img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2017/14949 E. 2017/4416 K.
K.Tarihi 20.03.2017

Yargıtay 7. Ceza Dairesi
2018/446 E. 2018/1024 K.
K.Tarihi 12.04.2016

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu
2017/682 E. 2018/5 K.
K.Tarihi 17.01.2018

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2016/14 E. 2016/189 K.
Karar Tarihi:14.12.2016

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
2017/14949 E. 2017/4416 K.
K. Tarihi: 20.03.2017
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : İşçinin bilgi ve performansını arttırmak için yapılan toplantılara katılmasının fazla çalışma olarak değerlendirilemeyeceği.

ÖZET: Davacının eğitim amaçlı olarak katıldığı kongrelere yönelik ve bu süreye karşılık olmak üzere haftada 7 saat fazla çalışma ücreti hesaplanmıştır. Davacı işçi belirtilen süre içinde fiilen çalışmamış ve işverene belirtilen anlamda bir fayda sağlamamıştır. Bu nedenle davacının bilgi ve performansını arttırma amacıyla yapılan bu tür toplantılarda geçen sürenin, fazla çalışma olarak değerlendirilmemesi.

KARAR: Davacının eğitim amaçlı olarak katıldığı kongrelere yönelik ve bu süreye karşılık olmak üzere haftada 7 saat fazla çalışma ücreti hesaplanmıştır. Davacı işçi belirtilen süre içinde fiilen çalışmamış ve işverene belirtilen anlamda bir fayda sağlamamıştır. Bu nedenle davacının bilgi ve performansını arttırma amacıyla yapılan bu tür toplantılarda geçen sürenin, fazla çalışma olarak değerlendirilmesi de isabetsizdir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı işçinin tanık beyanlarına ve bir kısım mazot fişlerine göre davacının fazla çalışma yaptığı kabul edilip alacak hesaplanmıştır. Davacı olarak dinlenen işçilerden aynı şekilde davalı aleyhine dava açmış, diğer davacı aleyhine ise işverence dava açılmıştır. Tanıkların konumu, tanıklıklarına duyulacak güveni etkileyecek durumdadır. Bu nedenle tanıklıklarına itibar edilemez

Davacı, kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili; davacının 18/08/2008 tarihinde iş sözleşmesini haklı nedene dayanarak feshettiği 03/01/2012 tarihine kadar davalı işyerinde bölge satış müdürü olarak çalıştığını, çalışma saatlerinin çok üzerinde çalışan davacıya fazla çalışma karşılıklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile fazla çalışma alacağının ödetilmesini istemiştir. Davalı vekili; bölge satış sorumlusu olarak çalışan davacıya baskı yapıldığı iddialarının doğru olmadığını, 2011 Aralık ücretinin 03.01.2012 tarihinde ödendiğini, davacının fazla çalışma yapmadığını, iş akdine göre ücretin fazla çalışma ücretlerini de kapsadığını, her ay davacıya prim verildiğini, prim ödemelerinin yıllık 270 saati aşan çalışma olsa bile karşıladığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece dava reddedilmiş, ilk karar davacı tarafın temyizi üzerine Dairemizin ... sayılı ve 02/12/2015 tarihli ilamı ile özetle; davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. ... bölge satış müdürü olarak çalışan davacının üst düzey yönetici olup olmadığı konusunda yapılan araştırma yeterli değildir. “Davalı işverenden teşkilat şeması ve davacının görevini belirleyen tüm belgeler celp olunarak yapılacak değerlendirme sonucuna göre davacının üst düzey yönetici olup olmadığı tespit edilmelidir. Yapılacak araştırma sonucunda üst düzey yönetici olmadığı kanaatine varılırsa davacıya yapılan prim ödemelerinin de dikkate alınarak fazla çalışma ücreti talebi hakkında bir karar verilmelidir. Eksik araştırma ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir." gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma kararımız sonrası mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabulü ile fazla çalışma ücretlerinin davalıdan tahsiline hükmedilmiştir. Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm, davalının vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. 6100 sayılı HMK.’nın tanıkla ilgili hükümleri incelendiğinde, 240/1 maddesinde “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir”, 250. maddesinde “Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” ve 254. maddesinde ise “Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur” kurallarına yer verilmiştir. Dairemizin istikrarlı uygulaması gereği, davalı aleyhine dava açanlar tanık olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına ihtiyatlı yaklaşılması gerekir. Bu beyanlar diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmelidir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı tanık beyanlarına ve bir kısım mazot fişlerine göre davacının fazla çalışma yaptığı kabul edilip alacak hesaplanmıştır. Oysa davacı ... olarak dinlenen işçilerden ... aynı şekilde davalı aleyhine dava açmış, diğer davacı ... aleyhine ise işverence dava açılmıştır. Tanıkların konumu, tanıklıklarına duyulacak güveni etkileyecek durumdadır. Bu nedenle tanıklıklarına itibar edilemez. Diğer yandan davacının eğitim amaçlı olarak katıldığı kongrelere yönelik de bu süreye karşılık olmak üzere haftada 7 saat fazla çalışma ücreti hesaplanmıştır. Davacı işçi belirtilen süre içinde fiilen çalışmamış ve işverene belirtilen anlamda bir fayda sağlamamıştır. Bu nedenle davacının bilgi ve performansını arttırma amacıyla yapılan bu tür toplantılarda geçen sürenin, fazla çalışma olarak değerlendirilmesi de isabetsizdir. Açıklanan nedenlerle davacı fazla çalışma yaptığını somut delillerle kanıtlayamadığından bu talebin reddi gerekirken kabulü hatalıdır. Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 20/03/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


