img

 

img img
HAFTANIN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
2018/4001 E. 2018/9671 K.
K.Tarihi ​: 20.03.2018

Yargıtay 3. Ceza Dairesi
2018/3422 E. 2018/7596 K.
K.Tarihi: 25.04.2018

Danıştay 15. Dairesi
2017/634 E. 2017/2043 K.
K.Tarihi 22.02.2018

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası:​ 2015/19729
Karar Tarihi: 4.7.2018

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
2018/4001 E. 2018/9671 K.
K. Tarihi: 20.03.2018
Mahkeme: Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
Konu : Katılma Alacağı

Özet: İlgili kooperatiflere yazı yazılarak eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 2002’den tapuda ferdileşme işleminin yapıldığı tarihe kadar olan süre içerisinde kooperatife ödeme yapılıp yapılmadığına dair araştırma yapılmaksızın kooperatiflere davalının üyelik tarihleri esas alınarak taşınmazların kişisel malı olduğunun kabulü hatalıdır.

Karar: Davacı vekili, evlilik birliği içinde davalı adına edinilen 4 adet taşınmaz ve iki adet araç bulunduğunu izah ederek bu malvarlığının değerinin bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini ve yarı bedellerinin faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiş harca esas değer 15.000.00 TL olarak bildirilmiştir. Mahkeme tarafından verilen süre içinde sundukları 03.03.2011 tarihli dilekçe ile 54 parsel sayılı taşınmaz yönünden davalının 01.01.2002 tarihinden sonra elde ettiği kira gelirinin, diğer 3 adet taşınmaz ve kamyonetin edinilmiş mal olarak kabulü ile fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 15.000.00 TL'nin tahsili olarak talep açıklanmıştır. 28.01.2011 tarihli harcını yatırmak suretiyle sundukları dilekçede bilirkişi raporu doğrultusunda taşınmazların keşif tarihi itibariyle belirlenen toplam değerinin yarısı olan 118.52,73 TL olarak talep miktarını arttırmıştır.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile dava konusu 54 parsel, 9 parsel, 72 parsel sayılı taşınmazların ve 1996 model kamyonetin 01.01.2002 tarihinde başlayan edinilmiş mallara katılma rejiminde davalının malvarlığına kişisel malı olarak girdiği; çalışmayan, herhangi bir geliri ve kazancı bulunmayan davacı kadının bu malların edinilmesine herhangi bir katkısının ispatlanamadığı, bu konuda Mahkemede tam bir vicdani kanı oluştuğundan katkı alacağı isteğinin reddine, dava konusu 10 parsel sayılı taşınmazın tamamının 24.04.2006 tarihinde edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde davalı adına tescil edildiği, taşınmaz değerinin 57.902.15 TL olarak hesaplandığını, tespit edilen değerin 1/2'si oranında 28.951,07 TL üzerinden davacının artık değere katılma alacağının karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Davacı vekilinin dava konusu 9 parsel ve 72 parsele kayıtlı taşınmazlara yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler incelendiğinde bu iki taşınmazın kooperatif yoluyla edinildiği, 9 parsele kayıtlı taşınmaz için davalının Yapı Kooperatifine 1993’de başvurduğu ve kooperatif yönetim kurulunun kararı ile ortaklığa kabul edildiği, ferdileşmenin ise 2005’de yapıldığı 72 parsel sayılı taşınmazın ise Yapı Kooparetifindeki üçüncü şahsa ait hissenin davalı ve iki erkek kardeşi tarafından 2000’de devralındığı ve taşınmazın 1/3 hissesinin davalı adına ferdileşme işleminin 2003’de yapıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, bu taşınmazların davalının kişisel malı olduğunun kabulü ile davacının katılma alacağı talebinin reddine karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya elverişli değildir. İlgili kooperatiflere yazı yazılarak eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 2002’den tapuda ferdileşme işleminin yapıldığı tarihe kadar olan süre içerisinde kooperatife ödeme yapılıp yapılmadığına dair araştırma yapılmaksızın kooperatiflere davalının üyelik tarihleri esas alınarak taşınmazların kişisel malı olduğunun kabulü hatalıdır.

