img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
2016/2029 E. 2017/8565 K.
K.Tarihi 21.12.2017

Yargıtay 15. Ceza Dairesi
2015/585 E. 2017/18129 K.
K.Tarihi 13.07.2017

Danıştay 4. Daire Başkanlığı
2015/11741 E. 2017/11713 K.
K.Tarihi 25.12.2017

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2013/679
Karar Tarihi:20.04.2016

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
2016/2029 E. 2017/8565 K.
K. Tarihi: 21.12.2017
Mahkeme : Asliye Hukuk Mahkemesi
Konu : Apartman girişine kamera koymak suretiyle “Özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” suçu

ÖZET: Apartman girişine kamera konulmak suretiyle izinsiz olarak görüntülerin kayda alındığını, bu görüntülerin izlenip davacı hakkında asılsız dedikodular çıkarılarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu, bu nedenle uzun zamandan beri yaşadığı evinden taşınmak zorunda kaldığını belirterek davacının uğradığı manevi zararın ödetilmesi istemi.

KARAR: Katılanın da katıldığı apartman yönetimin aldığı karar doğrultusunda apartmana takılan kameraların dosya içerisinde bulunan bilirkişi raporuna göre sırf katılanın daire kapısına odaklanmadığı, apartmanın giriş kapısını ve bu kapıya yakın mesafede bulunan katılana ait dairenin kapısının bulunduğu aparatman girişini kayıt altına aldığının tespit edilmesi karşısında, yönetici ve denetçi olan sanıkların bina güvenliği için alınan karar doğrultusunda söz konusu kameraların takıldığına yönelik haklı savunmaları karşısında mahkumiyetlerine yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşıldığından beraatlerine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması” gerekçesi ile ceza mahkemesi kararı bozulduğuna ve dosya kapsamına göre davalıların tazminatı gerektirir bir eylemleri bulunmadığına göre, davalıların eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve … aleyhine 06/05/2009 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 03/11/2015 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili ve davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava,kişilik haklarının ihlali nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, hüküm; davacı vekili ve davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalılar tarafından apartman girişine kamera konulmak suretiyle izinsiz olarak görüntülerinin kayda alındığını, bu görüntülerini izleyip hakkında asılsız dedikodular çıkararak kişilik haklarına saldırıda bulunduklarını, bu nedenle uzun zamandan beri yaşadığı evinden taşınmak zorunda kaldığını belirterek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, … Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/1011 esas sayılı dosyası ile davalı sanıklar hakkında, “Özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” suçundan dava açıldığı ve haklarında adli para cezasına hükmedildiği, karar henüz kesinleşmese de ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararındaki fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağını saptayan maddi vakıa konusundaki kabulünün hukuk mahkemesini bağlayacağı, ceza dosyasındaki deliller ve dosyada toplanan tüm delillerin birbirini doğruladığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.

Hükme dayanak yapılan ceza dosyası ile davalılar hakkında “Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Etmek” eyleminden verilen mahkumiyet hükmünün temyizi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 31/05/2017 gün, ... sayılı ilamı ile “sanık …’ın yöneticisi, sanık ...’ın ise denetçi olduğu bina yönetimi kararı ile kot farkı nedeniyle apartmanın giriş kapısının yanında bulunan katılana ait daireyi de görecek şekilde apartmanın iç kısmından giriş kapısına doğru ve ayrıca aparmanın alt katlara iniş ve üst katlara çıkışları da görecek şekilde ses ve görüntü kaydedici kamera takılarak katılanın evine kimlerin gelip gittiğinin belirlenmesi için takıldığının iddia edildiği olayda, katılanın da katıldığı apartman yönetimin aldığı karar doğrultusunda apartmana takılan kameraların dosya içerisinde bulunan bilirkişi raporuna göre sırf katılanın daire kapısına odaklanmadığı, apartmanın giriş kapısını ve bu kapıya yakın mesafede bulunan katılana ait dairenin kapısının bulunduğu aparatman girişini kayıt altına aldığının tespit edilmesi karşısında, yönetici ve denetçi olan sanıkların bina güvenliği için alınan karar doğrultusunda söz konusu kameraların takıldığına yönelik haklı savunmaları karşısında mahkumiyetlerine yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşıldığından beraatlerine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması” gerekçesi ile ceza mahkemesi kararı bozulduğuna ve dosya kapsamına göre davalıların tazminatı gerektirir bir eylemleri bulunmadığına göre, davalıların eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davalılar yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 21/12/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.


Yargıtay 15. Ceza Dairesi
2015/585 E. 2017/18129 K.
K. Tarihi: 13.07.2017
Mahkeme: Asliye Ceza Mahkemesi
Konu: Dolandırıcılık, suç eşyasının alınması veya kabul edilmesi.

ÖZET: Sanığın suça konu aracı alırken suç eşyası olduğunu bilerek aldığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, aracın piyasa fiyatının altında bir bedelle satın alınmasının birçok kez kazalı olmasından kaynaklandığı, plaka değişikliğinin aracın suç eşyası olduğunu bildiği anlamına gelemeyeceği, bu nedenle suç eşyasının satın alınması ve kabul edilmesi suçunun oluşmadığının kabulü.

KARAR: Sanığın suça konu aracı alırken suç eşyası olduğunu bilerek aldığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, aracın piyasa fiyatının altında bir bedelle satın alınmasının birçok kez kazalı olmasından kaynaklandığı, plaka değişikliğinin aracın suç eşyası olduğunu bildiği anlamına gelemeyeceği, bu nedenle suç eşyasının satın alınması ve kabul edilmesi suçunun oluşmadığının kabulü gereklidir. Dolandırıcılık suçu bakımından, 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma işlemleri için gereği yapılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdiri gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir. Sanıklar … ve …’in dolandırıcılık suçundan; sanık …’ın ise suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçlarından mahkumiyetlerine ilişkin hükümler, sanık … müdafii ile sanıklar … ve … tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; sanık … hakkında suç eşyasının satın alınması suçundan kurulan hükmün incelenmesinde; sanık …’ın, diğer sanıklar … ve … tarafından katılanın dolandırılması suretiyle temin ettikleri aracı suç eşyası olduğunu bilerek satın aldığı iddia edilen olayda;
sanık …’ın savunmalarında, kendisinin … Oto kent içerisinde …Otomotiv isimli iş yerini işlettiğini, olay günü araçlarını satmak isteyenlerin arabalarını site esnafına gezdirerek komisyon karşılığı simsarlık yapan …’nun suça konu aracı kendisine getirdiğini, aracın fiyatını sorduğunda 18.000 TL istediklerini söyleyince hemen araştırma yaptığını, emsal bir aracın piyasa değerinin ortalama 21.000-22.000 TL civarında olduğunu öğrenince aracın fiyatının neden düşük olduğunu öğrenmek için aracı servise götürdüğünü, ayrıca tramer sisteminden de sorgulayınca aracın 6 defa kaza yaptığını öğrendiğini ve fiyatının bu nedenle normal geldiğini, yaptığı pazarlık sonucu anlaşmaya varınca 16.250 TL karşılığında aracın noterden satışını aldığını, sonrasında da … plakalı olan bu aracı daha kolay satabilmek için 35 plaka olarak tescil ettirdiğini beyan etmesi, tanık olarak ifadesine başvurulan … ve aracın daha önce satılmak üzere götürüldüğü …’un sanığın bu savunmalarını doğrulaması, araç alım satımıyla uğraşan sanığın, aracı aldığı günün ertesinde trafik tescilini başka bir plakaya yaptırmasının aracın suç eşyası olduğunu bildiği anlamına gelmeyeceği, araç alım satımı yapanlar açısından aracın elden hızlıca çıkarılmaya çalışılmasının mutad bir uygulama olduğu dikkate alındığında, sanığın suça konu aracı şuç eşyası olduğunu bilerek satın aldığına dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği halde, sanığın atılı suçtan beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine hükmolunması, sanıklar … ve … hakkında dolandırıcılık suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde; sanıklara yüklenen dolandırıcılık suçu nedeniyle, hükümden sonra 02.12.2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma işlemleri için gereği yapılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini zorunluluğu, Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafii ile sanıklar … ve …’ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca dolandırıcılık suçundan kurulan hükümler yönünden sair hususlar incelenmeksizin BOZULMASINA, 13/07/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