Yargıtay 7. Ceza Dairesi
2018/446 E. 2018/1024 K.
K. Tarihi: 12.04.2016
Mahkeme: Asliye Ceza Mahkemesi
Konu: 5607 Sayılı Terörle Mücade Kanunu'na aykırılık.

ÖZET: Suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işleniş yer ve zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluş ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler birlikte değerlendirilip, sanığın eylemlerini bir suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirip gerçekleştirmediğine göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle karar verilmesi.

KARAR: Hükümlülük, müsadere, tasfiye, nakil aracının iadesine

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

Sanık ... hakkındaki hükme yönelik temyiz incelemesinde; Dairemizce de kabul gören Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun .... sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği gibi; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işleniş yer ve zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluş ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler birlikte değerlendirilip, sanığın eylemlerini bir suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirip gerçekleştirmediği ve hakkında TCK.nun 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı hususlarının tartışılarak belirlenmesi bakımından; incelemeye konu bu dosyaya ilişkin suç tarihinin 07/09/2014, iddianame düzenleme tarihinin ise 17/09/2014 olduğu, Dairemizin ... sayılı dosyası üzerinden daha önce incelenerek bozulmasına karar verilen aynı mahkemenin ... sayılı dosyasında sanık ...'e atılı eylem ile ilgili olarak suç tarihinin 23/08/2014, iddianame düzenleme tarihinin ise 17/09/2014 olduğu, anılan dosyada sanığın eyleminin benzer mahiyette olduğu dikkate alınarak, anılan dosyanın incelenip, gerektiğinde birleştirilerek sanığın bu eylemi bir suç işleme kararı icrası kapsamında işleyip işlemediği ve haklarında TCK.nun 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı hususu tartışıldıktan sonra bir karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi; sanık ... hakkındaki hükme yönelik temyiz incelemesinde; 5607 sayılı Yasanın 28/06/2014 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 6545 sayılı Yasa ile değişik 3/5 ve 3/10. maddelerindeki düzenlemeler dikkate alınıp temel cezaların buna göre belirlenmesi gerekirken doğrudan 5607 sayılı Yasanın 3/18. maddesine göre belirlenmesi, 24.11.2015 günlü 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi'nin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, anılan maddenin yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