Tasfiyeye konu taşınmazın kooperatif üyeliği yoluyla edinilmesi halinde, kooperatife yapılan ödemelerden ve bu ödemelerin isabet ettiği dönemlerden hareketle, mal rejiminin tasfiyesi ile eşlerin alacak miktarları belirlenir. Mahkemece adı geçen kooparetiflere yazı yazılarak koopeartife yapılan ödemelerin tespit edilmeye çalışılması, bu hususta evrak sunmaları için taraflara süre ve imkan verilmesi, koopeatiflere eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli olduğu dönemde yapılan ödemelerin varlığı tespit edilirse kanuni düzenlemelere ve Dairenin yerleşmiş ilke ve esaslarına uygun şekilde davacının katılma alacağının hesap edilmesi gerekmektedir.

Mahkemece eksik araştırma ve incelemeyle bu taşınmazlar yönünden davacının katılma alacağı talebin reddi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedeni yapılmıştır.

Temyiz olunan kararın davacı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine 20.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 3. Ceza Dairesi
2018/3422 E. 2018/7596 K
K. Tarihi: 25.04.2018
Mahkeme: Ağır Ceza Mahkemesi
Konu: Kasten Yaralama

Özet: Sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz üzerine merci tarafından 5271 sayılı Kanunun 231/5-14. fıkralarındaki koşullar kapsamında denetlenerek, somut olayda hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı, ceza miktarı, daha önceden kasıtlı bir suçtan mahkumiyet, zararın giderilip giderilmediği, suçun inkılap yasasında belirtilen suçlardan bulunup bulunmadığı ve denetim süresinin doğru tayin edilip edilmediği gibi hususlara ilişkin hukuka aykırılıklar nedeniyle denetim yapılabilmesinin, açıklanması geri bırakılan hükmün içeriğine ilişkin olan hukuka aykırılıkların denetlenememesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7 numaralı protokol'ün 2. maddesinde “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlığı altında düzenlenen “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.” şeklindeki düzenlemeye aykırı olacağı değerlendirilmiştir.

Karar: Kasten yaralama suçundan sanık ...'ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 86/1, 87/3 ve 62. maddesi gereğince 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair İstanbul Anadolu 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 07/12/2037 tarihli ve 2016/685 Esas, 2017/641 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 03/01/2017 tarihli ve 2017/1612 değişik iş sayılı kararına karşı Adalet Bakanlığının 13.03.2018 tarih ve 2018/2749 sayılı yazısıyla kanun yararına bozma isteminde bulunulduğundan bu işe ait dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.03.2018 tarih ve 2018/22792 sayılı tebliğnamesi ile Dairemize gönderilmekle incelendi.

Mercii İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesince, karar tarihi olarak 03/01/2018 olarak yazılması gerektiği halde, 03/01/2017 olarak yazıldığı anlaşılmış ise de; bu hususun yazım hatasından kaynaklandığı ve mahallinde mahkemesince düzeltilebileceği kabul edilerek yapılan incelemede;

Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş bulunulması karşısında, kurulan hükmün henüz hukuki bir sonuç doğurmadığı, sanık tarafından denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi halinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231/11. maddesi uyarınca mahkemece geri bırakılan hükmün açıklanmasına karar verileceği ve söz konusu hükmün açıklanmasından sonra kanun yollarına tabi olduğu kabul edilmekte ise de, Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilerek 5 yıl boyunca denetim süresine tabi tutularak özgürlüğünün kısıtlanması, yaptırımlara tabi tutulması İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı başlığında düzenlenen, “1. Her şahıs gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar gerek cezai sahada kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan, kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir.