Danıştay6 4. Daire Başkanlığı
2015/11741 E. 2017/11713 K.
K. Tarihi: 25.12.2017
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: Avukatlık Kanununun 2. maddesi gereğince kıymet takdir raporunun bir suretinin davalı idare tarafından kendisine verilmesi gerektiği halde verilmemesi.

ÖZET: Davacının taşınmazının Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığı, proje kapsamında davacıya verilecek konut için belgesiz hak sahipleri konut sözleşmesinin imzalandığı ve sahibi olduğu taşınmazın kıymet takdirine dair hak sahipliği değerlendirme formunun düzenlendiği, davacı vekili tarafından kıymet takdir raporu ile sözleşmenin taraflarına verilmesi konusunda yapılan 19.02.2015 tarihli başvurunun, 2942 Sayılı Kanunun ilgili maddelerine göre kıymet takdir komisyon raporlarının ilgililere gönderilemeyeceği gerekçesiyle bu belge yönünden reddi.

KARAR: Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü: Dava, davacı vekili tarafından; müvekkili ile davalı idare arasında tesis karşılığı konut projesi kapsamında imzalanan sözleşmeden doğan bir ihtilafın giderilmesi maksadıyla 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu'nun 2. maddesine istinaden kıymet takdir raporunun tarafına verilmesi talebinin reddine dair 16.03.2015 tarihli, 6388 Sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; her ne kadar davacı vekili tarafından 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun 2. maddesi gereğince kıymet takdir raporunun bir suretinin davalı idare tarafından kendisine verilmesi gerektiği ileri sürülmekte ise de, anılan maddede sayılan kurum ve kuruluşlarca avukata görevini yerine getirme konusunda yardımcı olacakları belirtilmekle birlikte, kanunlarında yer alan özel hükümlerin getirdiği kısıtlamaların da saklı tutulduğu, 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun satın alma usulünü düzenleyen 8. maddesinin de bu yönde değerlendirilmesi gerektiği, zira madde hükmünde açıkça, “idarenin kıymet takdir komisyonu tarafından belirlenen tahmini bedeli belirtmeksizin” ibaresinin kullanıldığı, 2942 Sayılı Kanunun kamulaştırma konusunda esas olarak satın alma usulünü öngördüğü, bu usul sonuç vermezse yargı yoluna başvurma usulünün devreye gireceği, kamulaştırma yapılacak taşınmazın bedeli konusunda idarelerin taşınmaz malikleriyle uzlaşabilmeleri ve/veya pazarlık yapabilmelerinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi bakımından, kıymet takdir raporlarıyla belirlenen tahmini kamulaştırma bedelini taşınmaz maliklerine açıklamalarının sakıncalı olacağı, kaldı ki davalı idare tarafından 1136 Sayılı Kanunun 2. maddesi uyarınca davacı vekiline yardımcı olmak açısından davacının da yer aldığı hak sahiplerinin davalı Belediye Başkanlığı ile yapmış olduğu belgesiz / kaçak hazine hak sahipliği ön sözleşmelerine ait uzlaşma komisyonu raporlarını sunmuş olduğu dikkate alındığında, davacının talebinin reddine dair davaya konu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun 2. maddesinde; Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Avukatlarca vekaletname sunulan merciler, pul yapıştırılmamış veya pulu noksan olan vekaletname ve örneklerini kabul edemez. Gerektiğinde ilgiliye on günlük süre verilerek bu süre içinde pul tamamlanmadıkça vekaletname işleme konulamaz.kuralına yer verilmiştir.

5393 Sayılı Belediye Kanununun 73. maddesinde; Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. Anlaşma sonucu belediye mülkiyetine geçen gayrimenkuller haczedilemez. 2981 Sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır kuralı yer almıştır. Öte yandan 2942 Sayılı Kanunun 11. maddesinde kamulaştırma bedelinin ne şekilde ve kimin tarafından tespit edileceğine dair usul ve esaslar açıklanmıştır.

Yukarıda alıntısı yapılan mevzuat hükümlerine göre, avukatlar tarafından çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına belge almak için yapılan başvurulara eklenen vekaletnamelerde örneğin baro pulu gibi usuli eksikliklerin bulunması halinde bu eksikliğin giderilmesi için başvuru sahibine 10 gün süre verilmesi ve bir eksikliğin bulunmadığı hallerde Kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak koşuluyla istenilen bilgi ve belgelerin avukatlara verilmesi zorunludur. Öte yandan, kentsel dönüşüm uygulanan ve bu kapsamda çeşitli projelere dahil edilen kişilere maliki oldukları taşınmazın kıymet takdir raporlarının verilemeyeceği yönünde kısıtlayıcı bir düzenlemeye 5393 ve 2942 Sayılı Kanunlarda yer verilmemiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının taşınmazının ...... Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığı, proje kapsamında davacıya verilecek konut için belgesiz hak sahipleri konut sözleşmesinin imzalandığı ve sahibi olduğu taşınmazın kıymet takdirine dair hak sahipliği değerlendirme formunun düzenlendiği, davacı vekili tarafından kıymet takdir raporu (hak sahipliği değerlendirme formu) ile sözleşmenin taraflarına verilmesi konusunda yapılan 19.02.2015 tarihli başvurunun, 2942 Sayılı Kanunun ilgili maddelerine göre kıymet takdir komisyon raporlarının ilgililere gönderilemeyeceği gerekçesiyle bu belge yönünden reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Kişilerin başvuruları üzerine idarelerce tesis edilen işlemlerin gerekçeli olmasının yanı sıra, işlemin dayanağı olan yasal düzenlemenin gösterilmesi işlemin sebep unsurunun ortaya konulması ve yargısal denetiminin yapılabilmesi yönlerinden bir zorunluluktur. Bu itibarla, davaya konu işlemde kıymet takdir komisyon raporlarının verilmemesinin 2942 Sayılı Kanunun hangi maddelerine dayalı olarak tesis edildiğinin belirtilmemiş olması ve yukarıda alıntısı yapılan mevzuat hükümlerinde talep edilmesi halinde kıymet takdir raporlarının (somut olaydaki hak sahipliği değerlendirme formunun) ilgililerine verilemeyeceğine dair kısıtlayıcı bir düzenlemenin yer almamış olması karşısında davaya konu işlemde hukuka uygunluk bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen 17/06/2015 tarihli, kararın BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 25/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru No:2013/679
Karar Tarihi: 20.04.2016
Konu: Haksız ödenen yaşlılık aylıklarının Sosyal Güvenlik Kurumunca yasal faizi ile birlikte geri ödenmesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası.