5237 sayılı TCK.nun 52/4. madde fıkrası gereğince, adli para cezasının taksitlendirilmesine karar verilmesine rağmen, 5237 sayılı TCK.nun 52/4. maddesi hükmüne aykırı olarak ve infazda tereddüt oluşturacak şekilde taksit aralığının kararda belirtilmemesi, sanık ...'ün aracı kiraladığını belirtmesine rağmen bu hususta dosyaya herhangi bir belgenin sunulmadığı, araç üzerinde daha önce de benzer bir kaçakçılık eylemi nedeniyle tedbir bulunduğu ve 5237 sayılı TCK.nun 54/3. maddesine göre müsaderesinin hakkaniyete de aykırı olmayacağı anlaşılmakla malen sorumlu ... dinlenip aracın fiilen kime ait olduğu tespit edildikten sonra bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde nakil aracının iadesine karar verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık ..., sanık ... ile müdafii ve katılan ... İdaresi adına Hazine vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu
2017/682 E.2018/5 K.
K. Tarihi: 17.01.2018
Mahkeme: Danıştay 4. Dairesi
KONU: Vergi dairesi müdürlüğünce ileriye yönelik haciz uygulanamasının hukuka aykırı olması.

ÖZET: Asıl amme borçlusu ile davacı banka arasındaki POS cihazı kullanımı nedeniyle kurulan hukuki ilişkinin, 6183 saylı Kanunun 79'uncu maddesinde sayılan maaş, ücret, kira gibi haczi kabil bir alacak niteliği sağlamadığı, bu nedenle Tebliğin dava konusu edilen kısmı ile bu düzenlemeye dayalı haciz bildirisine süresi içinde itiraz etmemesi nedeniyle, söz konusu kamu alacağından sorumlu tutulan davacının ödeme emri ile takip edilmesinde hukuka uygunluk görülmediğinden, davanın reddi yolunda verilen Daire kararının bozulması gereği.

