img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
2015/22210 E. 2017/17561 K.
K.Tarihi 26.12.2017

Yargıtay 7. Ceza Dairesi
2018/430 E. 2018/759 K.
K.Tarihi 25.01.2018

Danıştay 15. Dairesi
2016/1210 E. 2016/3172 K.
K.Tarihi 04.05.2016

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası:2012/252
Karar Tarihi:26.06.2014

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
2015/22210 E. 2017/17561 K.
K. Tarihi: 26.12.2017
Mahkeme : Aile Mahkemesi
Konu : Artık değere katılma alacağı istemi, anlaşmalı boşanma dava dosyası ve boşanma protokolü dikkate alınarak davanın reddi.

ÖZET: Davacının boşanma dava dilekçesinde belirtilen malvarlıkları sebebiyle mal rejiminin tasfiyesi ile alacak isteğinde bulunması, mahkemece, anlaşmalı boşanma dava dosyası ve boşanma protokolü dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi üzerine hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi.

KARAR: Taraflar arasında görülen ve yukarda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü: Davacı vekili, dava dilekçesinde belirtilen malvarlıkları sebebiyle mal rejiminin tasfiyesi ile alacak isteğinde bulunmuştur. Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, anlaşmalı boşanma dava dosyası ve boşanma protokolü dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK 33. m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı istemine ilişkindir. Kural olarak anlaşmalı boşanma davasında taraflar arasında akdedilmiş olan boşanma protokolünde yer alan mal rejimi hukukundan kaynaklanan anlaşma maddelerinin mahkeme kararında yer alması veya protokolün mahkemece onaylanması gerekir. Mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın ferilerinden olmadığından ayrıca davaya konu edilebilirler. Mahkemece, davacı ...'in boşanma davasında 09.04.2014 tarihli duruşmadaki “karşı taraftan herhangi bir eşya talebim yoktur” şeklindeki beyanının mahkeme içi ikrar niteliğinde olup görülmekte olan davada davacı aleyhine kesin delil teşkil ettiği, davacının bu ikrarına rağmen görülmekte olan davayı açmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, davacı ...'in beyanında geçen “eşya” kavramının taşınmaz ve taşınır mallar ile boşanmanın feri niteliğinde olmayan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan “değer artış payı ve katılma alacağı” taleplerini de kapsadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de; ulaşılan sonuç isabetli değildir. Şöyle ki; boşanma dava dosyasının incelenmesinde protokolün 2. maddesinde “davalı ve şahsım olan davacı birbirimizden tazminat ve nafaka talebimiz yoktur” şeklinde, 3. maddesinde “eşyalar taksim konusunda da anlaşma sağlanmıştır” şeklinde düzenlemeler bulunduğu, davacı ...'in duruşmada “davalı ile boşanma ve ferilerinde anlaştık, buna göre davalıdan herhangi bir şekilde ziynet, eşya, maddi, manevi tazminat, tedbir ve yoksulluk nafakası talebim yoktur” şeklinde beyanda bulunduğu, mahkemece hükmün 3. bendinde “tarafların birbirlerinden tedbir, iştirak ve yoksulluk nafakası, maddi ve manevi tazminat, ziynet ve eşya talepleri olmadığından bu hususlarda karar verilmesine yer olmadığına” ve 8. bendinde “5 maddeden ibaret bila tarihli protokolün aynen tasdikine ve kararın eki sayılmasına” karar verildiği belirlenmiştir. Görüldüğü üzere, gerek protokol içeriği gerekse hükme geçirilen mali hususlara dair hüküm fıkrası ile tarafların karşılıklı anlaşmalarını bildirdikleri imzalarını taşıyan kararın verildiği duruşmadaki beyanları birlikte değerlendirildiğinde; tarafların karşılıklı olarak eşya ve ziynet taleplerinin bulunmadığının kabul edildiği, bunun dışındaki anlaşmanın boşanmanın fer'i (eki) niteliğindeki konulara dair olduğu, mal rejiminin tasfiyesi konusunda bir anlaşma yapılmadığı anlaşılmaktadır. TMK. 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı boşanma kararı için; eşlerin boşanma ve boşanmanın eki niteliğindeki hususlarda anlaşmış olmaları gerekir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanmanın eki niteliğinde olmadığından, anlaşma gerekli değildir. Ancak anlaşma olduğu takdirde boşanmayla birlikte hüküm altına alınmasına da yasal bir engel yoktur. Bu bakımdan mal rejiminin tasfiyesine dair bir anlaşma yapılmadığı anlaşıldığından, davacı tarafından eldeki davanın açılmasına engel bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra talebin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu sebeple kabulüyle hükmün 6100 Sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, istenmesi halinde peşin harcın temyiz edene iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 7. Ceza Dairesi
2018/430 E. 2018/759 K.
K. Tarihi: 25.01.2018
Mahkeme: Asliye Ceza Mahkemesi
Konu: 4733 sayılı Kanuna muhalefette değerlendirme yapılmadan hüküm tesis edilmesi.