ÖZET: Davacının kısmi yaşlılık aylığı şartları yönünde değerlendirme ile iade yükümlülüğü olup olmadığı yolunda yeterli inceleme ve araştırma yapılmaksızın, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olması.

KARAR: Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/7/2008 tarihinde (kapatılan) Tokat .. İş Mahkemesinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı aleyhine açtığı kurum işleminin iptali davasında, davalı Kurum müfettişlerince yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora istinaden 1/1/2000 tarihinden itibaren geçerli olarak kendisine bağlanan yaşlılık aylığının 20/4/1982 ve 17/8/1983 tarihleri arasında prim hesabına usulsüz girişlerin yapıldığından bahisle iptal edildiğini ve bu durumda yaklaşık sekiz buçuk yıl yersiz olarak alındığı belirtilen 26.999 TLnin yasal faizi ile birlikte toplam 43.938 TL olarak ödenmesi talebinde bulunulduğunu belirtmiş oysa ileri sürülen usulsüz prim ödemesi girişinde kusur bulunmadığını aksine davalı Kurumun kusurunun bulunabileceğini ifade ederek yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin kurum işleminin ve haksız ödendiği iddia edilerek kendisinden tahsil edilmek istenen yaşlılık aylıkları ile bunların yasal faizine ilişkin borcun iptaline, kendisine yeniden aylık bağlanmasına, ödenmeyen aylıkların da faizleri eklenerek ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Yapılan yargılama sonunda (kapatılan) Tokat .. İş Mahkemesi davanın kabulüne hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: ... Tokat C. Başsavcılığının müzekkere cevabından, SGK îl Müdürlüğünün suç duyurusuna konu dosyası ekindeki teftiş raporu içeriğine göre yalnızca bağkur çalışanları olan kamu görevlileri hakkında soruşturmanın neticelendirilmiş olup, aynı suç duyurusunda bir kısım sigortalılar hakkında da suç duyurusunda bulunulmuş ise de, soruşturma dosyası içeriğine göre bu kişilerin konusu suç teşkil eden eylemlerine rastlanmadığından bu kişiler hakkında ayrıca bir soruşturma yapılmadığını, 2008/2792 sayılı dosya üzerinde yapılan soruşturma neticesinde bağkur çalışanlarıyla ilgili, zamanaşımı sebebiyle takipsizlik kararı verildiğini, başka bir kimse hakkında soruşturma yapılmasına gerek duyulmadığını, kaldı ki soruşturma yapılsa dahi aynı kişilerin eylemleri yönünden de dava zaman aşımı süresinin dolduğunun bildirildiği anlaşıldı. Davacıya ait bağkur sicil dosyası, 11/6/2007 tarih ve 4 sayılı müfettiş raporu, davacının yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin belgeler davalı kurumdan getirtilerek dosya içerisine konulmuş, yapılan inceleme neticesinde davacının 21/12/2000 tarihinde emeklilik talebinde bulunduğu ve 01/01/2000 tarihinden geçerli olarak yaşlılık aylığı bağlandığı, müfettiş raporunda belirtildiği üzere 1981 ve 1982 yıllarına ait bir kısım ödeme primlerinin sorunlu olduğu, bu ödemelerin başka şahıslara ait ödemeler olduğunu, davacıya ait olduğuna dair belge ve herhangi bir makbuz bulunmadığı bu sebeple davacının yaşlılık aylığının bağlandığı tarihten itibaren kesilerek, davacıya ödenen 26.999,00 YTL yaşlılık aylığı ve 16.939,00 YTL işlemiş faiz olmak üzere; toplam 43.938,00 YTL borç çıkarıldığı anlaşıldı. Yapılan yargılama ve toplanan delillerin değerlendirilmesi neticesinde; davacıya ait sicil-tahsis dosyası, müfettiş raporu, davacının yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin belgeler, Tokat C.Başsavcılığının takipsizlik kararı ve dosya kapsamında bulunan delillerin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi sonucunda, usulsüz prim ödemeleri girişi yapıldığı gerekçesiyle davacının yaşlılık aylığının kesildiği anlaşılmıştır. Sosyal hukuk devletinde, sosyal güvenlik, bireyler için bir hak olmakla beraber, aynı zamanda bir ödev olarak da kabul edilmiştir. Ancak bu ödevin bireyleri ilgilendiren kısmı olduğu gibi kamuyu ilgilendiren bir yanı da vardır.