KARAR: Davacı banka adına 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 79'uncu maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emri ile anılan ödeme emrinin dayanağı olduğu ileri sürülen 30.6.2007 tarih ve 26568 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1 Sıra No.'lu Tahsilat Genel Tebliğinin Genel Esaslar başlıklı Birinci Bölümünün Amme Alacaklarının Korunması başlıklı İkinci Kısmının İhtiyati haciz başlıklı II Nolu bölümünün 9'uncu maddesinin son fıkrasında yer alan, "Bankacılık sisteminde, POS cihazı kullanan müşteri ile banka arasında yapılan sözleşmelere dayanan bankalar nezdindeki hesaplar banka ile müşterisi arasında devamlılık arz etmektedir. Dolayısıyla bu hesaplar her zaman için banka nezdinde alacak doğmasına (muhtemel alacak) müsait hesaplar olarak değerlendirildiğinden bu hesaplara ileriye matuf olmak üzere haciz konulması mümkün bulunmaktadır." şeklindeki kısmının iptali istemiyle dava açılmıştır. Danıştay Dördüncü Dairesi, 23.5.2017 gün ve ... sayılı kararıyla; davalı idarelerin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek işin esasına geçildiği, dosyanın incelenmesinden, .... isimli mükellefin vergi borçlarının tahsili amacıyla davacı bankaya hitaben düzenlenerek tebliğ edilen haciz bildirisinde, haciz konusu olan amme alacağının "Seri A Sıra No:1 Tahsilat Genel Tebliğinin Amme Alacaklarının Korunması başlıklı 2'nci bölümünün ihtiyati haciz başlıklı 2'nci kısmının 9'uncu maddesinin son fıkrasına istinaden "söz konusu şahsa ait "muhtelif borçlar" olduğu ve haczedilen alacak ve hakların ise "ileriye matuf olmak üzere" davacı banka nezdindeki bu şahsa ait POS cihazı hesaplarının olduğunun görüldüğü, haciz bildirisinin tebliği üzerine davacı bankanın vergi dairesi müdürlüğüne hitaben yazdığı yazıda, anılan şahsa ait hesaba haciz tatbik edildiğinin bildirildiği, vergi dairesi müdürlüğünün davacı bankaya hitaben 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 135 ve 148'inci maddeleri kapsamında yazdığı yazıda, .... isimli mükellefin vergi borçları için haciz bildirisi düzenlenerek davacı bankaya tebliğ edilmiş olup, söz konusu şahsın POS cihazı ile yaptığı hasılatın .... TL olması ve muhtelif tarih ve sayılı para aktarma yazılarına karşılık toplam .... TL aktarılması konusunda izahat istendiği, bunun üzerine davacı bankanın dilekçeyle Danıştay Dördüncü Dairesinin ... sayılı kararında "POS cihazı kullanan asıl amme borçlusu ile davacı banka arasında düzenlenen sözleşme, Kanunda sayılan maaş, ücret, kira gibi süreklilik arz eden bir alacak hakkı sağlamadığından, 6183 sayılı Kanunun 79'uncu maddesi uyarınca davacı lehine doğmuş veya doğacak alacakların, hak haczi olarak değerlendirilmesine olanak bulunmadığı"nın belirtilmesi karşısında POS cihazlarından hesaba geçen tutarları takip yükümlülükleri olmadığından söz konusu şahsın hesabında bulunan bir kısım tutarın banka alacağı için kullanılması, bir kısmının kullanımının adı geçen müşterinin tasarrufuna bırakılması nedeniyle .... TL aktarıldığının bildirilmesi üzerine, 16.1.2013 tarih ve 350 sayılı haciz bildirisine istinaden söz konusu hesaba konan haciz tutarı olduğu iddia edilen .... TL ile vergi dairesine aktarılan .... TL arasındaki fark tutarın davacı bankanın zimmetinde olduğu kabul edilerek anılan tutarın tahsili amacıyla dava konusu ödeme emrinin düzenlendiğinin anlaşıldığı, ödeme emrinin dayanağı haciz bildirisinde açıkça anılan Genel Tebliğin dava konusu edilen bölümü dayanak olarak gösterildiğinden ihtilaf konusu ödeme emrinin dava konusu edilen düzenlemenin uygulama işlemi olduğu sonucuna ulaşıldığı, 6183 sayılı Kanunun 79'uncu maddesi gereğince haciz bildirisinin gönderilebilmesi için üçüncü kişi nezdinde amme borçlusunun mevcut bir alacağının bulunması gerektiği ancak, müstakbel (beklenen ya da doğacak) alacaklar için haciz bildirisi gönderilebilmesinin üçüncü şahıs ile amme borçlusu arasında süregelen bir hukuki ilişkinin varlığına bağlı olduğu, hukuki ilişkinin varlığı ve bu ilişki nedeniyle amme borçlusuna ödenecek ve devamlılık arz eden bir alacağın bulunduğu hallerde üçüncü kişiye söz konusu madde kapsamında haciz bildirisi gönderilmesinin hukuken mümkün olduğu, bu durumda, banka ile müşterisi arasında yapılan sözleşme taraflar arasındaki hukuki ilişkinin varlığını ortaya koyduğu gibi POS hesabı ilişkisi süreklilik arz ettiğinden dava konusu düzenlemede hukuka aykırılık görülmediği, buna bağlı olarak da dava konusu düzenlemeye istinaden düzenlenen haciz bildirisinin davacı bankaya tebliğ edilmesine karşın Kanunda öngörülen yedi gün içinde itiraz edilmeyip, aksine ilgili hesaba haciz uygulanıp, vergi dairesine de para aktarıldığı görüldüğünden, borcun, davacı bankanın zimmetinde sayılmasında ve söz konusu şahsın hesabında bulunan tutarların bir kısmının vergi dairesi yerine davacı banka ile amme borçlusunca kullanılması nedeniyle, aktarılmayan farkın tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinde de hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Davacı tarafından; Dairece bu kadar kısa süre içerisinde birbirinin tam zıttı yönde iki farklı karar verilmesinin hukuki icaplara aykırı olduğu, Anayasa Mahkemesinin bu yolda verilmiş hak ihlali kararlarının bulunduğu, kararda, müşterileri ile olan ilişkilerinin süreklilik arzettiği ifade edilmişse de sürekliliğin neye dayandırıldığının açıklanmadığı, Tebliğin kendi içinde çelişkili olduğu ileri sürülerek, kararın bozulması istenmiştir.

