Yargıtay 3. Hukuk Dairesi
2017/16997 E. 2017/18176 K.
K. Tarihi: 25.12.2017
Mahkeme : Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
Konu : İştirak nafakası davasının reddi.
ÖZET: Dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş ise de davacı her zaman müşterek çocuk için iştirak nafakası talebinde bulunabileceğinden, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, müşterek çocuğun yaşı, ihtiyaçları ve TMK’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilmek suretiyle müşterek çocuk için uygun bir miktarda iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi
KARAR: Taraflar arasındaki iştirak nafakası davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Davacı, davalı ile 2015 yılında boşandıklarını, müşterek çocukları 2013 doğumlu ....'nın velayetinin kendisine verildiğini, boşanma neticesinde müşterek çocuk için nafakaya hükmedilmediğini, ancak küçüğün barınma,beslenme gibi ihtiyaçlarının olduğunu ileri sürerek, küçük ....için aylık 300,00 TL nafakaya hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, davacı ile anlaşmalı olarak boşandıklarını, anlaşmaları üzerine müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verildiğini, birbirlerinden nafaka, maddi manevi tazminat ve mehir istemeyeceklerine dair beyanda bulunduklarını, ekonomik durumunun nafaka ödemeye yeterli olmadığını, asgari ücret ile çalıştığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, boşanma kararının 11.01.2016 da kesinleştiği, kararın kesinleşmesini müteakip 4721 sayılı TMK’nun 2. maddesine aykırı olarak henüz 1 ay yeni dolmuşken eldeki davanın 22.02.2016 tarihinde açıldığı,bu şekli ile bu davanın 4721 sayılı TMK’nun 166/3 ve 2. maddelerine,yani dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava; anlaşmalı boşanma sonrasında açılan iştirak nafakası istemine ilişkindir. TMK'nın 182/2 maddesinde; velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorunda olduğu hükme bağlanmıştır. Velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf, ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğun giderlerine katılmakla yükümlüdür. Diğer taraftan, iştirak nafakası belirlenirken ana ve babanın ekonomik durumları gözönünde tutulmakla birlikte velayet hakkı kendisine tevdi olunmuş tarafın bu görev nedeniyle emeğinin ve yüklendiği sorumlulukların karşılığı olan harcamaların da dikkate alınması zorunludur. Tarafların nafakaya ilişkin yaptıkları anlaşma hukuki niteliği itibariyle MK. hükümlerinden kaynaklanmakta ise de; genel sözleşme hükümlerine tabiidir. Böylece, kanunun emredici nitelikte kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı saymadığı hususlarda taraflar serbest iradeleri ile sözleşme yapabileceklerdir. (BK.19 md.) (TBK.26 md.)
Ancak, TMK. 330/1.md. göre; nafaka miktarı çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de gözönünde bulundurulur. Yine, aynı kanunun 331. md. göre; durumun değişmesi halinde, hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler ve nafakayı kaldırır. Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemelere göre; nafakanın kaldırılması veya yeniden belirlenmesi için tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi gerekir. Bu nedenle; nafaka, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile artırılabilir veya indirilebilir. Ayrıca, BK.19 (TBK 26) ve 20. (TBK 27.) maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge umulmadık gelişmeler yüzünden bozulacak olursa, güven sorumluluğu ve ivazsız iktisabın korunmazlığı ilkesi (TMK 2) gereğince sözleşme koşulları değişen maddi koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırmış koşullarla bağlı kalmaları beklenmiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gündeme gelir. O nedenle, işlem temelinin çökmesi veya tarafların mali durumlarının değişmesi irat şeklinde ödenmesine karar verilen nafakanın kaldırılmasını veya yeniden belirlenmesini gerektirebilir. Dairemizin istikrar kazanmış içtihatları bu doğrultudadır. (Yargıtay 3.H.D. 06.10.2008 tarih ve 2008/11801 E.-2008/16060 K.) Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında ise; tarafların 16.12.2015 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanma kararının 11.01.2016 tarihinde kesinleştiği, boşanma neticesinde müşterek çocuk 2013 doğumlu ... için iştirak nafakasına hükmedilmediği, eldeki bu dava ile davacı annenin müşterek çocuğun barınma, beslenme gibi giderleri bulunduğunu belirterek müşterek çocuk için aylık 300 TL iştirak nafakası talebinde bulunduğu tartışmasızdır. Boşanma davasında iştirak nafakası istenmemesi sonradan istenmesine engel değildir. Çünkü, bu nafaka velayet hakkı verilen davacı anne tarafından çocuk adına istenmekte ve nafaka borcu bu nedenle her an yenilenen borçlardan olduğundan yeniden doğmaktadır. Nitekim, iştirak nafakasında nafaka doğmadan bu nafakadan feragat mümkün değildir. Mahkemece her ne kadar, boşanma kararının 11.01.2016 da kesinleştiği, kararın kesinleşmesini müteakip 4721 sayılı TMK’nun 2. maddesine aykırı olarak henüz 1 ay yeni dolmuşken eldeki davanın 22.02.2016 tarihinde açıldığı, bu şekli ile bu davanın 4721 sayılı TMK’nun 166/3 ve 2. maddelerine, yani dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş ise de davacı anne yukarıdaki açıklamalar ışığında her zaman müşterek çocuk için iştirak nafakası talebinde bulunabileceğinden, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, müşterek çocuğun yaşı, ihtiyaçları ve TMK’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilmek suretiyle müşterek çocuk için uygun bir miktarda iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.12.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 2. Ceza Dairesi
2018/236 E. 2018/1015 K.
