Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2015/44230
E. ,
2016/8953 K. , 21.04.2016 T.
Mahkemesi: İş Mahkemesi
Talep: İşe İade
Karar: Kabul
ÖZET:Davacı vekili, iş akdine geçerli bir neden bulunmaksızın son verildiğini, davacıya
baskı ve tehdit altında imzalatılan evrakların dikkate alınamayacağını öne sürerek
feshin geçersizliğinin tespiti ile davacının işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davacının bizzat kendisinin iş aktinin sonlandırılmasını talep ettiğini, bu talebin
şirket tarafından kabulü ile iş aktinin feshedildiğini davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının müdürü tarafından müşteriler önünde azarlandığı, hedefler
konusunda davacıya baskı yapıldığı, davacının raporlu olduğu dönemde özgür iradesi
ile istifa dilekçesi yazmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davacıya mobing
uygulandığı, sözleşmenin ikale olarak kabulünün mümkün olmadığı gerekçesiyle
davanın kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki iş ilişkisinin bozma sözleşmesi yoluyla sona erip ermediği hususu
temel uyuşmazlığı oluşturmaktadır.
Bozma sözleşmesi (ikale) yasalarımızda düzenlenmiş değildir. Yargıtay'ın bir kararında,
sözleşme özgürlüğünün bir sonucu olarak daha önce kabul edilen bir hukuki ilişkinin
sona erdirilmesinin de mümkün olduğu, sözleşmenin doğal yoldan sona ermesi
dışında tarafların akdi ilişkiyi sona erdirebilecekleri açıklanmış ve bu işlemin adı ikale
olarak belirtilmiştir.
Bozma sözleşmesinde icapta, iş ilişkisi karşı tarafın uygun irade beyanı ile anlaşmak
suretiyle sona erdirmeye yönelmiştir. Bu sebeple, ikale sözleşmesi akdetmeye yönelik
icap, fesih olarak değerlendirilip, feshe tahvil edilemez. Bozma sözleşmesinin Borçlar
Kanununun 23-31.(TBK'nun 30, 36, 37 ve 38.) maddeleri arasında düzenlenmiş olan
irade fesadı hallerinin bozma sözleşmeleri yönünden ele alınması gerekir.
Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun
kaldığı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar kıdem tazminatlarına da hak
kazanamayacaktır. Yine 4447 sayılı Yasa kapsamında işsizlik sigortasından da
yararlanmayacaktır. Bütün bu hususlar, İş Hukukunda hakim olan ibranamenin dar
yorumu ilkesi gibi, hatta daha da ötesinde, ikale sözleşmesinin geçerliliği noktasında
işçi lehine değerlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Somut olayda, davacının iş sözleşmesi, kıdem ve ihbar tazminatı ödenerek işten
ayrılma isteğine ilişkin istifa dilekçesine dayanılarak ihbar ve kıdem tazminatlarının
ödenmesi suretiyle davalı işveren tarafından sonlandırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı iş
sözleşmesinin sonlandırılmasına esas alınan istifa dilekçesinin baskı ile alındığından
dolayı iradenin sakatlandığını yeterli ve inandırıcı delillerle kanıtlayamamıştır. Öte
yandan davacının yaptığı iş, kıdem ve tecrübesi ile öğrenim durumu itibariyle
imzaladığı dilekçenin mahiyetini ve doğuracağı sonuçları takdir ve tayin edebilecek
durumdadır. Hal böyle olunca iş sözleşmesinin tarafların iradelerinin birleşmesi ile
oluşan anlaşma doğrultusunda feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davacının
iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçe ile
davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; Mahkemenin kararının bozularak ortadan
kaldırılmasına, davanın reddine 21.04.2016 gününde oybirliği ile kesin olarak karar
verildi.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi
2014/3188 E.
2016/6428K.