Asıl amme borçlusu ile davacı banka arasındaki POS cihazı kullanımı nedeniyle kurulan hukuki ilişkinin, 6183 saylı Kanunun 79'uncu maddesinde sayılan maaş, ücret, kira gibi haczi kabil bir alacak niteliği sağlamadığı, bu nedenle Tebliğin dava konusu edilen kısmı ile bu düzenlemeye dayalı haciz bildirisine süresi içinde itiraz etmemesi nedeniyle, söz konusu kamu alacağından sorumlu tutulan davacının ödeme emri ile takip edilmesinde hukuka uygunluk görülmediğinden, davanın reddi yolunda verilen Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 79'uncu maddesi uyarınca düzenlenen 26.11.2013 tarih ve 3 sayılı ödeme emri ile anılan ödeme emrinin dayanağı olan 1 Sıra No.'lu Tahsilat Genel Tebliğinin Genel Esaslar başlıklı Birinci Bölümünün Amme Alacaklarının Korunması başlıklı İkinci Kısmının İhtiyati haciz başlıklı II Nolu bölümünün 9'uncu maddesinin son fıkrasında yer alan, "Bankacılık sisteminde, POS cihazı kullanan müşteri ile banka arasında yapılan sözleşmelere dayanan bankalar nezdindeki hesaplar banka ile müşterisi arasında devamlılık arz etmektedir. Dolayısıyla bu hesaplar her zaman için banka nezdinde alacak doğmasına (muhtemel alacak) müsait hesaplar olarak değerlendirildiğinden bu hesaplara ileriye matuf olmak üzere haciz konulması mümkün bulunmaktadır." şeklindeki kısmının birlikte ve aynı dava dilekçesinde davaya konu yapılmasında ve davanın ilk derecede Danıştay Dördüncü Dairesi tarafından incelenerek karara bağlanmasında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 5'inci maddesine aykırılık bulunmadığına; ..... karşı oyları ve oyçokluğu ile karar verilerek; tebligat işlemleri tamamlandığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca karar verilmesine de gerek görülmeyerek, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: Davacı banka adına düzenlenen ödeme emri ile anılan ödeme emrinin dayanağı olan 1 Sıra No.'lu Tahsilat Genel Tebliğinin yukarıda belirtilen kısmının iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen Daire kararı, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Amme alacaklarının tahsiline yönelik olarak uygulanan haciz işlemleri, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 62 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczini düzenleyen aynı Kanunun 5479 sayılı Kanunun 5'inci maddesiyle değişen 79'uncu maddesine göre; hamiline yazılı olmayan veya cirosu kabil senede dayanmayan alacaklar ile maaş, ücret, kira vesaire gibi her türlü hakların ve fiilen tutanak düzenlemek suretiyle haczi kabil olmayan üçüncü şahıslardaki menkul malların haczinin, borçlu veya zilyet olan veyahut alacak ve hakları ödemesi gereken gerçek ve tüzel kişilere, kurumlara haciz keyfiyetinin tebliği suretiyle yapılacağı öngörülmüş, haciz bildirisi tebliğ edilen üçüncü şahsa; borçlu olmadığı veya malın yedinde bulunmadığı veya haczin tebliğinden önce borcu ödediği veya malın tüketildiği ya da kusuru olmaksızın telef olduğu iddiasında ise durumu, haciz bildirisinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde tahsil dairesine yazılı olarak bildirme zorunluluğu getirilerek, süresinde itiraz edilmemesi halinde, mal elinde ve borç zimmetinde sayılan üçüncü şahıs hakkında bu Kanun hükümlerinin tatbik olunacağı hükme bağlanmıştır. 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre ihtiyati veya kat’i haczin borçlunun her türlü mal, hak ve alacaklarına tatbik edilmesi mümkün bulunmaktadır. İşlem tarihi itibarıyla henüz mevcut olmamakla beraber ileride doğması muhtemel olan alacaklarla ilgili olarak, maaş, ücret, kira gibi hakların haczinin de değinilen maddeye göre yapılacağı belirtilmekle, alacağın doğumuna temel teşkil eden hukuki ilişkiden kaynaklanan hakların haczedilebileceği kabul edilmiş ancak, temelindeki hukuki ilişkinin niteliği gereği süreklilik arz etmekle birlikte, işlem tarihi itibariyle doğup doğmayacağı ve miktarı belli olmayan alacakların haczine imkan tanınmamıştır. Nitekim 1 sıra no'lu Tebliğin "İhtiyati Haciz" başlıklı bölümünün 9'uncu maddesinin dava konusu edilen son fıkrasından önceki fıkralarında; "Ancak, borçlu olan bir şahsın bankalarda bir alacak ve hakkı bulunmamasına rağmen ileride borçlu adına doğacak alacaklar için bankalara haciz veya ihtiyati haciz bildirisi tebliğ edilmesi, haczin “borçlunun mal varlığını hedef tutması” esasına aykırı düşecektir. Amme alacağından borçlu olan bir şahsın, bankalarda alacak ve hakkının bulunmamasına rağmen ileride tahakkuk edecek alacağından istifade etmek üzere geleceğe yönelik olarak bankalara haciz veya ihtiyati haciz tebliği, muhtemel bir alacak niteliğinde dahi tanımlanamayacak bir durum oluşturması ve bankanın bu hacizleri sürekli izlemesi veya banka tarafından yapılan tüm işlemlerde bir süreye de bağlı kalınmaksızın borçlu adına mal, hak ve alacak doğup doğmadığının takip edilmesi, doğması halinde haciz veya ihtiyati haciz uygulanmasını gerektirir ki bankalara böyle bir külfet yüklemeye imkan bulunmamaktadır. Bu nedenle, bankalara yapılacak haciz ve ihtiyati haciz tebliğlerinin sadece tebliğ tarihi itibarıyla amme borçlularının mevcut olan varlıklarını konu alması ve bu kişilerin ileride doğabilecek alacakları için haciz ve ihtiyati haciz tebliğinde bulunulmaması icap etmektedir." şeklinde açıklamaya yer verilmiş olması da bu durumu doğrulamaktadır. İleriye yönelik haciz yapılması; 6183 sayılı Kanunun 79'uncu maddesi uyarınca haczedilecek maaş, ücret, kira, gibi süreklilik ve belirlilik arz eden alacak borç ilişkisi bulunması halinde mümkündür. POS cihazı kullanan asıl amme borçlusu ile davacı banka arasında düzenlenen sözleşmelere dayanılarak açılmış bulunan hesaplar, bu nitelikte bir alacak hakkı sağlamadığından, Tebliğin, dava konusu edilen düzenlemesinde hukuka uyarlık görülmemiştir. Davalı vergi dairesi müdürlüğünce, haciz bildirisinin tebliği üzerine borçlunun doğmuş ve doğacak alacaklarının borçluya ödenemeyeceği Kanunda açıkça hüküm altına alınmış olmasına rağmen, davacı bankanın kredi kartlı satışları nedeniyle borçlunun banka hesabında biriken alacağını müşterisine iade ettiği ve alacaklı idare hesabına aktarmadığı iddiasıyla, zimmetinde sayılan borcun tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emri, haciz bildirisine itiraz edilmemesine dayandırılmaktadır.