K. Tarihi: 12.02.2018
Mahkeme: Asliye Ceza Mahkemesi
Konu: Karşılıksız yararlanma
ÖZET: İş yerinde kaçak elektrik kullanan sanık hakkında, zararın soruşturma tamamlanmadan önce tazmin edilmesi halinde kamu davası açılamayacağına dair sanığa ihtaratta bulunulup sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi.
KARAR: Dosya incelenerek gereği düşünüldü; 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı da nazara alınarak, bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 05.07.2012 tarihinden sonra işlenen suçlar bakımından, 6352 sayılı Kanun'un 84. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nın 168. maddesine eklenen 5. fıkra uyarınca, zararın soruşturma tamamlanmadan önce tazmin edilmesi halinde kamu davası açılamayacağı, başka bir anlatımla zararın giderilmemesinin dava şartı olduğu dikkate alındığında, soruşturma aşamasında şüpheliye, belirlenen vergisiz ve cezasız zarar miktarını kamu davası açılmadan önce tamamen tazmin etmesi halinde hakkında dava açılmayacağı da hatırlatılarak usulünce bildirimde bulunulup, makul bir süre tanınması ve soruşturma aşamasında zararın tamamen tazmini halinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi, tamamen tazmin edilmemesi halinde dava açılması gerekmektedir. Ancak anılan şekilde soruşturma aşamasında kurum zararı bilirkişiye tespit ettirilmeden ve tespit ettirilse dahi usulünce bildirimde bulunulmadan sanık hakkında dava açılması halinde sanık kovuşturma aşamasında zararı tamamen giderirse, 5271 sayılı CMK'nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi, ayrıca sanığın 5237 sayılı TCK'nın 168. maddesinin 5. fıkrası hükmünden kaç kez yararlandığının denetimi açısından verilecek kararın 6352 sayılı Kanun'un 103. maddesi ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 6. maddesine eklenen 2. fıkra uyarınca adli sicilde bunlara mahsus sisteme kaydının sağlanması gerekir. Somut olayda, sanığın işyerinde kayıtsız sayaç ile elektrik kullandığına dair 23/02/2012- 12/04/2012 ve 19/07/2012 tarihlerinde kaçak elektrik tespit tutanakları düzenlenmiş olması ve Dairemizin 06.06.2016 tarihli bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde bozma sonrası sanığın talimat ile beyanının alındığının, ancak sanığa bozma ilamında belirtildiği şekilde zarar giderimi hususunda bildirimde bulunulmadığının anlaşılması karşısında; suç tarihleri de dikkate alındığında, katılan kurumun 23/02/2012-12/04/2012-19/07/2012 tarihli tutanaklar nedeniyle oluşan ve bilirkişi tarafından düzenlenerek dosyaya sunulan 01.07.2016 tarihli rapor ile her bir tutanak için ayrı ayrı hesapladığı vergisiz ve cezasız gerçek zarar miktarları belirtilerek sanığa "şikayetçi kurumun 23/02/2012-12/04/2012 tarihli tutanaklar nedeniyle oluşan ve bilirkişi tarafından hesaplanan zararını (780,31 TL- 447,72 TL) gidermesi durumunda 6352 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verileceğine" ilişkin giderilmesi gerekli zarar miktarlarını açıkça içeren nitelikte bildirimde bulunulduktan sonra yasal sürenin geçmesi nedeni ile makul bir süre de tanınıp bu süre beklenilerek sonucuna göre sanık hakkında 6352 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerektiğinin ve 19/07/2012 tarihli tutanak nedeniyle oluşan ve bilirkişi tarafından hesaplanan zararı (822,35 TL) gidermesi durumunda ise soruşturma aşamasında bilirkişi raporu alınarak kurum zararı belirlenip sanığa ödeme ihtarı yapılmadığından bilirkişi tarafından belirlenen kurum zararını kovuşturma aşamasında ödemesi durumunda, 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddesi uyarınca kovuşturma koşulu gerçekleşmediğinden hakkında düşme kararı verileceğine dair sanığa ihtaratta bulunulup sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 12/02/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay 4. Daire Başkanlığı
2014/4453 E. 2016/2208 K.