Bireye yüklediği yükümlülükten daha fazlasını kamuya yüklemiştir. Sosyal Güvenlik sisteminin “olmazsa olmaz” unsuru olan prim ödemelerinin takibi, tahsili, hatta sigortalıdan zorla tahsili yükümlülüğü de kamuya yani davalı kuruma bırakılmıştır. Nitekim 1479 sayılı yasanın 54. Maddesi de bu hususu düzenlemektedir. Hal böyle iken davalı kurum, prim hesaplarını doğru ve dürüst bir şekilde tutma ve takip etme yetki ve sorumluluğuna sahip iken, davacının davalı kurumu yanılttığına dair bir eylemin de bulunmadığı göz önüne alınarak, davacıdan tahsil etmiş olduğu primleri yıllarca kullanıp emeklilik talep tarihinde, talebin yasaya uygunluğunu denetleyip davacıya yaşlılık aylığı bağladıktan sonra, ödenmiş aylıklardan kaynaklanan yüksek miktarlarda borç ve faizi çıkartılarak davacıdan talep edilmesi, yaşlılık aylığının iptal edilmesi, işleminin iyi niyet ve hakkaniyet kurallarına uygun düşmeyeceği yönünde oluşan vicdani kanaat neticesinde davalı kurumun işleminin iptali, çıkarılan borcun iptali ve davacıya yeniden maaş bağlanması yönünde karar vermek gerekmiş bu itibarla aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 21. Hukuk Dairesi ilamı ile bozmaya hükmetmiştir. İlamın ilgili kısımları şöyledir: Dosyadaki kayıt ve belgelerden davalı Kurumun Tokat Sigorta İl Müdürlüğünde görev yapan idarecilerin baskı ve ikna edici yollarla personelin bilgisayar şifrelerini öğrendikleri, Müdürlükte çalışanların birbirlerinin şifrelerini öğrenip kullanabilecekleri bir ortam yaratıldığı, hatta müdürlükte çalışan temizlik firması elemanlarının dahi personelin şifrelerini bildiği ve bu şifrelerle ekran başında işlem yaptıkları, aralarında davacı sigortalının da bulunduğu birçok sigortalı yönünden hesaplara girilerek başka sigortalıların yaptıkları prim ödemelerinin bu sigortalı yapmış gibi prim ödeme hesaplarına geçirildiği, sonradan yapılan ödemelerin önceki tarihlerde yapılmış gibi prim ödeme hesaplarına girilerek birçok sigortalıya sanal hizmet süresi kazandırılarak yaşlılık ve ölüm aylıkları bağlandığı, sağlık karnesi verildiği, davacı sigortalı .... prim ödeme hesabına 28.8.1997 tarihinde yapılan 10 adet ödemelerin 1981- 1982 tarihli olarak girildiği, daha sonra bu tutarlar hesaptan çıkartılıp bu defa ödeme tarihlerinin 28.08.1997 olarak gösterildiği, girilen ödemelerin 6 adedinin sigortalı Z.D.'ye, 2 adedinin sigortalı Î.K.'ye 1 adedinin sigortalı T.K'ye, 1 adedinin sigortalı N. Y'ye ait hesaplardan çıkarıldığı, bu şekilde sigortalıya eski tarihle 14 aylık isteğe bağlı sigortalılık hizmet süresi kazandırıldığı ve ödemelerin yüklenmesinden sonra davacının yaşlılık aylığı talebinde bulunduğu ve kendisine 9060 gün sigortalılık süresi bulunması nedeniyle 01.01.2000 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlandığı, usulsüzlüklerin müfettiş tarafından ortaya çıkarılması üzerine davacının sanal hizmet süresi iptal edilerek aylık bağlama tarihinde 8644 günü bulunup 9000 gün sigortalılık süresi bulunmadığından yaşlılık aylığının iptal edilip davacıya fuzulen ödenen yaşlılık aylığı nedeniyle borç çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Sosyal Güvenlik Hukuku ilkeleri ve Medeni Kanunun 2. maddesinin uygulanmasının zorunlu bir sonucu olarak sigortalıya uzunca bir süre sigortalı olduğu inancı verildikten, yaşlılık aylığı bağlanıp uzunca süre ödendikten sonra sigortalılık süresinin ve yaşlılık aylığının iptal edilmesi iyiniyetten uzak olacaksa da kimmse kendi hilesinden istifade edemeyeceğinden bu kuralın uygulanabilmesi için hileli şekilde oluşturulan sigortalılık süresi ile usulsüz şekilde yapılan aylık bağlama işlemi sigortalının da katılımının bulunduğu muvazaalı bir eylem sonucu oluşturulmamalıdır. Bu halde davacının, iade ile yükümlü olacağı açık olup, iade yükümlülüğünün konusu ve kapsamı ise dava tarihinde yürürlükte olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 96. maddesine göre belirlenmelidir. Bu maddeye göre; Kurumca işverenlere, sigortalılara,isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık süre de yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden...itibaren hesaplanacak olan kanuni faizi ile birlikte “genel hükümlere göre geri alınır” düzenlemesine göre, davacının kasıtlı ve hileli hareketi ile yaşlılık aylığı bağlanmasına neden olduğu sonucunun oluşması halinde, açıklanan bu madde kapsamında iade ile de yükümlü olduğu açıktır. Somut olayda sigortalının prim ödeme hesabına yapılan hileli giriş 28.08.1997 tarihinde yüklenmiş, davacı da ödemeye ilişkin herhangi bir belge ibraz etmemiştir. Bu halde davacının tahsis talep tarihinde tam yaşlılık aylığı koşulları yönünden prim borcu olduğunu bildiği oluşturulan hileli sigortalılık süresinin, sigortalının da katılımında bulunduğu hileli bir işlem sonucu oluşturulduğunu göstermektedir. Bu durumda davacının olayda, Medeni Kanunun 2. maddesinde ifadesini bulan objektif iyi niyet kuralının uygulanması isteme haklanın bulunmadığı ortadadır. Ne var ki; Anayasal Sosyal Güvenlik ilkeleri ve aylık bağlama tarihinde yürürlükte olan 1479 Sayılı Yasa gereğince davacının davadaki istemi de dikkate alınarak, davacının iptal edilen hizmet süresinden sonra kalan sürelerinin kısmi yaşlılık aylığı yönünden yeterli olup olmadığının araştırılarak, varsa kısmi yaşlılık aylığı şartlarının oluştuğu tarihten itibaren aylık bağlanmasına karar verilmesi gerektiği halde mahkemece bu yöne ilişkin hiç inceleme yapılmadığı gibi davacının kesilen tam aylığına ilişkin prim borcunu sonradan ödeyip ödemediği de araştırılmamıştır. Yapılacak iş; davacının, aylık bağlama tarihinde yürürlükte olan 1479 Sayılı Yasa gereğince iptal edilen hizmet süresi dışında kalan süreleri yönünden kısmi yaşlılık aylığı şartlarının olup olmadığını kurumdan sormak, varsa şartların oluştuğu tarihi takip eden aybaşından itibaren kısmi yaşlılık aylığı bağlanmasına karar vermek, davacının iade yükümlülüğüne ilişkin olarak da yukarıda açıklanan 5510 sayılı Yasanın 96. maddesinde düzenlendiği