Amme borçlusunun üçüncü şahıslardaki alacakları üzerine haciz uygulanabilmesi; amme borçlusunun üçüncü şahıs nezdinde alacağının bulunduğunu bildirmiş olmasını veya idarece borçlu şirketin bu şahıslardan alacağı olduğunun tespit edilmesini ve tespit edilen bu tutar için haciz konulmasını gerektirmekte olup işlem tarihinde mevcut olan alacaklar hakkında, anılan madde uyarınca haciz uygulanması mümkündür. POS cihazı kullanıcıları ile yapılan sözleşmeye dayanan hesaplara ileriye yönelik haciz uygulanamayacağından ve davalı vergi dairesince, amme borçlusunun, üçüncü şahıs konumundaki davacı bankadan ne kadar alacağı olduğu tespit edilmediği gibi haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla söz konusu hesapta herhangi bir tutar bulunmadığı da anlaşıldığından, haciz bildirisine dayanılarak düzenlenen dava konusu ödeme emrinde de hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Danıştay Dördüncü Dairesinin, 23.5.2017 gün ve ... sayılı kararının bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 17.1.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru No:2016/148 E. 2016/189 K.
Karar Tarihi: 14.12.2016
Konu: Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 14. maddesinin Anayasa'nın 2, 35, ve 91. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebi.

ÖZET: İtiraz konusu kuralla, tescilden itibaren veya sonradan, haklı bir neden olmaksızın kesintisiz beş yıl süre ile kullanılmayan tescilli markanın iptalinin öngörüldüğü, kuralın Anayasa'nın temel hak ve ödevler başlıklı ikinci kısmının, kişinin hakları ve ödevleri başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir düzenleme niteliğinde olduğu ve KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilerek, Anayasa'nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırı olduğu iddiası ile İstanbul 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi iptali için başvurmuştur.

