Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
2017/7597 E., 2017/2397 K.T. 23.02.2017
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi
KONU: Nüfus (Yaş Düzeltilmesi İstemli)
ÖZET: Kovuşturma evresinde mağdur ya da sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespiti ile ilgili bir sorunla karşılaşılması durumunda Mahkemenin ilgili yasada belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü vermesi gerekir.
KARAR: Davacı ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Yerel Mahkeme tarafından verilen ve Yargıtay’ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu iddiasıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan kararın kanun yararına temyiz edilerek bozulması talep edilmiştir.Dava dilekçesinde, davacıların oğlu olan küçüğün doğum tarihinin düzeltilmesinin talep edildiği, Yerel Mahkemece davanın kabulü ile doğumu tarihinin düzeltilmesine karar verildiği vehükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen aynı küçükle ilgili açılan kamu davasında suça sürüklenen çocuk hakkında çocuğu beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak kişiyi öldürme ve bıçak veya diğer aletleri izinsiz olarak satma, sattın alma, taşıma veya bulundurma suçlarından yapılan yargılama sırasında çocuğun kemik yaşının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alındığı, Adli Tıp raporuna göre çocuğun suçun işlendiği tarih itibari ile 15 yaşını bitirdiği, 16 yaşın içerisinde olduğu bildirilmiştir. UYAP kayıtlarına göre ise dosyanın derdest yani kesinleşmemiş olduğu görülmüştür.5271 sayılı Kanun’un md. 218/2 hükmü uyarınca kovuşturma evresinde mağdur ya da sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespiti ile ilgili bir sorunla karşılaşılması durumunda mahkemenin ilgili yasada belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü vermesi gerekir. Buna göre, Asliye Hukuk Mahkemesi'nce doğum tarihinin düzeltilmesi ile ilgili davaya Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'nde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, Mahkemece, görev hususu göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 5271 sayılı Kanun md. 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına bozulmasına ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, 23.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi
2017/15492 E., 2017/7903 K.T. 21/03/2017
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ: Resmi Belgede Sahtecilik, Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan, Nitelikli Dolandırıcılık
ÖZET: Çalışan ya da işten ayrılan personelle ilgili bildirimlerin süresinde yapılmamasının idari para cezasını gerektirdiğine dair hükmü ile ödenmeyen sigorta primlerinin Kurum tarafından 6183 sayılı Kanun'a göre tahsilinin mümkün bulunması birlikte gözetildiğinde sanıkların üzerlerine atılı suçların yasal unsurları oluşmadığı açıktır.
KARAR: 5395 sayılı Kanun’un 3/a-2 maddesine göre, kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuklar için, sorgularının yapıldığı duruşmalarda “suça sürüklenen çocuk” ibaresi yerine, “sanık” ifadesinin kullanılmasının telafisi mümkün olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Sanığın diğer sanıklar ile suça sürüklenen çocukları gerçekte işyerinde çalışmamalarına rağmen sigortalı yapmak amacıyla gerçeğe aykırı işe giriş bildirgeleri düzenlediği, böylece tüm sanıkların ve suça sürüklenen çocukların Katılan’ı yalan beyanda bulunarak ve sahte belgeler ibraz etmek suretiyle dolandırdıklarının iddia edildiği olayda, söz konusu muhasebe bürosunun gerçekte var ve faaliyetine devam ediyor olması, işe giriş bildiriminde bulunulan sanıklar ile suça sürüklenen çocukların isim ve adres bilgilerinin Kuruma bildirilmiş olması, ilgili kurumun mevzuatı gereği söz konusu işyeri üzerinde denetim yetkisinin bulunması, ödenmeyen sigorta primlerinin kurum tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a göre sanıklardan alınmasının mümkün bulunması ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 102 ve ek 6. maddeleri hükümlerine göre, çalışan ve işten ayrılan personelle ilgili bildirimlerin süresinde yapılmamasının idari para cezasını gerektirdiğine dair hükmü de gözetildiğinde sanıkların ve suça sürüklenen çocukların üzerlerine atılı suçların yasal unsurları oluşmadığı gerekçesi ile kurulan beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin onanmasına, 21.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay 12. Daire
2016/8701 E., 2017/92 K.T. 01/02/2017
MAHKEME: İdare Mahkemesi
KONU: İdari İşlemin İptali
ÖZET: Davacının sahte diploma ile hile yapmak suretiyle iş başvurusunda bulunduğu, bu diploma ile yapılan atama işleminin davacı lehine kazanılmış hak doğurmayacağı ve idarece süre sınırlaması olmaksızın geri alınabileceği idare hukukunun temel prensiplerinden olduğundan; dava konusu işlemde hukuka aykırılık, bu işlemin iptali yolunda verilen İdare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