Hüküm aleni olarak verilir, şu kadar ki demokratik bir toplulukta amme intizamının veya milli güvenliğin veya ahlakın yararına veya küçüğün menfaati veya davaya taraf olanların korunması veya adaletin selametine zarar verebileceği bazı hususi hallerde, mahkemece zaruri görülecek ölçüde, aleniyet davanın devamınca tamamen veya kısmen Basın mensupları ve halk hakkında tahdit edilebilir.

2. Bir suç ile itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar masum sayılır.

3. Her sanık ezcümle:

a) Şahsına tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı bir dille ve etraflı surette haberdar edilmek,

b) Müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak,

c) Kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii veya eğer bir müdafi tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek,

d) İddia şahitlerini sorguya çekmek, veya çektirmek, müdafaa şahitlerinin de iddia şahitleriyle aynı şartlar altında davet edilmesini ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek,

e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak,” şeklindeki düzenlemeye aykırı olduğu,

Anayasamızın 90. maddesi uyarınca “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” düzenlemesi birlikte değerlendirildiğinde AİHS iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası olduğu ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kanun yararına bozma konusu olacağı anlaşılmakla;

Dosya kapsamına göre, müşteki ... 'un yargılama aşamasında, 24/01/2017 tarihli oturumda alınan ifadesinde, “...her ne kadar ... bana vurmuş demişsem de daha sonra başka bir şahsın vurduğunu teşhis ettim. ... hakkında herhangi bir şikayetim yoktur...” şeklinde beyanının bulunması karşısında, sanığın müştekiyi yaralamadığı ve üzerine atılı suçu işlemediği anlaşılmakla, sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK'nin 309. maddesi gereğince anılan kararın bozulması lüzumunun ihbar olunduğu anlaşıldı.

Sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz üzerine merci tarafından 5271 sayılı Kanunun 231/5-14. fıkralarındaki koşullar kapsamında denetlenerek, somut olayda hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı, ceza miktarı, daha önceden kasıtlı bir suçtan mahkumiyet, zararın giderilip giderilmediği, suçun inkılap yasasında belirtilen suçlardan bulunup bulunmadığı ve denetim süresinin doğru tayin edilip edilmediği gibi hususlara ilişkin hukuka aykırılıklar nedeniyle denetim yapılabilmesinin, açıklanması geri bırakılan hükmün içeriğine ilişkin olan hukuka aykırılıkların denetlenememesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7 numaralı protokol'ün 2. maddesinde “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlığı altında düzenlenen “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.” şeklindeki düzenlemeye aykırı olacağı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesi uyarınca “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” düzenlemesi birlikte değerlendirildiğinde AİHS iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası olduğu ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının esas bakımından incelenmesi gerekeceği, aynı zamanda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Ceza Genel Kurulunun 22/01/2013 tarih ve 2013/15 sayılı kararının da itiraz merciinin hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yapabileceğini değinmesi karşısında; merciince esastan inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerektiği halde, “itiraz merciinin inceleme yetkisinin sadece hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarının mevcut olup olmadığı ile sınırlı olduğundan bahisle, itiraz konusu mahkeme kararında CMK'nin 231/5. maddesine aykırılık görülmediğinden, itirazın reddine karar verilmesi” gerekçesiyle; Adalet Bakanlığı'nın kanun yararına bozma isteyen yazısına dayanan tebliğnamede ileri sürülen düşünce yerinde görüldüğünden; İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 03/01/2017 tarihli ve 2017/1612 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK'nin 309/4. maddesi gereğince kanun yararına BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yerine getirilmesine, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.04.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Danıştay 15. Daire
2017/634 E. 2017/2043 K.
K. Tarihi: 22.02.2018
Mahkeme: İdare Mahkemesi
KONU: Temyize istemine konu mahkeme kararının, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı bakımından ayrı ayrı ve maktu vekalet ücreti hükmedilmesine ilişkin kısmının bozulması, kararın diğer kısımlarının ise onanmasıdır.