KARAR: İptali istenen Kanun Hükmünde Kararname Kuralı şöyledir: Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisi, ara verilmesi halinde, marka iptal edilir. Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması, markayı taşıyan malın ithalatı.

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu KHK kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralla, tescilden itibaren veya sonradan, haklı bir neden olmaksızın kesintisiz beş yıl süre ile kullanılmayan tescilli markanın iptalinin öngörüldüğü, kuralın Anayasa'nın temel hak ve ödevler başlıklı ikinci kısmının, kişinin hakları ve ödevleri başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir düzenleme niteliğinde olduğu ve KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilerek, Anayasa'nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa'da, KHK'lerin siyasal denetimi yanında yargısal denetimi de öngörülmüştür. KHK'Ier, işlevsel yönden yasama işlemi niteliğinde olduklarından bunların yargısal denetimlerinin yapılması görev ve yetkisi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Yargısal denetimde KHK'nin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa'ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa'nın 148. maddesinde KHK'lerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlemesinden değil, yalnızca Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa'ya uygunluk denetiminin içine öncelikle KHK'nin yetki kanununa uygunluğunun denetimi girer. Çünkü Anayasa'da, Bakanlar Kurulu'na ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür. Yetkinin dışına çıkılması, KHK'yi Anayasa'ya aykırı duruma getirir. Böylece, KHK'nin yetki kanununa aykırı olması Anayasa'ya aykırı olması ile özdeşleşir. Dayanaklarını doğrudan Anayasa'dan alan olağanüstü hâl KHK'lerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki KHK'lerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK'Ier ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. KHK'nin yetki kanunu ile olan bağı, KHK'yi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir. KHK nin Anayasa'ya uygun bir yetki kanununa dayanması, geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkarılan bir KHK'nin, içeriği yönünden Anayasa'ya aykırılık oluşturmasa bile Anayasa'ya uygunluğundan söz edilemez. KHK'lerin Anayasa'ya uygunluk denetimi, kanunların denetiminden farklıdır. Anayasa'nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. KHK2Ier ise konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa'ya uygun olmak zorundadırlar. Anayasa'da kimi konuların KHK'lerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır. Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Bu itibarla Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kurulu'na ancak KHK ile düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda KHK çıkarma yetkisi verebilir. Anayasa'nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun. Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa'nın 163. maddesinde olduğu gibi KHK çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe KHK ile düzenlenmesi Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz.

İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında, markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir neden olmaksızın kullanılmaması veya markanın kullanımına beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde markanın iptal edileceği belirtilmekte, ikinci fıkrasında ise tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması ve markayı taşıyan malın ithalatı durumlarının, markayı kullanma olarak kabul edileceği öngörülmektedir. İtiraz konusu kural, 8,6.1995 tarihli ve 4113 sayılı Patent, Faydalı Model, Marka, Coğrafi İşaretler, Endüstriyel Tasarımlar, Yaş Sebze ve Meyve Ticareti, Toptancı Halleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliği'nin Kuruluşu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri ile Gıda Konularının Düzenlenmesine ve Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanunu'nun Mer'iyet ve Tatbik Şekli Hakkında Kanun ile Sermaye Piyasası Kanunu ve Gümrük Kanunu'nun Bazı Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu'nun verdiği yetkiye istinaden ve bu kapsamda çıkarılan KHK'lerdendir.

Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ikinci fıkrasında bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, üçüncü fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır. Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında ise “...sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” denilmektedir. Buna göre, Anayasa'nın ikinci kısmının “Kişinin Hakları ve Ödevlen” başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkının KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayrimaddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gayrimaddi mallar kapsamında bulunmaktadır. Bir markanın sahibine sağladığı haklar ise “marka hakkı” olarak adlandırılmakta ve marka hakkı, fikri ve sınai mülkiyet haklan kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, mülkiyet hakkının konusunu oluşturan marka hakkıyla ilgili olduğundan KHK ile düzenlenemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır. İptali gerekir. Kural, Anayasanın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırı görülerek iptal edildiğinden, ayrıca Anayasa'nın 2. ve 35. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. 24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 14. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 14.12.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.