerek, posta ve tebligat giderlerinin, yazının tebliğinden itibaren yedi günlük kesin süre içerisinde dava dosyasına yatırılması gerektiği, aksi takdirde temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağı uyarıları yapılmıştır. Bu bildirim başvurucuya 2/9/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun avukatı, 7/9/2010 tarihinde PTT (Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi) İstanbul Adalet Sarayı Şubesi aracılığıyla, Mahkemeye 50,00 TL havale yapmıştır. Ancak bu para, Mahkeme görevlilerince PTT Şubesinden teslim alınmamıştır. Mahkemenin 5/11/2010 tarihli ek kararı ile başvurucunun mahkeme ilâmını 24/6/2010 tarihinde temyiz ettiği, posta masraflarının muhtırada belirtilen yedi günlük kesin süre içerisinde yatırılmadığı gerekçeleriyle temyiz dilekçesinin reddine karar (ek karar) verilmiştir. Bu karar başvurucuya 22/11/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 29/11/2010 tarihinde temyiz dilekçesini ve temyiz harç makbuzunu Şişli .. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla sunarak, temyiz dilekçesinin reddine dair Mahkeme kararını temyiz etmiştir. Mahkeme'nin 20/1/2012 tarihli yazısı ile başvurucudan 7/9/2010 tarihli PTT ödeme belgesi alındısı, Yargıtay'a gönderilmek üzere istenmiştir. Başvurucu, istenen bu belgeyi, İstanbul .. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla 31/1/2012 tarihinde göndermiştir. Ek kararın temyizi istemine ilişkin temyiz posta masraflarının ödenmesi gerektiği başvurucuya telefonla bildirilmiş olup, başvurucu 1/2/2012 tarihinde PTT İstanbul Gayrettepe Şubesi aracılığıyla Mahkemeye 50,00 TL havale yapmıştır. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin kararı ile posta masraflarının "kalemde teslim şeklinde gönderilmediği" bu nedenle "süresi içerisinde dosyaya yatırılmış masraftan söz edilemeyeceği" gerekçesiyle Mahkemenin temyiz dilekçesinin reddine dair kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 24/4/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Yargıtay'ın onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuş ve aynı Dairenin 27/9/2012 tarih ve ... sayılı kararı ile karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, bu şekilde başvuru yollarının tüketildiğini, davanın vekalet ücretine ilişkin icra emrinin ve ekinde bulunan kesinleşmiş karar örneğinin kendisine 16/11/2012 tarihinde tebliği ile öğrenmiştir. Başvurucu, 14/12/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştur. 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:

"Bölge Adliye Mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete 'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”

18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla yapılan değişiklikten önceki 432. maddesi şöyledir:

"(Değişik madde: 26/02/1985 - 3156/20 md.)

Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir.

Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmişse, 434 üncü maddeye göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderilir.

Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz isteminin reddine karar verir ve Yargıtay'a gönderme için yatırılan parayı kullanarak ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder.

Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtay'a yollanır. Yargıtay'ın ilgili dairesi temyiz isteminin reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini inceler. "

1086 sayılı mülga Kanun'un 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 434. maddesi şöyledir:

"(Değişik madde: 16/07/1981 - 2494/27 md.)

Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse o mahkemece temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene ücretsiz bir alındı kağıdı verilir.

Temyiz isteği, harca tabi değilse dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılır.

Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır."

3/4/2012 tarih ve 28253 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği'nin 65. ve 66. maddeleri şöyledir:

"Yürürlükten kaldırılan yönetmelik

Madde 65-Hukuk ve Ticaret Mahkemelerinin Yazı İşleri Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.

Yürürlük

Madde 66-Bu Yönetmeliğin, elektronik ortamda yapılması öngörülmüş olup henüz UYAP uygulamalarında bulunmayan işlemlere ilişkin hükümleri, gerekli yazılım çalışması tamamlanıp uygulama güncelleme duyuruları yapıldıktan sonra, diğer hükümleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girer. "

Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri mülga Yönetmeliği'nin "Harç ve masraf için tutulacak defterler" kenar başlıklı 12. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"... Dosyaların temyize şevki için alakalıları tarafından mahkeme yazı işleri müdürüne veya yardımcılarına tevdi olunan paralar da tahsilat makbuzu karşılığında kasaya alınır. Dosyanın temyize şevki sırasında da alınan bu paranın sarfedilen kısmı reddiyat makbuzunda ve defterdeki reddiyatı gösteren kısımda gösterilir ve artan para varsa alakalısına makbuzla iade olunur."

Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri mülga Yönetmeliği'nin "Davanın açılma tarihi ile temyiz tarihinin teshiri" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Dava dilekçeleri, yetkili ve görevli hâkimler veya bunların bulunmaması halinde mahkeme yazı işleri müdürü tarafından, dilekçe üzerine başvuru tarihi yazılarak doğrudan kaleme verilir.

Harca tabi olmayan davalara ait dilekçeler, esas, muhabere ya da tevzi defterlerine kaydedilir.

Harca tabi olan davalarda dilekçenin kaleme verilmesi üzerine, gerekli harç tahakkuk ettirilerek ilgilisinden tahsil edilir ve ondan sonra esas, muhabere ya da tevzi defterine kaydedilir. Harcın Maliyece tahsili gerektiği hallerde ilgilisine tahakkuk belgesi verilerek, harcın tahsil edildiğine dair belgenin yazı işleri müdürüne ibraz edilmesi üzerine yukarıda sözü edilen defterlere kayıt işlemi yapılır.

Vezne teşkilatı bulunan yerlerde dava dilekçesinin kabulü ile harcın yatırılmasında yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.

Dava dilekçesinin esas veya muhabere ya da tevzi defterine kayıt tarihi davanın açıldığı tarihtir.

Dava dilekçesinin esas, muhabere ya da tevzi defterine kaydedilmesi üzerine ilgilisine kayıt gün ve sayısını gösterir ücretsiz bir alındı belgesi verilir. Alındı belgesinin verildiği tarih dava dilekçesine de kaydedilir.

Temyiz dilekçesi, verildiği mahkeme temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene bir alındı belgesi verilir. Temyiz isteği, harca tabi değilse dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği, harca tabi ise yatırıldığı tarihte yapılmış sayılır. Alındı belgesinin verildiği tarih temyiz dilekçesine de yazılır."

1/12/2008 tarih ve 27071 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği'nin ''Tanımlar" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"(I) Bu Yönetmelikte geçen,

r) Serbestçe girilemeyen yer: Serbestçe girilip alıcısına ulaşılamayacak resmi veya özel kurum ve kuruluşları, ifade eder."

PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği'nin "Havale paralarının ödeneceği kişiler" kenar başlıklı 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

"Serbestçe girilemeyen yerlerdeki kişiler adına gelen havale paraları, PTT işyerine başvuran alıcının kendisine, tayin etmek kaydıyla mutemet veya vekilim yahut kuruluşun mutemedine ödenir."

Mahkemenin 5/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/12/2012 tarih ve 2012/1223 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü: Başvurucu, hakkında verilen Mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurmak için karşılaması gereken posta masrafına ilişkin parayı verilen süre içerisinde ve PTT kanalıyla Mahkemeye havale etmiş olmasına rağmen, paranın Mahkeme personelince PTT şubesinden alınmadığını, bu şekilde temyiz için gerekli bütün harç ve masrafları süresinde ödemiş olmasına rağmen, posta masrafının süresinde yatırılmadığı gerekçesiyle Mahkeme tarafından temyiz dilekçesinin reddine karar verildiğini ve bu karara karşı temyiz talebinin Yargıtay tarafından posta masraflarının kalemde teslim şeklinde gönderilmediği, bu nedenle süresi içerisinde dosyaya yatırılmış masraftan söz edilemeyeceği gerekçesiyle, temyiz dilekçesinin reddine dair kararının onanmasına karar verdiğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını talep etmiştir. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Bakanlık görüş yazısında, AİHM kararlarına atıf yapılarak, usul kurallarına uygunluk denetiminin derece mahkemelerinin yetkisinde olduğu, kuralın uygulanması neticesinde kişinin adalete erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin denetlenebileceği, Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve yükümlülüklere halel getirmedikçe, iç hukuktaki maddi ve hukuki hataları incelemenin bireysel başvuru incelemesi kapsamında olmadığı, dava açma sürelerinin, hukuki güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi meşru amaçlara hizmet ettiği, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı gevşeklikten kaçınmaları gerektiği, somut olayda temyiz harcının mahkeme yazı işlerine ulaştırılmasının, görevli personelin değil ilgilisinin sorumluluğunda olduğu, başvurucunun itirazlarının temyiz ve karar düzeltme aşamalarından da geçtiği, kaldı ki başvurucunun davasının bir hukukçu olan avukat tarafından takip edildiği, devletin ihlal konusundaki sorumluluğunun, usul kuralları ile ilgili düzenlemelerin bir avukat tarafından bilindiği varsayılarak yorumlanması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, temyiz harcının tam olarak yatırıldığını, Mahkeme kalemi tarafından teslim alınmayan parasal değerin temyiz harcı değil "Yargıtaya gidiş dönüş ve tebligat masrafı" olduğunu, bu hususun İlk Derece Mahkemesinin 9/7/2010 tarihli yazısının altındaki notta açıkça ifade edildiğini, bu nedenle Bakanlık görüşünde yapılan açıklamaların maddi olayla örtüşmediğini bildirmiştir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesi'nin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesi'nin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp, usule ilişkin uygulamanın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Sözleşme'ye aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir.

Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır. Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B.No: 59601/09,17/9/2013, § 21).

Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve Others/Yunanistan, B. No: 36998/02, § 24).

Somut olayda başvurucu, temyiz karar harcını ve temyiz yoluna başvurma harcını da yatırarak anılan karara karşı temyiz dilekçesini başka mahkeme vasıtasıyla 24/6/2010 tarihinde esas Mahkemesine göndermiştir. Başvurucu, temyiz posta masraflarına ilişkin olarak kendisine bildirimde (muhtıra) bulunulabilmesi için posta masrafı karşılığı pulu da temyiz dilekçesine eklenmiştir. Mahkemenin 9/7/2010 tarihli yazısı ile başvurucunun 8/7/2010 tarihinde mahkeme ilâmını temyiz ettiği, posta ve tebligat masraflarının, yazının tebliğinden itibaren yedi günlük kesin süre içerisinde yatırılması, aksi takdirde temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağı uyarıları yapılmıştır. Bu bildirim başvurucuya 2/9/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun avukatı, 7/9/2010 tarihinde posta giderlerinin ve eksik harcın tamamlanması amacıyla bulunduğu yerdeki PTT Şubesi aracılığıyla, Ayvacık Kadastro Mahkemesine 50,00 TL havale yapmışsa da, belirtilen meblağın, Mahkeme görevlilerince ilgili PTT Şubesinden teslim alınmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2010 tarihli ek kararı ile başvurucunun mahkeme ilâmını 24/6/2010 tarihinde temyiz ettiği, temyiz posta masrafı ve eksik harcın muhtırada belirtilen yedi günlük kesin süre içerisinde yatırılmadığı gerekçeleriyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun bu kararı temyizi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 14/3/2012 tarihli kararı ile posta masraflarının "kalemde teslim şeklinde gönderilmediği" bu nedenle "süresi içerisinde dosyaya yatırılmış masraftan söz edilemeyeceği" gerekçesiyle Mahkemenin temyiz dilekçesinin reddine dair kararının onanmasına karar verilmiş ve başvurucunun karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. Temyiz yoluna başvurulmasına ilişkin kısıtlamalar da dava açılması konusundaki kısıtlamalar gibi, kural olarak, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre, harç ve benzeri bir takım usuli şartlar öngörülmesi şeklinde de olabilir. Başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesi, eksik tebligat ve posta masrafının süresi içerisinde ilgili Mahkeme kalemine ulaşmamış olmasına dayanmakta olup, başvurucunun temyiz kanun yoluna erişim hakkını engelleyen bu durum, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme'nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; Garda Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).

Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların, kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri "belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp, bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir. AÎHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir.