16.06.2016 T.
MAHKEMESİ : Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Rüşvet Verme
HÜKÜM: Mahkûmiyet
ÖZET : Sanığın Piyade Hudut Karakolu emrinde görevli Piyade Er ...'e, 20/05/2010
tarihi ile 04/07/2010 tarihleri arasında Suriye sınırından Türkiye'ye geçireceği kaçak
malların geçişine göz yumması karşılığında iki kez elden 150 TL ve 16/06/2010
tarihinde 270 TL, 23/06/2010 tarihinde 300 TL, 29/06/2010 tarihinde iki kez 500 TL
parayı askerlikten önce aynı iş yerinde çalışan bir kişiye yollaması şeklindeki eylemleri
nedeniyle sanık hakkında rüşvet verme suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Ancak;5237 sayılı TCK'nın 6352 sayılı Yasa değişikliği öncesinde rüşveti tanımlayan
252/3. maddesinde "Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak
bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar
sağlamasıdır" denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin
yapması gereken işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar
sağlamasının veya kişilerin bu şekildeki iş için kamu görevlisine çıkar temin
etmelerinin rüşvet tanımından çıkarıldığı, bu durumda diğer koşulların varlığı halinde
görevi kötüye kullanma suçunun oluşacağı anlaşılmakla,
Rüşvet suçuna konu paraların suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK'nın 252/3.
maddesi anlamında kamu görevlisi kişiye görevinin gereklerine aykırı olan bir işi
yapması için verilip verilmediği hususunun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek
şekilde belirlenmesi ve buna bağlı olarak suç niteliğinin tayini bakımından, sanık
hakkında UYAP'tan yapılan sorgulama sonucunda 5607 sayılı Kaçakçılık Kanununa
muhalefet suçuna ilişkin olarak Asliye Ceza Mahkemesine açılan ve 09/07/2011
tarihinde kesinleşen 2010/1765 Esas sayılı dava dosyasının onaylı örneğinin dosya
arasına alınması ile aynı olaya ilişkin farklı kararlar verilmesinin önüne geçmek,
uygulama birliğini sağlamak ve her iki davada adil sonuç çıkmasını temin etmek
için, rüşvet aldığı iddia olunan hakkında rüşvet alma suçundan dolayı Askeri Savcılık
tarafından açılan dava akıbetinin araştırılması ve hüküm verilmişse onaylı örneğinin bu
dosya içine alınmasından sonra, bütün deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle suç
vasfının tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ve yetersiz
gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması,
Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve E. 2014/140; K. 2015/85 sayılı kararının
24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş
olması nedeniyle TCK'nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılması
zorunlu hale gelmiştir.
SONUÇ: Hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321.
maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2016/8660
Karar Tarihi: 28.06.2016
I. BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru, dört aylık ve iki yaşında iki çocukla birlikte ceza infaz kurumunda sağlıklı
olmayan koşullarda tutulmanın işkence ve eziyet yasağına aykırı olduğu iddialarına
ilişkindir.Başvurucu, cezasının infazının ertelenmesi konusunda tedbir kararı
verilmesini talep etmektedir.
II.OLAYLAR
Başvurucu, 1988 doğumlu olup hâlen 2014 ve 2016 doğumlu iki çocuğuyla birlikte
Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak
bulunmaktadır.
Başvurucu hakkında çeşitli suçlardan kesinleşmiş on iki mahkûmiyet hükmü (23 Yıl 68
Ay 70 Gün hapis cezası) bulunmaktadır. Başvurucu, 15/4/2014 tarihinde hükümlü
olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan -gebe olması nedeniyle- cezasının infazına
ara verilerek tahliye edilmiş; ancak ara verme kararına uymayarak teslim olması
gereken 1/7/2014 tarihinde ceza infaz kurumuna geri dönmemiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığının 23/3/2016 tarihli ve 2016/7-1176 İlamat sayılı kararıyla
“hükümlünün resmi olarak evli olmadığı, çocuğun sözlü beyana göre kayıt edildiği,
hükümlünün gebeliği infazdan kaçmak için kullandığı, infaza ara verme kararına daha
önceden uymadığı, hakkında kesinleşmiş 21 Yıl 65 Ay 7 Gün hapis cezası bulunduğu,
eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlardan olduğu” gerekçesiyle infazın
ertelenmesi talebinin reddine karar verilmiştir.
Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Diyarbakır İnfaz Hâkimliğince
“infazın ötelenmesi mahiyetindeki kararların tamamen Cumhuriyet savcısının takdir
yetkisinde olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.
III. İLGİLİ HUKUK 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'un "Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi" kenar başlıklı 16.
maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay
geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından
başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.
(5) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Kapalı ceza infaz kurumuna girdikten sonra gebe
kalanlardan koşullu salıverilmesine altı yıldan fazla süre kalanlar ile eylem ve tutumları
nedeniyle tehlikeli sayılanlar hakkında dördüncü fıkra hükümleri uygulanmaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
A. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, çocuklarıyla birlikte sağlıklı olmayan bir ortamda tutulmasının kendisinden
ziyade çocuklarının cezalandırılması anlamına geldiğini, ulusal ve uluslararası
mevzuatta çocuğun yüksek menfaatlerini gözeten hükümler bulunmasına rağmen
infazın ertelenmesine karar verilmediğini belirterek Anayasa’nın 20. ve 41.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; cezasının
infazının ertelenmesi konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
Somut olayda başvurucu, dört aylık ve iki yaşında iki çocuğuyla birlikte ceza infaz
kurumunda sağlıklı olmayan koşullarda tutulduğunu, mevzuatta açık hüküm
bulunmasına rağmen cezasının infazına ara verilmediğini ileri sürmektedir. Nitekim
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan yazıda
da başvurucunun tutulduğu koşulların çocukların gelişimleri ve yaşamları için yeterli
olmadığı açıkça belirtilmiştir (bkz. § 19). Bununla birlikte başvurucunun infaza ara
verme kararına uygun hareket etmediği, eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli
sayılanlardan olduğu gerekçesiyle cezasının infazının ertelenmesi yönündeki talebinin
5275 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca reddedildiği
görülmektedir (bkz. § 12).
Ceza infaz kurumunun fiziki koşullarının çocukların gelişimi ve yaşamı için yeterli
olmadığı konusunda başvurucu ve kamu makamları arasında bir ihtilaf bulunmaması
nedeniyle (bkz. § 19) bu konuda ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek
duyulmamıştır. Başvurucunun iki yaşındaki çocuğu ve özellikle de dört aylık bebeğiyle
birlikte kapasitesinin üzerinde hükümlünün bulunduğu ve yeterli imkânları
bulunmayan bir ceza infaz kurumunda tutulmaya devam etmesi, gerek başvurucunun
gerekse çocuklarının “maddi ve manevi bütünlüğü” bakımından ciddi bir tehlike
oluşturmaktadır. Dolayısıyla kamu makamlarının başvurucunun kişisel durumuna da
dikkate alarak çocukların hak ve yüksek menfaatlerinin korunması konusunda uygun
tedbirleri alması gerekmektedir. Ancak alınacak bu tedbirlerin ne şekilde olması
gerektiğine ilişkin (tutma koşullarının iyileştirilmesi, infazın ertelenmesi ya da başkaca
alternatifler üretilmesi) takdir yetkisi kamu makamlarına aittir.
Bu nedenle, cezanın infazına ilişkin süreçte tutma koşullarının yeterli olmaması
nedeniyle başvurucunun ve çocuklarının “maddi ve manevi bütünlüğü” bakımından
oluşan tehlikenin ortadan kaldırılması konusunda derhâl gerekli tedbirlerin alınmasına
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle Tedbir talebinin kabulüne 28/6/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Danıştay
Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2016/1989 E.,
2016/4312 K.