K. Tarihi: 16.05.2016
Mahkeme: Bölge İdare Mahkemesi
KONU: Katma değer vergisi beyannamelerinin elektronik ortamda kanuni süresi içinde verilmemesinden kaynakla usuli ceza kesilmesi.
ÖZET: Beyannamelerin süresinde verilmemesi halinde özel usulsüzlük cezası kesilebilmesi için mükellefe, ilgili beyannameleri vermesi için belirli bir sürenin verilmesi, bu sürede formun verilmemesi, yanıltıcı veya eksik verilmesi durumunda; ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığı’nca yapılan düzenleyici idari işlemlerle duyurulmasında yazılı bildirim yapılmasının gerekmediği hususunun gözetilmemesi.
KARAR: Davacı adına, 2008/1,2,8 ila 12 nci dönemlerine ilişkin katma değer vergisi beyannamelerinin elektronik ortamda kanuni süresi içinde verilmemesi nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu‘nun mükerrer 355 inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Denizli Vergi Mahkemesi Hakimliği’nin kararıyla; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355 inci maddesinin 2 nci fıkrasına 5904 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ile “…bu ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığınca yapılan düzenleyici idari işlemlerle duyurulması halinde, ilgililere ayrıca yazılı olarak bildirilme şartı aranmaz.” şeklinde hüküm eklenmiş ise de, bu hükmün 1/8/2009 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğu dikkate alındığında, bu tarihten önce ceza kesilebilmesi için, yükümlülere Maliye Bakanlığı’nca mükerrer 257 nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uyulmaması ya da süresi içerisinde bilginin verilmemesi veya eksik ve yanlış bilgi verilmesi halinde cezaya muhatap olacaklarının yazıyla bildirilmesi gerekecek bu tarihten sonra ise yazılı bildirim şartının aranmayacağı, bu durumda, davacı şirket adına elektronik ortamda beyanname verilmesi, aksi takdirde cezaya muhatap olacakları yolunda bildirim yapılmaksızın kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu cezaların kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdarenin itiraz başvurusu üzerine, Denizli Bölge İdare Mahkemesinin kararıyla; olayda ayrıca ilgililere yazılı bildirimde bulunma zorunluluğunun olmadığı, kesilen cezalarda hukuka aykırılık bulunmadığı, ancak, 5904 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinde yer alan ceza tutarları azaltılmış olup davacıya kesilen ceza tutarlarının da azaltılması gerektiği gerekçesiyle davalı İdarenin itiraz isteminin kabulüyle itiraz konusu Vergi Mahkemesi kararı bozularak davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar karar verilmiştir. Karar düzeltme isteminde bulunulmaksızın kesinleşen Denizli Bölge İdare Mahkemesinin kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51 inci maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir. Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü: Davacı adına, 2008/1,2,8 ila 12 nci dönemlerine ilişkin katma değer vergisi beyannamelerinin elektronik ortamda kanuni süresi içinde verilmemesi nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355 inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davanın kabulüne karar veren Denizli Vergi Mahkemesi Hakimliği kararının bozularak davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar veren Denizli Bölge İdare Mahkemesi kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozulması istenilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51 inci maddesinde, Bölge İdare Mahkemesi kararları ile İdare ve Vergi Mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği belirtilmiştir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinde; “Bu kanunun 149. maddesine göre devamlı bilgi vermek zorunda olanlardan istenilen bilgiler ile vergi beyannameleri ve bildirimlerinin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları konulmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamından verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek ve tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulanmaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibariyle ayrı ayrı uygulatmaya Maliye Bakanlığının yetkili olduğu” hükme bağlanmıştır.
Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden çıkarılan 340, 346, 357, 367, 373 ve 376 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleriyle vergi beyannamelerinin ve bildirimlerinin internet ortamında gönderilmesi uygulaması ile ilgili düzenlemeler yapılmış, bunlardan 18.10.2007 günlü ve 26674 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 376 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğiyle, ticari, zirai ve mesleki faaliyetlerinden dolayı gerçek usulde vergilendirilen gelir vergisi mükellefleri ile kurumlar vergisi mükelleflerine hiçbir hadle sınırlı olmaksızın gelir vergisi, geçici vergi, katma değer vergisi ve muhtasar beyannamelerini elektronik ortamda gönderme zorunluluğu getirilmiştir. Aynı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinde ise; bu kanunun 86, 148, 149, 150, 256 ve 257 nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257 nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayanlardan, birinci sınıf tüccarlar ile serbest meslek erbabı, ikinci sınıf tüccarlar, defter tutan çiftçiler ile kazancı basit usulde tespit edilenlerle bunların dışında kalanlar hakkında maddede yazılı tutarda özel usulsüzlük cezası kesileceği, bu hükmün uygulanması için bilgi ve ibraz ödevinin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılacak tebliğlerde bilginin verilmesi için tayin olunan sürede cevap verilmemesi, eksik veya yanıltıcı bilgi verilmesi veya defter ve belge ibrazı için tayin olunan süre ile defter ve belgelerin süresinde ibraz edilmemesi durumunda haklarında kanunun ceza hükümlerinin uygulaması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesinin şart olduğu hüküm altına alınmış, bu fıkraya 16/06/2009 tarih ve 5904 sayılı Kanun’un 22 nci maddesiyle 01/08/2009 tarihinde yürürlüğe girmek üzere eklenen cümleyle, bu ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığı’nca yapılan düzenleyici idari işlemlerle duyurulması halinde, ilgililere ayrıca yazılı olarak bildirilme şartı aranmayacağı belirtilmiştir. Dosyasının incelenmesinden, davacının 2008/1, 2, 8 ila 12 nci dönemlerine ait katma değer vergisi beyannamelerinin kanuni süresinde elektronik ortamda vermediğinden bahisle dava konusu özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen yasal ve idari düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden, 1.8.2009 tarihinden önce verilmesi gereken beyannamelerin süresinde verilmemesi halinde özel usulsüzlük cezası kesilebilmesi için mükellefe, ilgili beyannameleri vermesi için belirli bir sürenin verilmesi, bu sürede formun verilmemesi, yanıltıcı veya eksik verilmesi durumunda hakkında Kanunun ceza hükümlerinin uygulanacağı hususlarını içeren yazılı bildirim yapılması gerektiği, 1.8.2009 tarihinden sonra verilmesi gereken formların süresinde verilmemesi halinde ise; ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığı’nca yapılan düzenleyici idari işlemlerle duyurulması durumunda yazılı bildirim yapılmasının gerekmediği anlaşılmaktadır.
Buna göre, 1.8.2009 tarihinden önce verilmesi gereken uyuşmazlık dönemlerine ilişkin katma değer vergisi beyannamelerini vermeyen davacıya yukarıda belirtildiği şekilde herhangi bir yazılı bildirim yapılmadığından, adına kesilen söz konusu özel usulsüzlük cezalarında hukuka uygunluk bulunmamıştır. Bu nedenle, ayrıca ilgililere yazılı bildirimde bulunma zorunluluğunun olmadığı gerekçesiyle itiraz konusu Vergi Mahkemesi kararını bozan ve davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar veren Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle, Denizli Bölge İdare Mahkemesinin kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51 inci maddesi uyarınca kanun yararına ve hükmün sonuçlarına etkili olmamak koşulu ile BOZULMASINA, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve Resmi Gazete’de yayınlanmasına, 16.5.2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
2017/95 E.2017/119 K.
Karar Tarihi: 12.07.2017
Konu: Karayolları Trafik Kanunu ve 6001 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarının Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebi.
ÖZET: Davacının, adına kayıtlı ticari aracının azami yüklü ağırlığının aşıldığı gerekçesiyle hakkında uygulanan idari para cezasının iptali talebiyle açtığı davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Sulh Ceza Hakimliği'nin iptalleri istemi.
KARAR: Davacının, adına kayıtlı ticari aracının azami yüklü ağırlığının aşıldığı gerekçesiyle hakkında uygulanan idari para cezasının iptali talebiyle açtığı davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur. Kanun’un, 6001 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değiştirilen itiraz konusu kuralların da yer aldığı 65. maddesi şöyledir:
“Madde 65- (Değişik: 25/6/2010-6001/36 md.)