1086 sayılı mülga Kanun'un 432. maddesinde temyiz dilekçesinin, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebileceği; temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmişse, 434. maddeye göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderileceği; aynı Kanun'un 434. maddesinde ise temyiz isteğinin, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı, temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödeneceği, bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hâkim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması gerektiği, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene yazılı olarak bildirileceği, verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde mahkemenin, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar vereceği düzenlemelerine yer verilmiştir.

Belirtilen kanuni düzenlemelerden anlaşıldığı üzere, temyiz başvuru harcının yanında, temyiz aşamasına ilişkin posta ve tebligat masraflarının da temyiz edene yapılan ihtar ile verilen süre içerisinde ilgili mahkeme kalemine ulaştırılması gerekmekte olup, bu gerekliliğin yerine getirilmesi, kanun gereği temyiz edenin sorumluluğundadır. Hak kaybına uğramak istemeyen temyiz eden taraf, belirtilen masraflara ilişkin paranın mahkeme kalemine ulaşmasını sağlamalıdır. Ancak ilgili mevzuatta, temyiz eden tarafın, bu sorumluluğu nasıl yerine getireceği, belirtilen paranın dosyasına ulaşmasını nasıl temin edebileceği, bunun yanında diğer görevlilerin sorumluluklarının hangi aşamaları kapsadığı, öngörülebilir bir şekilde ve ilgililer açısından herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkta düzenlenmemiştir. Bunun yanında, İlk Derece Mahkemesinin, posta ve tebligat giderlerinin, yedi günlük kesin süre içerisinde dava dosyasına yatırılması gerektiği uyarısını içeren 9/7/2010 tarihli yazısında da başvurucunun belirtilen giderleri, bulunduğu yerden nasıl iletebileceği konusunda aydınlatıcı bir bilgi verilmemiştir. Başvurucunun havale hizmetinden yararlandığı PTT'nin 28/11/2014 tarih ve 12986674-301.01-46638 sayılı, "Resmi Kurum ve Kuruluşlar ile Tüzel Kişiliklere Konutta Teslim Havale Kabulü" konulu tebliği gereğince, PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği'nin 3. maddesinin (r) bendinde yer alan "Serbestçe girilemeyen yer" kavramının, serbestçe girilip alıcısına ulaşılamayacak resmî veya özel kurum ve kuruluşları ifade ettiği; bu yerlerdeki kişiler adına gelen havale paralarının, PTT işyerine başvuran alıcının kendisine ya da ilgilisine ödeneceği; neticeten tüm resmî kurumlara yapılan havalelerde, ödeme yerinin PTT işyeri olduğu gözetildiğinde, başvurucu tarafından gönderilen havalenin ilgili PTT şubesinden teslim alınmasının, İlk Derece Mahkemesinin sorumluluğunda olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, başvurucunun temyiz başvurusunun reddine dair İlk Derece Mahkemesi kararının temyizine ilişkin masrafları, esas kararın temyizinde yaptığı gibi PTT aracılığıyla Mahkeme hesabına havale yaparak ödemiş olmasına rağmen; anılan masrafların ilgili kalem personeli tarafından PTT şubesinde teslim alınarak, temyiz başvurusunun başarılı kabul edilmesi, İlk Derece Mahkemesi kaleminin dahi bu konuda yeknesak bir uygulama sergilemediğini ve müdahalenin öngörülebilir olmadığını göstermektedir. Kaldı ki başvurucu, kendisinden talep edilen masraf tutarını İlk Derece Mahkemesi hesabına süresinde yatırmış olup, bu şartlar altında başvurucunun davasını takip etmekte özensiz davrandığının ve üzerine düşen masraf yükümlülüğünü yerine getirmediğinin kabul edilmesi mümkün değildir.

Sonuç olarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruya konu yargılamada, temyiz yoluna müracaat hakkı, aşırı şekilci ve öngörülebilir nitelikte olmayan uygulama ile kısıtlanan başvurucu, bu müdahale sonucunda İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının hukukiliğini denetletme imkanından mahrum kalmış olup, bu müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden; 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir." Başvurucu, bir mahkeme kararından kaynaklanması nedeniyle, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için dosyanın temyiz başvurusu süresinde yapılmış kabul edilerek incelenmek üzere Yargıtay ilgili Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.Açıklanan nedenlerle; Başvurucunun, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığı'na başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, 05.11.2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.