şekilde kısmi yaşlılık aylığına karar verilmiş ise, iade yükümlülüğünü bu aylığın bağlanmasından önceki dönem yönünden tamamı üzerinden; sonrasında ise tam aylık ile kısmi aylık arasında ki oluşacak fark fazla ödemelerin miktarı dahi kurumdan sorulduktan sonra bildirilen ödemeler yönünden değerlendirmek, kısmi aylık şartlarının bulunmadığı takdirde ise davaya konu miktarlar yönünden açıklanan ilkeler gereğince iade yükümlülüğü yönünden bir karar vermekten ibarettir. Kaldı ki davacının kesilen tam yaşlılık aylığına ilişkin prim borcunu kurumun bildireceği gecikme zammı ve faizi ile ödemesi halinde de ödemeyi takip eden aybaşından itibaren yeniden bağlanabileceği gerçeği dahi mahkemece dikkate alınmalıdır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin ve özellikle davacının kısmi yaşlılık aylığı şartları yönünde değerlendirme ile iade yükümlülüğü olup olmadığı yolunda yeterli inceleme ve araştırma yapılmaksızın, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Öte yandan yargılama devam etmekte iken davalı kurum SGK Başkanlığı (Kurum) tarafından, başvurucuya haksız ödenen yaşlılık aylıklarının faizi ile birlikte geri ödenmesi yönünde Tokat .. İcra Müdürlüğü nezdinde başvurucu ile Kurum çalışanı olan ve usulsüz prim ödemeleri girişinde kusurunun olduğu ileri sürülen M.K. aleyhine ilamsız icra takibi başlatılmış; başvurucunun itirazı üzerine takip durmuş, bu defa davalı kurumca başvurucu aleyhine Tokat .. İş Mahkemesi nezdinde itirazın iptali davası açılmış, açılan bu dava da başvurucunun açtığı dava ile birleştirilmiştir. Tokat .. İş Mahkemesinin kapatılması üzerine yargılamaya Tokat .. İş Mahkemesinde devam edilmiştir. Yargılama sonunda Tokat .. İş Mahkemesi kararı ile davalı kurumun borç çıkarma işleminin iptal isteminin reddine, başvurucuya yaşlılık aylığı bağlanması isteminin kısmen kabulüne, itirazın iptali talebinin kabulüne hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: Tarafların tüm delilleri toplanmış, dosya bilirkişiye gönderilmiş alınan bilirkişi raporundan dava tarihi itibariyle tam veya kısmi yaşlılık aylığı bağlama koşullarının haiz bulunmadığının tespit edildiği anlaşılmıştır. Davalı M.K. yönünden ise yapılan değerlendirmede, kurum müfettiş raporundan da anlaşılacağı üzere, ilgili personelin şifrelerinin idarecilerin baskısı sonucu elde edilerek temizlik şirketi mensuplarının dahi bilgisayarda bu şifrelerle çalışmasının temin edilmiş olduğundan kötü niyetli kişilerin böyle bir ortamda farkedilmeden usulsüz işlemleri gerçekleştirmelerini olanaklı bulunduğu belirtilmiş olması karşısında davalı M.K.'nin sorumlu tutulamayacağı kanaatine varılmıştır. Dosya kapsamında bulunan 29/05/2008 tarihli bilgisayar çıktısına göre usulsuz prim girişleri çıkarıldıktan sonra davacının ilk prim ödemesinin 14/07/1980 yılında başladığı ve 30/12/1999 son bulduğu, 31/12/1999 tarihi itibariyle 22 yıl 4 ay 5 gün bağkur hizmetinin bulunduğu ve bu tarih itibariyle 12,25 TL fazla prim ödemesinin bulunduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır. 22 yıl 4 ay 5 gün = 7920 gün hizmetine ilaveten 600 gün askerlik borçlanmasının toplamıyla davacının 8520 gün hizmetinin bulunduğu, bu hizmet süresi ile davacının tam yaşlılık aylığına hak kazanamadığı, ancak 28/03/1953 doğumlu olan davacının; 16 Şubat 2012 tarih ve 1.462.127 sayılı kurum müzekkere cevabından da anlaşılacağı üzere 28/03/2010 tarihinde kısmi yaşlılık aylığına hak kazanabileceği, bu yön itibariyle davacının açmış olduğu davanın kısmen kabulü gerektiği ancak daha önce davacıya bağlanan ve iptal edilen yaşlılık aylıklarının davalı kuruma iade edilmesi gerektiği, davalı M.K'nın sorumluluğunun bulunmadığı anlaşılmış olmakla davacı S.A'ün kuruma karşı açmış olduğu kurum işleminin iptali, yaşlılık aylığının bağlanması davasının kısmen kabulü yönünde, davacı kurumun davalı S.A'e karşı açmış olduğu itirazın iptali davasının kabulü yönünde, M.K'a karşı açmış olduğu itirazın iptali davasının reddi yönünde karar vermek gerekip bu itibarla aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçe ile Davacı S.A. tarafından davalı SGK Başkanlığına karşı açılmış olan kurum işleminin iptali, yaşlılık aylığı bağlanması davasının kısmen kabulü ile, davacıya 01/04/2010 tarihi itibariyle 1489 sayılı yasanın 35. geçici 10/2-b maddeleri gereğince kısmi yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin TESPİTİNE aksine kurum işleminin İPTALİNE, 01/04/2010 tarihinden sonraki hak kazanılan aylıkların hakediş tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesi gerektiğinin TESPİTİNE, fazlaya ilişkin taleplerin REDDİNE, davacı SGK Başkanlığı tarafından davalı M.K.'ye karşı açılan itirazın iptali davasının REDDİNE, davacı SGK Başkanlığının, davalı S.A'e karşı açmış olduğu itirazın iptali davasının KABULÜ ile Tokat .. İcra Müdürlüğünün ... sayılı dosyasının davalı tarafından yapılan itirazın İPTALİ ile takibin DEVAMINA, Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Onama ilamı başvurucuya 18/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun Yersiz ödemelerin geri alınması kenar başlıklı 96. maddesi şöyledir: Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler; Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden, Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır. 17.22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Dürüst davranma kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir: Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarım yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu'nun Yaşlılık aylığından yararlanma koşulları kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir: Yazılı talepte bulunması, talepte bulunduğu tarihte prim ve her türlü borçlarım ödemiş olması, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş ve 25 tam yıl sigorta primi ödemiş olması, şarttır. Kadın ise 60, erkek ise 62 yaşını dolduran ve en az 15 tam yıl prim ödeyen sigortalılara da kısmi yaşlılık aylığı bağlanır.