KARAR: Dava hastanede teknisyen olarak görev yapan davacının, diplomasının sahte olduğundan bahisle 657 sayılı Kanunu'nun 98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin idari işlemin ve bu işlemin dayanağı Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'nin işleminin iptali ile yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının 02.09.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının teknisyenlik kadrosuna atanmasına dayanak olan meslek lisesi diploması gerçek olmasa da, yaklaşık olarak sekiz yıldır sözleşmeli personel ve memur olarak görev yaptığı ve ortada Devlet memurluğuna atanma için gerekli nitelikleri yitirdiğine yönelik bir hususun söz konusu olmaması karşısında idari istikrar ve hakkaniyet ilkesi gereği haiz olduğu öğrenim durumuna göre başka bir memuriyete atanması gerekirken 657 sayılı Kanun'un 98/b maddesi uyarınca memuriyetine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline; Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'nin idari işleminin ise, bu işlemin davacı hakkında yapılan tahkikat sonucu tanzim olunan İnceleme Raporu'nun idareye tevdiinden ibaret olduğu, kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olmadığından, bu işlem yönünden davanın incelenmeksizin reddine; davacının işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların yasal faiziyle ödenmesine karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının 2006 - 2007 arası hastanede 4857 sayılı İş Kanunu'na tabi geçici işçi statüsünde sözleşmeli teknisyen olarak çalıştığı, 2007’de kadrosunun 4/B statüsüne alındığı, 04.06.2011 tarihli ve 27594 sayılı Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 632 sayılı KHK uyarınca memur kadrosuna atamasının yapıldığı, bu atamaya ilişkin intibak işlemleri yapılırken davacının özlük dosyasında bulunan meslek lisesi diplomasıyla ilgili tereddüt oluşması nedeniyle davacı hakkında soruşturma başlatıldığı, bu kapsamda İl Sağlık Müdürlüğü yazısıyla, davacının ve benzer durumda olan diğer personelin diplomalarının ilgili lisenin kayıtlarında yer alıp almadığının İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden sorulduğu, Meslek Lisesi'nden alınan diplomanın okul kayıtlarında olmadığının bildirilmesi üzerine, teknik hizmetler sınıfında tekniker olarak görev yapan davacının 657 sayılı Kanun’un 98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde, Devlet memurluğuna alınacaklarda aranan genel ve özel şartlar sayılmış olup, aynı maddenin (B) bendinin 1. fıkrasında hizmet göreceği sınıf için belirlenen eğitim ve öğretim kurumlarından diploma almış olmak özel şart olarak düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 36. maddesinde ise, Devlet memurlarının görev alacağı hizmet sınıfları belirlenmiş, bu sınıflardan teknik hizmetler sınıfı içerisinde yer alan unvanlardaki memurlar için en az orta derecede mesleki tahsil görmüş olma şartı yer almaktadır.
İdare Mahkemesi’nin ara kararı üzerine gönderilen, davacının mezun olduğu belirtilen Meslek Lisesi'nin yazısında, davacıya ait olduğu belirtilen diplomanın kurumlarınca düzenlenmediğinin belirtildiği, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nce yapılan araştırmada da davacının anılan okulda herhangi bir kaydının olmadığı, dolayısıyla davacının söz konusu meslek lisesi diplomasına sahip olmadığı görülmüştür.
Bakılan uyuşmazlıkta; davacının elektrik bölümü mezunu olduğunu gösteren 1996 tarihli diplomasını aldığı, diplomayı notere onaylatarak Hastaneye ibraz ettiği, müteakiben 2006’da adı geçen hastanede geçici işçi statüsünde teknisyen olarak çalışmaya başladığı, daha sonra memur kadrosuna atandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; davacının sahte diploma ile hile yapmak suretiyle iş başvurusunda bulunduğu, bu diploma ile yapılan atama işleminin davacı lehine kazanılmış hak doğurmayacağı ve idarece süre sınırlaması olmaksızın geri alınabileceği idare hukukunun temel prensiplerinden olduğundan; dava konusu işlemde hukuka aykırılık, bu işlemin iptali yolunda verilen İdare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 01/02/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm
Başvuru Numarası: 2014/13500
Karar Tarihi: 11.05.2017
MAHKEMESİ: Kadastro Mahkemesi
KONU: Kadastro Tespitine İtiraz-Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali
ÖZET:Başvuruya konu dava, başvurucuların murislerinden intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçının yargılamaya katıldığı an değil somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır.
KARAR:Somut olayda başvuruculardan bir kısmı bireysel başvuru formlarında şikâyet konusu davaya mirasçı sıfatıyla devam ettiklerini ileri sürmüşler fakat murislerinin kim olduğuna dair herhangi bir bilgiye yer vermemişlerdir. Başvuruya dayanak olarak sunulan belgelerden de söz konusu başvurucuların murisinin kim olduğu bilgisine ulaşılamadığı ayrıca anılan başvurucuların şikâyet konusu davaya herhangi bir şekilde taraf olup olmadıklarının teyit edilemediği görülmüştür. Dolayısıyla ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma, temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle başvurunun, bu başvurucular yönünden diğer kabul edilebilirlik koşulları bakımından incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Diğer başvurucular yönünden açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır.
Başvuruya konu dava, başvurucuların murislerinden intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçının yargılamaya katıldığı an değil somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır.
Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 50 yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazlarını kullanamadıklarını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının da ihlal edildiğini iddia etmişlerse de başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönünde yukarıda yer verilen tespitler ışığında, mülkiyet haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
Başvurucular, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara, başvurucuların murislerinin mirasçı sayısı ile söz konusu davaya taraf olan murisin doğrudan mirasçısı ya da mirasçısının mirasçısı olma durumları da dikkate alındığında karara ekli tabloda gösterilen miktarlarda manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen harç ve vekâlet ücretinden yargılama giderinin lehine manevi tazminata hükmedilen başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.
|