ÖZET: Sanığın eyleminin zincirleme biçimde kaçakçılık suçunu oluşturup oluşturmadığının takdir ve değerlendirilmesi, sanık hakkında alt sınırdan hapis cezasına hükmolunduğu halde adli para cezasında ayrıca bir gerekçe gösterilmeden teşdit uygulanması, denetim süresini iyi halli olarak geçirdiği takdirde ertelenmiş bulunan hapis cezasının infaz edilmiş sayılacağına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi.

KARAR: Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü; Temyiz incelemesine konu bu dosyaya ilişkin suç tarihinin 04.01.2013, iddianame düzenleme tarihinin 31.03.2013 olduğu, Dairemizce aynı gün incelenen 2018/430 Esas sayılı dosyada: ... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2013/97 E. - 2013/210 K. sayılı dosyasında sanığa atılı eylem ile ilgili olarak suç tarihinin 25.02.2013, iddianame düzenleme tarihinin ise 20.03.2013 olduğu anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı eylemlerin benzer mahiyette olduğu dikkate alınarak, suç tarihine ve işlenen suçun niteliğine göre sanığın eyleminin TCK.nun 43. maddesi kapsamında zincirleme biçimde kaçakçılık suçunu oluşturup oluşturmadığının takdir ve değerlendirilmesi bakımından dosyaların incelenmesi, gerektiğinde birleştirilmesi ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinin gerekmesi, kabule göre de; sanık hakkında alt sınırdan hapis cezasına hükmolunduğu halde adli para cezasında ayrıca bir gerekçe gösterilmeden teşdit uygulanması, TCK.nun 51/8. maddesi gereğince sanığın denetim süresini iyi halli olarak geçirdiği takdirde ertelenmiş bulunan hapis cezasının infaz edilmiş sayılacağına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 24.11.2015 günlü 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi'nin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, anılan maddenin yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, TCK.nun 53. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, mahkum olduğu kısa süreli olmayan hapis cezası ertelenen sanık hakkında anılan maddenin l. fıkrasının (c) bendinde yazılı hak yoksunluğunun, sanığın kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet veya kayyımlık yetkileri açısından uygulanmasına yer olmadığına, altsoyu dışında kalanlarla ilgili bu hak ve yetkilerden ise cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi, dava konusu kaçak sigaraların müsaderesi ile yetinilmesi gerekirken söz konusu sigaraların tasfiyesine de hükmedilmesi, Yasaya aykırı, o yer Cumhuriyet Savcısı'nın ve sanığın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 25.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 15. Dairesi
2016/1210 E. 2016/3172 K.
K. Tarihi: 04.05.2016
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: İdarenin hizmet kusuruna istinaden tazminat talebinin davalı idareden tazmini istemi.

ÖZET: Davacının guatır ameliyatı sonucu davacının ses tellerinin kesilmesi ve felç olmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle toplam 70.000,00 TL tazminatın davalı idareden tazminine karar verilmesi.