ÖZET : İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 19/10/2015 günlü, E:2015/161; K:2015/1821
sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Dava; davacıya ait aracın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun Ek 2/3. maddesi
uyarınca geçici olarak trafikten men edilmesine ilişkin 17/01/2015 tarih ve 458127
sayılı işlem ile davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin aynı tarih ve 596454 sayılı
işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nce, davacının işlem tarihinde geçerli başka firma
personellerini taşımak üzere düzenlenmiş personel servis aracı güzergah kullanımı izin
belgesinin bulunduğu, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle iptallerine karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından anılan İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri
sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Davacılara ait aracın trafikten men edilmesine ilişkin 17.01.2015 tarih ve 458127 sayılı
işlemin iptaline ilişkin kısım incelendiğinde;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "kararın bozulması" başlıklı 49.
maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki
dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine
uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer
verilmiştir.
Araç sürücüsü idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptaline ilişkin kısım
incelendiğinde; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1.
fıkrasının (a) bendinde, "iptal davaları", idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu
ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İdarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli denetim araçlarından
olmakla birlikte, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari
işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz
etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli
ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunmasını öngören yasa koyucu, iptal davaları için
"menfaat ihlali"ni, sübjektif ehliyet koşulu olarak getirmiştir. Menfaat ihlali, hak ihlali
kavramından daha geniş kapsamlı olup; maddi veya manevi bir zararı bulunmasa dahi
ilgiliye dava açma hakkı vermektedir. Ancak her halde menfaat ilgisinin, meşru, kişisel
ve güncel olması gerekmektedir.
“Meşru menfaat” ilgisinden kasıt, kişi ile işlem arasında hukuken kabul edilebilir,
dinlenilebilir veya korunmaya değer bir ilginin varlığı iken; “kişisel menfaat” ilgisiyle,
işlemin, kişinin hukukunu etkilemesi, diğer bir anlatımla kişi bakımından hukuk
aleminde sonuç doğurması kastedilmektedir. “Güncel menfaat” ise, söz konusu
işlemin kişi üzerindeki hukuki etkisinin doğmak üzere olmasını veya halihazırda
devam etmesini, işlemin uygulanabilir niteliğini yitirmemesini ifade etmektedir.
Dolayısıyla geleceğe yönelik muhtemel menfaat ilgisi, kişilere iptal davası açma hakkı
vermemektedir.
İptal davalarındaki subjektif ehliyet koşulunun, hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi
bakımından idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini
engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir. Nitekim; çevre, tarihi ve
kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından
ilgilendiren konularda subjektif ehliyet koşulunun, bu durum dikkate alınarak
yorumlanması gerektiğine ilişkin Danıştay kararları yerleşik içtihat niteliği kazanmıştır.
Aynı şekilde, tesis edilen işlemin (genel, soyut, objektif kural koyan düzenleyici işlem
niteliğinde bulunmasa dahi) tüm ülke çapında etki doğurması, ülkenin genel siyasetini
veya vatandaşların genel ve ortak menfaatini ilgilendirmesi halinde, salt vatandaş
olma sıfatıyla iptal davası açılabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, dava konusu işlemlerden 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para
cezası araç sürücüsüne verilmiş olup para cezasının davacının; kişisel, güncel ve meşru
menfaatini ihlal etmediğinden araç sürücüsü hakkında verilen idari para cezasına
ilişkin kısmının ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekmekte olup, İdare
Mahkemesi kararının 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para cezasının iptaline
ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 19/10/2015 tarih ve
E:2015/161; K:2015/1821 sayılı kararının men işleminin iptaline ilişkin kısmının
ONANMASINA, araç sürücüsüne idari para cezası verilmesi işleminin iptaline ilişkin
kısmının ise BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen
mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca
bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme
yolu açık olmak üzere, 10/06/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
BaroKart Blog'da bulunan Yargıtay Kararları yargitay.gov.tr internet sitesinden alınmıştır.

|