Özet: Mevzuat hükümlerinden; manevi tazminat davasının maddi tazminat veya para ile değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması ve davanın kısmen reddine karar verilmesi durumunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat açısından ayrı ayrı ve tarifenin 3.kısmına göre (reddedilen manevi tazminat miktarına ilişkin vekalet ücreti bakımından 10.maddenin 2.fıkrasına) nispi avukatlık ücreti ücretine hükmedilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

Karar: Dava; davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle uğranıldığı öne sürülen maddi zararlar karşılığında toplam 70.000-TL destekten yoksun kalma tazminatı ile toplam 120.000-TL manevi tazminatın ölüm tarihi olan 24.03.2009 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizleriyle birlikte tazminen ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; dava konusu olay hakkında yürütülen ceza kovuşturması kapsamında alınan Adli Tıp Kurumu Adli Tıp 1.İhtisas Kurulu'nun 28.11.2012 tarihli raporunda yer verilen "hastada zor ventülasyon zor entübasyon gelişince başarısız entübasyon girişimleri sonrası kombi tüp denendiği, başarısız olunca flexibl, laryngoskop denenmemesi hava yolu açıklığının sağlanması için krikotirotomi yapılmamasının eksiklik olduğu, acil kulak burun boğaz uzmanının çağırıldığı, dosya bilgilerinden acil durumlarda da kulak burun boğaz uzmanının ... Eğitim ve Araştırma Hastanesine çağırıldığı, bunun rutin bir uygulama olup hastanede çağırılan uzman doktorun yaklaşık 10 dakika içerisinde hastaneye ulaşabildiği dikkate alındığında zor entübasyon riski bulunan hastada Doktor ...l tarafından anestezi uygulaması sırasında zor hava yolu algoritmi uygulamasında eksiklikler olduğu, ancak zor entübasyon ve ventülasyonun birlikte olması hasta mortabilitesini arttıran risklerden olup alınan tüm önlemlerin alınması durumunda da kurtulmasının kesin olmadığı" tespitlere istinaden dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu kanaatine varılmış ve davanın kısmen kabulü ile toplam 17.192,19-TL maddi ve 70.000-TL manevi tazminatın davacılara ödenmesine, davacılardan tarafından feragat edilen 58.413,35-TL maddi tazminat talebi bakımından karar verilmesine yer olmadığına, fazlaya ilişkin tazminat istemlerinin reddine, reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri bakımından ise ayrı ayrı ve maktu 1.375-TL olmak üzere toplam 2.750-TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar verilmiştir.

Davalı idare tarafından mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.

Temyiz istemine konu mahkeme kararının, reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri bakımından davalı idare lehine ayrı ayrı ve maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısımları dışındaki bölümlerinde, 2577 sayılı yasanın 49.maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, tarafların bu kısımlara yönelik temyiz istemleri yerinde görülmemiştir.

İdare Mahkemesi kararının, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı bakımından davalı idare lehine ayrı ayrı ve maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmı bakımından;

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 'Yargılama Giderleri' başlıklı 323. maddesinde; vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti yargılama giderleri arasında sayılmış, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 'Avukatlık Ücreti' başlıklı 164. maddesinde de, avukatlık ücretinin, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade ettiği, 168. maddesinin son fıkrasında ise, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı kurala bağlanmış, 02.11.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 14/1. maddesinde ise; tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edileceği düzenlenmiştir.

21.12.2015 tarih ve 29569 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin; "Manevi tazminat davalarında ücret" başlıklı 10'ncu maddesinde;

"Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.

Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.

Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir."

"Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret" başlıklı 13'ncü maddesinde;

" Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7 nci maddenin ikinci fıkrası, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile 10uncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Ancak, hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez." kuralına yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinden; manevi tazminat davasının maddi tazminat veya para ile değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması ve davanın kısmen reddine karar verilmesi durumunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat açısından ayrı ayrı ve tarifenin 3.kısmına göre (reddedilen manevi tazminat miktarına ilişkin vekalet ücreti bakımından 10.maddenin 2.fıkrasına) nispi avukatlık ücreti ücretine hükmedilmesi gerektiği açıkça anlaşılmaktadır.