KARAR: İdare Mahkemesi'nin 22/12/2015 tarih ve ... Sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Savunma verilmemiştir. Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Davacının temyiz isteminin kabulüyle hüküm fıkrası 2577 Sayılı Kanun'un 24. maddesine uygun olmayan İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması talebi görüşülmeden, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü: Dava; 04/01/2008 tarihinde ... Numune ve Araştırma Hastanesinde gerçekleşen guatır ameliyatı sonucu davacının ses tellerinin kesilmesi ve felç olmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 30.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın davalı idareden olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. ... İdare Mahkemesince, davalı idarece sunulan sağlık hizmetininin işleyişinde hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle 30.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminatın idareye başvuruda bulunulan 18/02/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece davacıya ödenmesine karar verilmiştir. ... İdare Mahkemesince verilen 28.12.2012 tarih ve ... Sayılı karar, Dairemizin 09.04.2014 tarih ve ... Sayılı kararıyla onanmış olup, davacı tarafından verilen 21.02.2014 tarihli miktar artırım dilekçesinde; 2577 Sayılı Kanun'un 6459 Sayılı Kanun ile değişik 16/4 maddesi uyarınca maddi tazminat miktarının 79.898,00 TL artırılmasına karar verilmesi istenildiğinden bu hususta yeniden bir karar verilmek üzere dosya Mahkemesine gönderilmiştir. ... İdare Mahkemesince, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun Geçici 7. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bilirkişi raporunda belirtilen efor kaybı miktarının kalan kısmını teşkil eden ve ıslah edilen “79.898,00 tazminatın kabulü gerekmektedir” denilerek hüküm fıkrasına geçilmiş, fakat hüküm fıkrasında vekalet ücreti ve yargılama giderlerine dair hüküm kurulmasına rağmen, ödenecek tazminat miktarı ve bu tazminata yasal faiz işletilip işletilmeyeceğine, faiz işletilecekse bunun hangi tarihten itibaren başlatılacağına dair bir hüküm kurulmamıştır. Davalı idare ve müdahil tarafından Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu, vekalet ücretine dair hesaplamanın yanlış yapıldığı, davacı tarafından ise kararın hüküm fıkrasında tazminat ve yasal faize dair hüküm kurulmadığı gerekçesiyle kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Davalı idarenin temyiz istemi açısından, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun Geçici 7. maddesinin 1.fıkrası uyarınca miktar artırımı dilekçesinin kanun yolu aşamasında da verilebileceği açık olup, davalı idarenin mahkemece nihai karar verilinceye kadar miktar artırımı dilekçesinin verilebileceği yönündeki itirazı yerinde görülmemiştir. Yine aynı şekilde vekalet ücretinin hesabının da 2016 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine uygun hesaplandığı görülmüş olup, davalı idarenin temyiz isteminin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. 2577 Sayılı Kanun'un 24. maddesine göre mahkeme kararlarında; kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm: tazminat davalarında hükmedilen tazminatın miktarının belirtilmesi zorunlu olup, temyizen incelenen Mahkeme kararının hüküm fıkrasında, kabul edilen tazminat miktarı ve bu tazminata faiz işletilip işletilmeyeceği hususuna yer verilmediği görülmektedir. Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, davacının temyiz isteminin kabulüne, ... İdare Mahkemesi'nin 22/12/2015 tarih ve ... Sayılı kararının, BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 Sayılı Kanun'un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/05/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru No:2012/252
Karar Tarihi: 26.06.2014
Konu: Tarihi eser vasıflı taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan davada, maddi ve manevi tazminat talebi.

ÖZET: Başvurucunun, maliki olduğu tarihi eser vasıflı taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan davada, mülkiyet ve makul süre yönünden adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebi.