1479 sayılı Kanunun geçici 10. maddesi şöyledir: Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümlere göre, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşı itibariyle aylık bağlanmasına hak kazananlar ile aylık bağlanmasına hak kazanmalarına iki tam yıl veya daha az kalan sigortalıların, tam veya kısmi yaşlılık aylığı talep hakları saklıdır. 23.5.2002 tarihini takip eden aybaşı itibarıyla, kadın ise 20 tam yıl, erkek ise 25 tam yıl prim ödemiş olanlar ile prim ödeme sürelerinin dolmasına; 3 tam yıl veya daha az kalan kadınlara 41, 3 yıl 6 ay veya daha az kalan erkeklere 45 yaşını, doldurmaları ve talepte bulunmaları halinde, yaşlılık aylığı bağlanır.

Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü: Başvurucu; yaşlılık aylıklarının kesilmesine sebep gösterilen usulsüz prim ödemelerinde bir kusurunun bulunmadığını, tutulan eksik, yanlış kayıtlardan SGK'nın sorumlu olduğunu oysa yapılan yargılama sonunda söz konusu usulsüz prim ödemelerinin sorumluluğunu tek başına yüklenmek zorunda bırakıldığını, yargılama sırasında kendisinden 25-30 yıl önceki belgelerin sunulmasının istenmesi ve belgeleri ibraz edememesi üzerine kötü niyetli olduğu kabulü üzerinden hüküm kurulmasının hakkaniyete uygun olmadığını, haksız yapıldığı iddia edilen yaşlılık aylığı ödemelerinin SGK'ya iade edilmesi hususu bir an için kabul edilse dahi faiz talep edilmemesi gerektiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tam yaşlılık aylığı hakkının korunmasına, eksik veya yanlış prim ödemesi var ise yalnız bunların kendisinden istenebileceği ilaveten üzerine faiz işletilemeyeceği hususunun dikkate alınarak yersiz geri ödeme taleplerinin iptaline karar verilmesini istemiştir. Başvurucu, geçmişte yapılan usulsüz prim girişi ödemeleri sebep gösterilerek, yaşlılık aylıklarının kesilmesi ve kendisine belli bir dönem boyunca ödenen aylık tutarının yasal faizi nedeniyle iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sümektedir. Anayasa'nın Mülkiyet hakkı kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir: Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır. Mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber yürürlükteki mevzuatta, önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir. Ayrıca mülkiyet hakkının belli şartlar altında ortadan kaldırılması, onun en azından ortadan kaldırılıncaya kadar ”mülk” olarak kabul edilmesine engel teşkil etmez. Somut olayda olduğu gibi Kurum tarafından bağlanan yaşlılık aylıklarının geri ödenmesine karar verilmesi sonucunda başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edilip edilmediğinin tespiti için öncelikle bu durumun mülkiyet hakkı kapsamında bir hak teşkil edip etmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu kapsamda olaya bir bütün olarak bakıldığında 1/1/2000 tarihinden 9/6/2008 tarihine kadar geçen 8 yıl 5 ay boyunca başvurucunun yaşlılık aylığı ödemelerine devam edildiği ve kendisine toplam 26.999 TL ödeme yapıldığı, bu ödemenin ise yasal faizi de eklenerek başvurucuya 43.938 TL olarak borç çıkartıldığı, iade etmesinin istendiği anlaşılmış dolayısıyla söz konusu tutar üzerinde başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında bir menfaatinin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Başvurucu, yıllar önce emeklilik sistemine yapılmış olan girişi ve yıllar boyunca ödediği primlere istinaden 1999 yılı sonu itibarıyla emekliye ayırma işleminin yapılarak tam yaşlılık aylığı almaya hak kazandığını ve emeklilik işleminin gerçekleşmesinin ardından kendisine yaklaşık sekiz buçuk yıl tam yaşlılık aylığı ödendikten sonra geçmişte usulsüz olarak yapıldığı ileri sürülen prim ödemeleri gerekçe gösterilerek tam yaşlılık aylığı alma hakkının elinden alındığını ve yapılan aylık ödemelerinin faizi ile birlikte iadesinin istendiğini, idarenin bu işleminin iptali için açtığı davaya yönelik yargılama sürecinin sonunda ise söz konusu usulsüz olduğu ileri sürülen prim ödemelerinin sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kaldığını, yargılama sırasında kendisinden 25-30 yıl önceki belgelerin sunulmasının istenmesi ve belgeleri ibraz edememesi üzerine kötü niyetli olduğu kabulü üzerinden hüküm kurulmasının hakkaniyete uygun olmadığım, tam yaşlılık aylığı hakkının korunması gerektiğini, usulsüz yapıldığı iddia edilen yaşlılık aylığı ödemelerinin SGK'ya iade edilmesi hususu bir an için kabul edilse dahi faiz talep edilmemesi gerektiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun şikâyetinin öncelikle Derece Mahkemelerinin değerlendirmelerinin bariz bir takdir hatası veya açık bir keyfîlik içerip içermediği bakımından kabul edilebilirlik hususu yönünden dikkate alınması, şikâyetin esas yönünden incelenmesi hâlinde ise başvurucuya haksız yapılan emekli maaşı ödemelerinin geri alınmasında kendisinden faiz talep edilmesinin ölçülülük bakımından değerlendirilmesi gerektiği, bu konuda takdirin ise Anayasa Mahkemesinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, varlığından bahsedilen usulsüz işlemlere kendisinin de dâhil olduğu yönünde hiçbir emare olmadığı gibi tüm sorumluluğun kendisine yüklenmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale bulunup bulunulmadığının belirlenmesidir. Sonraki aşamalarda ise bu türden bir müdahalenin kanuni dayanağının olup olmadığı meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir. Başvurucu, geçmişte emeklilik sistemine yapılmış olan girişi ve ödediği primlere istinaden davalı kurum SGK'dan talepte bulunmuş; bunun üzerine 1999 yılı sonu itibarıyla kendisine emekliye ayırma işlemi yapılmış ve 1/1/2000 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı almaya başlamıştır. Başvurucuya 9/6/2008 tarihine kadar yaşlılık aylıkları ödenmeye devam edilmiş, bu tarihte kendisine davalı Kurum İl Müdürlüğünce gönderilen yazı ile geçmişte usulsüz prim ödemeleri yapıldığının tespit edildiğinden bahisle yaşlılık aylığı bağlama işleminin iptal edildiği bildirilmiş ve o tarihe kadar almış olduğu aylık ödemelerin 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) bendine göre yasal faizi ile birlikte toplamda 43.938 TL olarak iade etmesi gerektiği bildirilmiştir. Bu durumda geçmişte yapılmış usulsüz prim ödemelerinin sorumluluğunun başvurucuya yüklenerek yersiz ödenmiş aylıkların geri ödenmesinin istendiği anlaşılmaktadır. Öyleyse yaklaşık sekiz buçuk yıl boyunca ödenen aylıkların yasal faizi ile birlikte iadesinin istenmesinin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğine kuşku yoktur. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmamızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen şartlar yerine getirilmediği müddetçe Anayasa'nın 35. maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen koşullara uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiğini hüküm altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağım öngörerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden daha geniş bir koruma sağlamaktadır. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir.

Somut olay bakımından başvurucunun mülkiyeti hakkına müdahale teşkil edecek olan kendisine ödenen yaşlılık aylıklarının geriye dönük iadesi şeklindeki talebin 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) bendi hükmüne dayanılarak gerçekleştirildiği, ilgili düzenlemenin yeterince açık olduğu dolayısıyla SGK Başkanlığı tarafından bireylere herhangi bir sebeple yersiz olarak yapıldığı tespit edilen anılan kanun kapsamındaki ödemelerin SGK'ya iade edileceği ve böyle bir iade işleminin hangi usullerde gerçekleştirileceği konusunda yeterli açıklıkta hüküm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda müdahalenin hukuki dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğu ortadadır. Ayrıca mevcut düzenlemeler başvurucunun mevcut koşullarda makul kabul edilebilecek bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını önceden öngörmesini sağlamaya yetecek hukuki belirlilik de taşımaktadır. Bu durumda kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kamu yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.

Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararım gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz. Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Neyin toplumun genel çıkarma olduğu konusunda da çok farklı görüşlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Neyin kamu yararına olduğu, yasama ve yürütme organlarının siyasi, ekonomik ve sosyal tercihlerine göre farklılaşabileceği gibi değişen ekonomik, sosyal ve siyasi koşullar kamu yararı amacı ile yapılan bir iş ya da hizmetin değiştirilmesini gerekli kılabilir. Başvurucunun mülkiyetine müdahalenin dayanağını teşkil eden 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesi olan kural, Kurum tarafından ilgililere fazla veya yersiz olarak yapılan 5510 sayılı Kanun kapsamındaki her türlü ödemelerin geri ödenmesini düzenlemektedir. Ayrıca söz konusu kural fazla veya yersiz ödemelerin kasıtlı veya kusurlu davranışlardan kaynaklanması durumu ile Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanması durumunu ayrı ayrı düzenlemiştir. Buna göre Kurumun hatalı işleminden kaynaklanan nedenlerle yapılan fazla veya yersiz ödemelerin yaptırımı, ilgililerin kasıtlı veya kusurlu davranışı sonucu yapılan fazla veya yersiz ödemelerin hükümlerine göre hafıfletilmiştir. Anılan kural sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğinde olup Kurumun hatalı işlemi nedeniyle ilgiliye yapılan fazla veya yersiz ödemeye bağlanan sonuçları öngörmektedir. Bu durumda Kurum tarafından Kanun'a aykırı şekilde ilgililere yapılan ödemelerin geri alınması ile Kurumun gider kaybının önlenmesinin ve Kurumun aleyhine sebepsiz zenginleşmeye engel olunmasının amaçlandığı ve böyle bir düzenlemenin yapılmasının anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdirinde olduğu, dolayısıyla yersiz ödendiği ileri sürülen yaşlılık aylıklarının başvurucudan iadesine yönelik müdahaleye temel oluşturan kuralın meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Son olarak 1/1/2000 ile 9/6/2008 tarihleri arasında başvurucuya ödenen toplam 26.999 TL tutarındaki yaşlılık aylıklarının başvurucu adına borç kaydedilip 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) bendi uyarınca yersiz ödeme tarihinden itibaren hesaplanan kanuni faiziyle birlikte geri alınması bu bağlamda başvurucudan toplamda 43.938 TL'nin tahsil edilmesi ile başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalede, kamu yararı ile bireysel yarar arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçlan ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik müdahale sonucunda ortaya çıkan yeni durumun ve bozulan yararlar dengesinin, bireye kişisel ve aşırı bir yük yüklememesi gerekir. Başvuru konusu olayda başvurucu; yaşlılık aylıklarının kesilmesine sebep gösterilen usulsüz prim ödemelerinde bir kusurunun bulunmadığını, tutulan eksik, yanlış kayıtlardan SGKnm sorumlu olduğunu oysa yapılan yargılama sonunda söz konusu usulsüz prim ödemelerinin sorumluluğunu tek başına yüklenmek zorunda bırakıldığını, yapılan yargılama sonunda kötü niyetli olduğu kabulü üzerinden hüküm kurulmasının hakkaniyete uygun olmadığını sonuç olarak yaşlılık aylığı alma hakkının iptal edilmesi ile mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğunu, ayrıca idarece usulsüz prim ödemelerinin tespit edildiğinin kendisine bildirilmesinden sonra ödenen yaşlılık aylıklarını geçmişe dönük yasal faizi ile birlikte iadesinin istenmesinin haksız olarak tüm kusuru kendisinin üstlenmesi sonucunu ortaya çıkardığını iddia etmiştir. Somut olayda başvurucunun, SGK Başkanlığının 9/6/2008 tarihli tahsil işleminin iptali istemiyle Tokat (Kapatılan) .. İş Mahkemesinde açtığı dava, Mahkemenin 24/12/2008 tarihli kararı ile kabul edilmiş ancak bu karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesince, başvurucunun prim hesabına 1981-1982 dönemlerine yönelik hileli ödeme girişleri yapıldığı, söz konusu ödeme girişlerine ilişkin başvurucu tarafından herhangi bir belge ibraz edilemediği, bu durumda tam yaşlılık aylığı yönünden başvurucunun da payının olduğu hileli sigortalılık süresinin oluşturulduğu dolayısıyla başvurucunun olayda 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesinde ifadesini bulan objektif iyi niyet kuralının uygulanmasını isteme hakkı olmadığı, İlk Derece Mahkemesince, bu yönlerden ve başvurucunun tam yaşlılık aylığı yerine kısmi yaşlılık aylığı alabilme ihtimali yönünde değerlendirme yapılmadan karar verildiği gerekçelerine dayanılarak bozulmuştur. Bozma üzerine yargılama dosyası Tokat .. İş Mahkemesinin kapatılması üzerine Tokat .. İş Mahkemesince ele alınmış, belirtilen hususlar doğrultusunda incelenmiş ve 8/3/2012 tarihli hüküm ile davalı Kurumun başvurucuya haksız ödediği yaşlılık aylıklarının faizi ile birlikte başvurucundan tahsili için başlattığı takibin devamına ve başvurucuya kısmi yaşlılık aylığı bağlanmasının gerektiğine karar verilmiştir. Ardından bu hüküm, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ilamı ile onanmış; böylece yargılama süreci sona ermiştir. Yargılama süreci sonunda ortaya çıkan sonuca göre başvurucunun tam yaşlılık aylığı bağlanma hakkı ortadan kalkmış, başvurucuya kısmi yaşlılık aylığının bağlanması yönünde tespit yapılmış, ayrıca geçmişte başvurucuya haksız ödenen yaşlılık aylıklarının yasal faizi ile birlikte başvurucudan tahsil edilmesi gerektiği belirlenmiştir. Bununla birlikte söz konusu yargılama sürecine ilişkin Mahkeme kararları incelendiğinde hileli olarak girişleri yapıldığı yönünde tespitte bulunulan başvurucunun prim hesabına dönük ödemelerin gerçekleştiği ortamda, ilgili Kurum İl Müdürlüğü nezdinde görev yapan idarecilerin baskı ve ikna edici yollarla personelin bilgisayar şifrelerini öğrendikleri, çalışanların birbirlerinin şifrelerini öğrenip kullanabilecekleri bir ortam yaratıldığı, hatta müdürlükte çalışan temizlik firması elemanlarının dahi personelin bilgisayar şifrelerini bildiği ve bu şifrelerle ekran başında işlem yaptıkları, aralarında başvurucunun da bulunduğu bir çok sigortalı yönünden bu yollarla hesaplara girilerek başka sigortalıların yaptıkları prim ödemelerinin diğer kişiler yapmış gibi prim ödeme hesaplarına geçirildiği ilaveten sonradan yapılan ödemelerin önceki tarihlerde yapılmış gibi prim ödeme hesaplarına girilip birçok sigortalıya hileli hizmet süresi kazandırılıp yaşlılık ve ölüm aylıkları bağlandığı, sağlık karnesi verildiği ve tüm bu olaylara ilişkin Tokat Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütüldüğü, soruşturma sonunda Müdürlük çalışanlarına yönelik zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı verildiği, başvurucu dışında başka bazı sigortalılar hakkında yapılan incelemede de konusu suç teşkil eden eylemlere rastlanılmadığı yönünde değerlendirmede bulunulduğu ve başka kişiler hakkında soruşturma yapılmasına gerek duyulmadığının belirtildiği görülmüştür. “İyi yönetişim” ilkesi kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir. İyi yönetişim ilkesi, mülkiyet hakkı kapsamında yapılan incelemelerde hususi bir öneme sahiptir.