Öte yandan, kısmen ret ile sonuçlanan bu davalarda, reddedilen maddi tazminat bakımından davalı idare lehine tarifenin 3.kısmına göre hükmedilecek vekalet ücretinin fazlalığı konusunun, hak arama özgürlüğü ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında irdelenmesi gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, 01.11.2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 90. maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine Anayasa'nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ” hükmü yer almıştır.

Bir tam yargı davası sonucunda , davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 7.11.2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.

Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı...” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.

Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.

Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.

Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendini özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.

Açılan bir tam yargı davasında istenilen tazminatın miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre mahkemece takdir edildiği bilinmektedir. Tazminat davasının bu özelliği gereği, gerçekte hak edilen tazminat miktarının dava açılmadan önce davacılar tarafından tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, davacıları yüksek miktarlı istemlerde bulunmaya yönlendirebileceği açıktır.

Talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah), tazminat davasının başındaki belirsizlik karşısında bir güvence oluşturabilecekse de, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda böyle bir kuruma yer verilmemiştir. Dolayısıyla, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır. Nitekim, davacılar bu hukuki ve fiili şartlar altında açtıkları davalarında, toplam 190.000-TL zararın tazminini istemişlerdir.

Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

Sonuç olarak, yukarıda açıklanan şekilde davacıların, kullandıkları Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olmaları, bu durumun hak arama özgürlüğü ve mahkeme erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten kaçınmaları gereğini vurgulaması bir arada değerlendirildiğinde, talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden makul bir vekalet ücretinin belirlenmesi hakkaniyet gereğidir.

Bu durumda maddi ve manevi tazminat istemli olarak açılan ve davanın kısmen kabulü ve kısmen reddine karar verilen uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesince reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri bakımından davalı idare lehine ayrı ayrı ve nispi vekalet ücretine hükmedilmesi, bununla birlikte reddedilen manevi tazminat bakımından hükmedilecek vekalet ücretinin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10.maddesinin 2.fıkrası gereği davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçmeyecek biçimde belirlenmesi, reddedilen maddi tazminat bakımından hükmedilecek vekalet ücretinin ise hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkının orantısız biçimde sınırlandırılmaması amacıyla davacı vekili lehine belirlenen vekalet ücreti kadar makul bir miktarda belirlenmesi gerekirken, aksi yönde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuken isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, İzmir 3. İdare Mahkemesi'nin 02/12/2016 tarih ve E:2016/180; K:2016/1583 sayılı kararının reddedilen maddi ve manevi tazminat bakımından davalı lehine hükmedilen vekalet ücretine ilişkin kısmının BOZULMASINA, sair temyiz istemlerinin reddi ile kararın diğer kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22/02/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.


Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi 1. Bölüm
Başvuru No:​2015/19729
Karar Tarihi: 4.7.2018
Mahkeme: Tüketici Mahkemesi
Konu: Aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali.

Özet: İşçi olduğunu beyan eden ancak geliri ve ekonomik durumu hakkında herhangi bir açıklamada bulunmayan başvurucunun aleyhine hükmedilen 750 TL vekâlet ücretinin kendisine ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda herhangi bir açıklamasının da olmadığı gözetildiğinde önemli bir zararı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

Karar:

1- Başvurucu 29/3/2013 tarihinde bir banka ile ihtiyaç kredisi sözleşmesi yapmıştır. Banka yapılan sözleşmeye dayalı olarak başvurucudan tahsis ücreti adı altında 152,25 TL tahsil etmiştir.

7. Başvurucu, tahsis ücreti adı altında tahsil edilen miktarın haksız olduğu iddiasıyla alınan ücretin iadesi için banka aleyhine İstanbul Anadolu 4. İcra Müdürlüğünde 7/1/2015 tarihinde ilamsız icra takibi takibi başlatmıştır.