KARAR:KARAR: Başvurucu, maliki olduğu tarihi eser vasıflı taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında taşınmazın bedelinin olması gerekenden düşük tespiti, tarihi eser vasfının dikkate alınmaması, ön şart yokluğuna bağlı davanın reddedilmemesi ve dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödenmesi nedenleriyle mülkiyet ve makul süre yönünden adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 31/12/2012 tarihinde Ankara .. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait Ankara ili Altındağ ilçesi Hacıbayram mahallesinde bulunan ... ada . parsel numaralı 229,96 m2 büyüklüğünde taşınmazın da bulunduğu kent merkezi 8/8/2005 tarih ve 2005/9289 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'yla (BKK) 16/6/2005 tarih ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun'a dayanılarak yenileme alanı olarak belirlenmiştir. Ankara Büyükşehir Belediye (idare) Encümeni 11/6/2009 tarihinde başvurucunun taşınmazını da kapsayan kent merkeziyle ilgili olarak kamu yararı kararı almış ve bu karar Ankara Valiliğince 23/7/2009 tarihinde onaylanmıştır. Belediye Encümeni onay üzerine 10/9/2009 tarihinde başvurucuya ait taşınmazın da olduğu 6 adet taşınmazın kamulaştırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun uzlaşma talebine cevap vermemesi üzerine idare, 10/6/2010 tarihinde Ankara .. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Başvurucu 1/7/2010 tarihli dilekçesiyle dava açmadan önce yerine getirilmesi gereken uzlaşma prosedürünün usulüne uygun yapılmadığı ve bu nedenle ön şart yokluğuna tabi bir durum olduğunu, idarenin kamulaştırmayı istediği bölgede 1/5000 ve 1/100 ölçekli planlara karşı idari yargıda dava açıldığını ve planların iptaline karar verildiği, taşınmazın kendisi için maddi ve manevi değerinin büyük olması nedeniyle kendisinin restorasyon yaptırabileceği, idarenin 10 yıl önce bedeli fazla bularak vazgeçtiği kamulaştırmayı bu defa hukuksuz olarak yaptığı, kamulaştırma işlemi için bunun zorunlu olması gerektiği, kamulaştırmada kamu yararı bulunmadığı ve taşınmazın m2 piyasa değerinin 5.000 TL olduğu şeklinde itirazları da bulunmuştur. Başvurucu bedel tespiti davasının dayanağının 10/9/2009 tarihli kamulaştırma kararı yerine 11/6/2009 tarihli kamu yararı kararı olarak gösterildiği, hâlbuki bu kararın kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliği bulunmadığı gerekçesiyle davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilmesi istemli dilekçesini 8/9/2010 tarihinde mahkemeye sunmuştur. Başvurucu bedel tespiti davasının dayanağının Belediye Encümenin 11/6/2009 tarihli kamu yaran kararı değil, 10/9/2009 tarihli kamulaştırma kararı olduğunu öğrenmesi üzerine Ankara .. İdare Mahkemesi nezdinde 22/9/2010 tarihinde kamulaştırmanın iptali davası açmıştır. İdare Mahkemesi, 26/11/2010 tarih ... sayılı kararıyla süre aşımı gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar vermiştir. .. Asliye Hukuk Mahkemesince 24/11/2010 tarihinde taşınmazda keşif yapılmış ve keşif sonrası sunulan 17/1/2011 tarihli bilirkişi raporuyla taşınmazın imar durumu, cins ve nevi, özellikleri, emsal taşınmaz fiyatları, kullanılması halinde getireceği getiri, vergi beyanları, üzerindeki yapının özellikleri dikkate alınarak taşınmazın değeri 492.103,67 TL olarak belirlenmiştir. Tarafların itirazı üzerine Mahkeme ikinci bilirkişi raporuna müracaat etmiş ve itirazlar dikkate alınarak hazırlanan 21/3/2011 tarihli bilirkişi ek raporuyla taşınmazın arsa değeri 243.056,00 TL ve üzerindeki binanın değeri tarihi eser vasfı da dikkate alınarak (Restore edilecek yapılar ve tarihi ve eski eser niteliğinde V. sınıf D grubu yapı) 323.256,75 TL olmak üzere toplam değeri 566.312,75 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme, 28/6/2011 tarih ve E.2010/269, K.2011/245 sayılı kararıyla bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedelini 566.312,75 TL olarak tespit ederek davanın kabulüne ve taşınmazın idare adına tesciline karar vermiştir. Başvurucu, adına bloke edilen bedeli 30/6/2011 tarihinde bankadan çekmiştir. Başvurucu 20/11/2011 tarihinde temyizi mümkün olmayan tescil kararı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu 2/8/2011 tarihli temyiz dilekçesinde, ön şart yokluğu itirazını yenilemiş, değerin düşük belirlendiğini, Anayasa'nın 46. maddesinde yer alan faiz hükmünün uygulanmadığını, tarihi eseri bugüne kadar koruyan kendisinin bu meşakkatli davranışının değerlendirmeye alınmadığı itirazlarında bulunmuştur. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 20/3/2012 tarih ve ... sayılı kararıyla ve emsallerinin eksik ve üstün yanlarıyla kıyaslanarak ve yıpranma payı dikkate alınarak yapılan değer tespitinde bir isabetsizlik olmadığı gerekçesiyle temyiz istemini reddederek ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 8/10/2012 tarih ve ... sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Kesinleşen karar 30/11/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister. Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, taşınmaz malın malikine bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15'inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır. Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz haklan saklıdır. (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir. 2942 sayılı Kanun'un 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanun'la değişik 11. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: "Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz."

Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/12/2012 tarih ve 2013/252 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü: Başvurucu, maliki olduğu tarihi eser vasıflı taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında taşınmazın bedelinin olması gerekenden düşük tespit edildiği, yıpranma payının yüksek belirlendiği, tarihi eser vasfının ve tarihi eseri bu güne kadar koruyan kendisinin bu meşakkatli davranışının değerlendirmeye alınmadığı, ön şart yokluğuna bağlı olarak davanın reddedilmesi gerektiği halde kabul edildiği ve dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödendiği, yargılamanın makul süreyi aştığı iddialarında bulunarak mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, 600.000,00 TL maddi ve 300.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu yargılamanın 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesinde öngörülen süreyi aşarak 1 yıl 18 günde tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir: "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir." Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir. Taraflar için 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesinde kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur. 2942 sayılı Kanun gereği yapılması gereken duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi ve tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği görülmektedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, benzer şekildeki düzenleyici sürelerin yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek davaların "makul süre" içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Bkz., Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013). Başvuru konusu olayda, davacı idare tarafından 10/6/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında Mahkeme, bir yıl 18 gün sonunda 28/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş, temyiz edilen karar Yargıtay tarafından 20/3/2012 tarihinde onanmış ve karar düzeltme talebi 8/10/2012 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde ilk derece mahkemesinde davanın bir yıl 18 gün, temyiz incelemesinde dokuz ay ve karar düzeltme talebinin İncelemesinde altı buçuk ay olmak üzere toplamda yaklaşık 28 ay sürdüğü anlaşılmaktadır. İlk derece Mahkemesinde bir yıl 18 gün süren yargılama sürecinde Mahkeme, bedel tespitine esas verileri toplayarak değerlendirmiş, başvurucunun ön şart yokluğu itirazını kabul ederek incelemiş, taşınmazın bulunduğu alanda bilirkişilerle birlikte keşif yaptırmış, bilirkişi raporuna müracaat etmiş, bilirkişi raporu sonrasında tarafların raporu değerlendirmek üzere süre taleplerini kabul ederek kendilerine süre vermiş, tarafların itirazlarını dinleyerek değerlendirmiş, tarafların itirazı üzerine ek bilirkişi raporuna müracaat etmiştir. Kamulaştırma bedelinin ilk derece mahkemesinin bedel tespiti hakkında verdiği kararla başvurucunun banka hesabına peşin olarak yatırıldığı düşünüldüğünde temyiz aşamasında geçen sürenin başvurucuyu ciddi anlamda sıkıntıya sokmadığı açıktır. Zira tescil kararının temyizi mümkün olmadığından temyiz aşamasından başvurucunun beklentisi sadece kamulaştırma bedelinin arttırılarak kendisine ek ödeme yapılmasıdır. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde; başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında; yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde toplam 28 ay sürdüğü, ilk derece mahkemesinin bu süre zarfında, başvurucunun ve davacı idarenin iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasını incelediği, bedel tespitine esas verileri topladığı, bilirkişi raporuna başvurduğu, taraflara itiraz için süre verdiği, tarafların itirazlarını dikkate aldığı, bu itirazlara istinaden ek bilirkişi raporu aldığı ve bir yıl 18 günde karar vererek bedelin başvurucuya ödenmesini sağladığı; davanın temyiz incelemesinin 9 ayda tamamlandığı görülmüş ve yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarım ihlal edecek şekilde gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği açık olduğundan, başvurunun bu bölümünün diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Başvurucu, taşınmazın kamulaştırma bedelinin olması gerekenden düşük tespit edildiği, yıpranma payının yüksek belirlendiği, tarihi eser vasfının ve tarihi eseri bu güne kadar koruyan kendisinin bu meşakkatli davranışının değerlendirmeye alınmadığı, ön şart yokluğuna bağlı olarak davanın reddedilmesi gerektiği halde kabul edildiği iddialarında bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bahsedilen kurallar uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. 2942 sayılı Kanun'un 10. ve 11. maddeleri uyarınca tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları halinde dava tarihine göre taşınmazın adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde bedeli mahkemece tespit edilmesi gerekmektedir. Başvuruya konu davada Mahkeme, 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu taşınmaza ilişkin tapu kayıtlarını, kroki bilgilerini, imar durumunu ve emsal satış bedellerini gösterir belgeleri temin etmiş, yerinde keşif yapmış, bilirkişi raporuyla bedel tespiti yaptırmış, başvurucunun itirazları doğrultusunda ek bilirkişi incelemesi yaptırarak ve tarihi eser vasfını da dikkate alarak taşınmazın değerini tespit ettirmiş, başvurucunun itirazlarını sunmasına yargılamanın her aşamasında imkân tanımış ve bunları değerlendirmiş usulüne uygun olarak yargılamayı tamamlamıştır. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi ise, yaptığı temyiz incelemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti konusunda bir isabetsizlik olmadığına karar vermiştir. Başvuru konusu olayda kamulaştırma bedelinin tespiti, bu tespitte kullanılan yöntem, emsallerin seçimi ve değerlendirilmesi, taşınmazın tarihi eser niteliğinin, yıpranma paylarının değerine etkisinin belirlenmesi ile davanın açılmasında ön şart yokluğunun değerlendirilmesi kanunun öngördüğü usuller çerçevesinde hâkimin takdir yetkisi içindedir. Derece mahkemelerinin kamulaştırma bedelinin tespiti davasında verdikleri kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun kamulaştırma bedelinin tespiti davasıyla ilgili olarak iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Başvurucu, maliki olduğu taşınmazın kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödendiğini ve bu nedenle taşınmazın gerçek değerini alamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa'nın 46. maddesinde yer alan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranıyla hesaplanacak faizin kendisine ödenmesini talep etmiştir. Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir: "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir. İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır." Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." Somut başvuruda başvurucu, kamulaştırmanın kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı yönünde bir şikâyette bulunmamaktadır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucunun taşınmazının 5366 sayılı Kanun ve ilgili BKK kapsamında restore edilecek tarihi yapılardan olması nedeniyle kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2492 sayılı Kanun'a uygun olarak sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve kanuna uygun olarak yapıldığı anlaşıldığından başvurucunun faiz ödenmemesine yönelik şikâyetleri Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir. Anayasa'nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin "kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir. Uzun süren kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli, dava sonunda faiz işletilmeden taşınmazı kamulaştırılan bireylere ödenerek bireylerin almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına neden olunmaktadır. Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir. Bu çerçevede AİHM, Türkiye'de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi nedeniyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır {Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 57-60). Başvurucu dava tarihine göre belirlenen bedele faiz ödenmemesi nedeniyle alması gereken bedelin değerinde azalma olduğundan şikâyet etmekte ve geç ödenen kamulaştırma bedeline Anayasa'nın 46. maddesinde yer alan kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizin (gecikme faizinin) uygulanması gerektiğini iddia etmektedir. Anayasa'nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay'ın istikrar kazanan içtihatlarına göre de, Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Bkz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır. Başvuru konusu davada Mahkeme tarafından belirlenen kamulaştırma bedeli Mahkeme kararıyla başvurucu adına banka hesaplarına kararı müteakip peşin olarak yatırılmıştır. Bu durumda başvurucunun kamulaştırma bedeline devletin alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanması talebinin Anayasa'nın 46. maddesi kapsamında yasal dayanağı bulunmamaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz., Yetiş ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 44). Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için mahkemece dava tarihine göre tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemenin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca, bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekmektedir. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri birlikte okunduğunda mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin ölçülü olması gerektiği açıktır. Bu çerçevede kamulaştırma bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine aykırılık oluşturacaktır. Bununla birlikte yargılama sürecinde enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinde meydana gelebilen ve makul görülebilecek değer aşınmaları başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediğinden kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki dengeyi bozduğu ve ölçülülük ilkesini ihlal ettiği söylenemez. Nitekim AİHM, kamulaştırma bedelinin değerinde enflasyon nedeniyle meydana gelen ve kamulaştırma bedeliyle kıyaslandığında önemli yekûn tutmayan farkları, kamu yararı ile ilgilinin haklarının korunması arasındaki adil dengenin korunması bağlamında hesaplama yönteminden kaynaklanabilecek bir hata payı olarak yorumlamakta ve mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmemektedir. Başvuru konusu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası, 10/6/2010 tarihinde açılmış, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli 28/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmesiyle başvurucuya ödenmiştir. Bu durumda dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvurucuya bir yıl 18 gün sonra ödemiştir. Merkez Bankası verilerine göre davanın açıldığı Haziran 2010 ile kararın verilerek bedelin ödendiği Haziran 2011 tarihleri arasında enflasyonda meydana gelen artış % 6,24 olup, bu değer kaybının başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük getirmediği açıktır. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edilmediği açık olduğundan, başvurunun bu bölümünün diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle; başvurunun; makul süre şikâyeti yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması”, adil yargılanma hakkına yönelik diğer şikâyetler yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", mülkiyet hakkına yönelik şikâyetler yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına, 26.06.2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.