Bu çerçevede kamu otoritelerinden beklenen, sosyal güvenlik hakkından doğan ödemeler gibi bireylerin hayatlarım devam ettirmesi bakımından büyük öneme sahip konularda azami özenin gösterilmesidir. Bununla birlikte kamu otoritelerine yüklenen bu özen sorumluluğu bireyleri de sosyal güvenlik hakkı kapsamında kendilerine yapılan ödemeler yönünden tamamen sorumsuz kılmamalıdır. Sosyal adaletin gereği olarak idarenin tesis ettiği hatalı işlemi somut olayın koşullarına göre geri alabileceği veya belli durumlarda kaldırabileceği hususunda kuşku yoktur. Bu tespit hatalı idari işlemden kaynaklanan sosyal güvenlik ödemeleri için de geçerlidir. Aksi durum kişilerin sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği gibi sosyal güvenlik fonlarına katkıda bulundukları hâlde kanunlardaki koşulları sağlamadıkları gerekçesiyle ödemelerden mahrum kalan kimseler yönünden adil olmayan sonuçlar doğurabilir. Bu durum, sınırlı kamu kaynaklarının uygun olmayan yöntemlerle dağıtımına cevaz verilmesi anlamına gelebileceğinden kamu yararı ile örtüşmez. Nitekim 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) ve (b) bendinde Kurum tarafından fazla veya yersiz ödeme yapıldığının tespit edilmesi hâlinde bu ödemelerin geri alınacağı düzenlenmiştir. Anılan maddenin (a) bendinde; yersiz ödemenin kişilerin kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğması durumunda, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede, ödeme tarihinden itibaren hesaplanan kanuni faizi ile birlikte geri alınacağı hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte maddenin (b) bendinde, fazla veya yersiz ödemenin kurumun hatalı işleminden kaynaklanması hâlinde hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamının, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmi dört ay içinde ödenmesi durumunda faizsiz olarak tahsil edileceği belirtilmiş; bu sürenin geçmesinden sonra yapılacak ödemeler bakımından ise yirmi dört aylık sürenin sonundan itibaren hesaplanan kanuni faizi ile geri alınacağı ifade edilmiştir. Bütün bu değerlendirmeler çerçevesinde hatalı idari işlemin oluşmasında idarenin kendisinin de payının bulunduğu durumlarda farklı bir ölçülülük yaklaşımının benimsenmesi ve başvurucu üzerinde aşırı ve orantısız bir yüke sebep olunup olunmadığının tespit edilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun emeklilik talebinde bulunmasının ardından kendisine yaşlılık aylığı ödenmeye başlandığı ancak SGK Tokat İl Müdürlüğünün 9/6/2008 tarihli işlemiyle bildirildiği üzere 1/1/2000 ile 9/6/2008 tarihleri arasındaki 8 yıl 5 aylık süreçte başvurucuya toplam 26.999 TL tutarında yaşlılık aylığının geçmişte yapılan usulsüz prim ödemelerinden dolayı yersiz ödendiği görülmekte bu durumun sonucu olarak 26.999 TL tutarın yasal faizi ile birlikte toplam 43.938 TL olarak 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) bendi uyarınca başvurucudan tahsilinin istendiği anlaşılmaktadır. Başvuru konusu olayda her ne kadar ilgili yargılama dosyasından SGK Tokat İl Müdürlüğü çalışanlarınca ilgili dönemde usulsüz işlemlerin yapılmasına yönelik göz ardı edilemeyecek tutum ve davranışların sergilendiği, bu duruma ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada etkili bir sonuca ulaşılmamış olunduğu anlaşılsa da özellikle Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 5/2/2010 tarihli ilamında başvurucunun sosyal güvenlik prim hesabına on dört usulsüz prim girişi yapıldığının belirlendiği, bu belirleme neticesinde başvurucunun tam yaşlılık aylığına hak kazanma yönünden prim gün sayısının eksik kaldığının görüldüğü, yargı kararı ile usulsüz ödemelerin varlığı noktasında başvurucunun iyi niyetli olamayacağının ortaya konduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda somut olayda idarece hatalı olarak ödendiği tespit edilen yaşlılık aylıkları anapara tutarının başvurucudan iadesinin talep edilebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Aksi durumun belirtildiği üzere başvurucunun sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği ve sosyal adaletle bağdaşmayacağı açıktır. Öyleyse bu noktada ortaya konması gereken, usulsüz prim girişlerine istinaden yersiz ödenen söz konusu meblağın üzerine yasal faiz ilave edilerek tahsilinin istenmesinin başvurucuya -kamu yararı dikkate alındığında- aşırı bir yük yükleyip yüklemeyeceği hususudur. Anayasa Mahkemesince bu çerçevede başvurucunun emekli olduğu tarih itibarıyla SGK müfettişlerince de tespit edildiği üzere sosyal güvenlik prim hesabında on dört aylık usulsüz prim girişi olduğu bu çerçevede başvurucunun hileli bir hizmet süresinden yararlandırıldığı ortaya konmuş bu durumda somut olayın özelliklerine göre yapılan değerlendirmede, başvurucunun kendisine kazandırılan on dört aylık hileli hizmet süresinden haberdar olması gerektiği ve toplam hizmet süresine söz konusu hil eli hizmet süresi de eklenerek gerçekte hak kazanmadığı tam yaşlılık aylığı ödemelerinden yararlandığı anlaşılmış, eksik kalan hizmet süresi üzerinden usulsüz olarak aldığı aylıkların kendisinden daha sonra 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin (a) bendi uyarınca kanuni faizi ile birlikte iadesinin isteneceğini bilebileceği kanaatine varılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun mülkiyet hakkına, kendisine ödenen yaşlılık aylıklarının faizi ile birlikte iadesinin istenmesi yönünde yapılan müdahalenin, başvurucunun böyle bir müdahalenin gerçekleşebileceğini öngörebileceği ve yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen kamu yararı dikkate alındığında, başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediği dolayısıyla “adil dengeyi” bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak yapılan değerlendirme neticesinde başvurucuya yaklaşık sekiz buçuk yıl boyunca yapılan yaşlılık aylığı ödemelerinin, geçmişte yapılan usulsüz prim girişleri nedeniyle kanuni faizi ile birlikte iadesinin istenmesinin hukuki olduğu ve meşru bir kamu yararına dayandığı, ayrıca başvurucunun kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında başvurucu aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulama da olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

Açıklanan gerekçelerle; mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 20.04.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.