8. İcra takibi bankanın itirazı sonucunda durmuştur. Başvurucu 27/3/2015 tarihli dilekçeyle taraflar arasında yapılan sözleşmede tahsis ücreti adı altında bir bedelin tahsil edileceği hususunda bilgilendirilmediğini ve önceden hazırlanmış matbu sözleşmede yer alan bu düzenlemenin hükümsüz olduğunu belirterek bankanın takibe yönelik itirazının iptaline karar verilmesini istemiştir.

9. İstanbul Anadolu 5. Tüketici Mahkemesi (Mahkeme) 20/10/2015 tarihli kararla 28/5/2014 tarihinde yürürlüğe giren 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca dava değeri itibarıyla Tüketici Sorunları Hakem Heyetine (Hakem) başvuru zorunluluğu bulunduğundan dava şartı nedeniyle davanın usulden reddine kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme aynı karar ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (Tarife) üzerinden hesaplanan 750 TL maktu vekâlet ücretinin başvurucudan tahsiliyle davalıya verilmesine karar vermiştir.

10. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 18/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

11. Mahkemenin 4/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

12. Başvurucu; haksız olarak tahsil edilen 152,25 TL tahsis ücretinin iadesi amacıyla başlattığı takibin bankanın itirazı sonucunda durduğunu, itirazın iptali talebiyle açmış olduğu davanın ise usulden reddedildiğini belirterek davalı banka lehine Tarife'ye aykırı ve asıl alacak miktarını aşacak şekilde vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

13. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun aleyhine asıl alacağı aşacak şekilde vekâlet ücretine hükmedildiği şeklindeki şikâyetlerinin özü, aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

14. Başvurucunun başlatmış olduğu 152,25 TL'ye ilişkin takibin itiraz sonucu durmasından sonra itirazın iptali istemiyle açmış olduğu dava usulden reddedilip başvurucu aleyhine karar tarihinde yürürlükte bulunan Tarife uyarınca lehine 750 TL vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği ileri sürülen başvurunun, kabul edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.

15. Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterine ilişkin genel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu konuda karar verilmiştir (K.V. [GK], B. No: 2014/2293, 1/12/2016, §§ 47-68).

16. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen iddialara ilişkin birçok başvuruda mahkemeye erişim hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiştir (Mürsel Malkoç [GK], B. No: 2013/9466, 27/10/2015, § 27; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-39). Anayasa Mahkemesi, anılan kararlarında mahkemeye erişim hakkını bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilme ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilme şeklinde tanımlamış, vekâlet ücretini de bu hak kapsamında değerlendirmiş ve mahkemeye erişim hakkının mutlak olmayıp meşru bir amaca yönelik olarak özünü zedelemeyecek ve başvurucular üzerinde ağır bir yük oluşturmayacak şekilde kısıtlanabileceğini öngörmüştür.

17. Buna göre Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğu mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

18. Somut olayda başvurucunun haksız tahsil edilen paranın iadesi amacıyla başlattığı icra takibi itiraz üzerine durmuştur. Başvurucu itirazın iptali davası açmış ne var ki dava konusu miktar itibarıyla dava tarihinden önce yürürlüğe giren 6502 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Hakeme başvurmak gerektiğinden dava usulden reddedilmiştir. İşçi olduğunu beyan eden ancak geliri ve ekonomik durumu hakkında herhangi bir açıklamada bulunmayan başvurucunun aleyhine hükmedilen 750 TL vekâlet ücretinin kendisine ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda herhangi bir açıklamasının da olmadığı gözetildiğinde önemli bir zararı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

19. Açıklanan gerekçelerle başvurunun Anayasa'nın yorumlanması ve uygulanması açısından önem taşımadığı gibi başvurucunun da önemli bir zarara uğramadığı sonucuna varıldığından, anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu anlaşılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Açıklanan gerekçelerle;Başvurunun, anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 4/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.

Nasıl TL Yüklenir?

BaroKart'ınıza TL Yükle sayfasından yükleme yapabilirsiniz.
TL yüklemek için tıklayınız.