Araçların yüklenmesinde, yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak;
a) Taşıma sınırı üstünde yolcu alınması,
b) Azami yüklü ağırlığın veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması,
c) (b) bendindeki ağırlıklar aşılmamış olsa bile azami dingil ağırlıkları aşılacak şekilde yüklenmesi,
d) Karayolu yapısı ve kapasitesi ile trafik güvenliği bakımından tehlikeli olabilecek tarzda yükleme yapılması,
e) Tehlikeli ve zararlı maddelerin gerekli izin ve tedbirler alınmadan taşınması,
f) Ağırlık ve boyutları bakımından taşınması özel izne bağlı olan eşyanın izin alınmadan yüklenmesi, taşınması ve taşıttırılması,
g) Gabari dışı yük yüklenmesi, taşınan yük üzerine veya araç dışına yolcu bindirilmesi,
h) Yükün karayoluna değecek, düşecek, dökülecek, saçılacak, sızacak, akacak, kayacak, gürültü çıkaracak şekilde yüklenmesi,
i) Yükün, her çeşit yolda ve yolun her eğiminde dengeyi bozacak, yoldaki bir şeye takılacak ve sivri çıkıntılar hasıl edecek şekilde yüklenmesi,
j) Sürücünün görüşüne engel olacak, aracın sürme güvenliğini bozacak ve tescil plakaları, ayırım işaretleri, dur ve dönüş ışıkları ile yansıtıcıları örtecek şekilde yüklenmesi,
k) Çeken ve çekilen araçlarla ilgili şartlar ve tedbirler yerine getirilmeden araçların çekilmesi, yasaktır.
Birinci fıkranın (a) bendi hükümlerine uymayanlara, (…) (1) 50 Türk Lirası; (d), (h), (i), (j) ve (k) bentleri hükümlerine uymayanlara 125 Türk Lirası; (e) ve (f) bentlerindeki hükümlere uymayanlara 250 Türk Lirası; (c) ve (g) bentleri hükümlerine uymayan işletenlere 500 Türk Lirası, (g) bendine aykırı yük gönderenlere 1.000 Türk Lirası idarî para cezası verilir. Ayrıca, bütün sorumluluk ve giderler araç işletenine ait olmak üzere, fazla yolcular en yakın yerleşim biriminde indirilir, birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerindeki şartlara uymayan yük taşımasında kullanılan taşıtlar, gerekli izinler sağlanıncaya kadar trafikten men edilir.
Birinci fıkranın (b) bendine uymayarak;
a) % 10 fazlasına kadar yüklemelerde 500 Türk Lirası,
b) % 15 fazlasına kadar yüklemelerde 1.000 Türk Lirası,
c) % 20 fazlasına kadar yüklemelerde 1.500 Türk Lirası,
d) % 25 fazlasına kadar yüklemelerde 2.000 Türk Lirası,
e) % 25’in üzerinde fazla yüklemelerde 3.000 Türk Lirası, işleten ve gönderenlere ayrı ayrı idarî para cezası verilir.
Ağırlık ve boyut kontrol mahallerinde işaret, ışık, ses veya görevlilerin dur ikazına rağmen tartı veya ölçü kontrolüne girmeden seyrine devam eden araçlara tescil plakalarına göre 1.000 Türk Lirası idarî para cezası uygulanır. Azami yüklü ağırlığın % 20’den fazla aşılması halinde fazla yük, birinci fıkranın (b) bendine uygun hale getirilmeden yola devam etmesine izin verilmez. Milletlerarası taşımalarda yabancı plakalı araçların birinci fıkraya uymayan işleten ve gönderenlerine verilen idarî para cezaları tahsil olunmadan anılan araçların yola devam etmelerine izin verilmez. İşleten ile gönderenin aynı olması halinde birinci fıkraya uymayan işleten ve gönderen için uygulanacak idarî para cezalarının toplamı uygulanır. Gönderenin birden fazla olması veya tespit edilememesi halinde birinci fıkraya uymayan işleten ve gönderen için uygulanacak idarî para cezalarının toplamı işletene uygulanır. Araçların yüklenmesine ilişkin ölçü ve usuller, ağırlık ve boyut kontrolü usul ve esasları ile tartı toleransları Ulaştırma Bakanlığı tarafından yönetmelikle belirlenir. Uluslararası yük ve yolcu taşımacılığına ilişkin konularda ikili ve çok taraflı anlaşma hükümleri saklıdır. Tarım alanlarına yapılacak yük ve yolcu taşımacılığına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte belirlenir.”
Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. Başvuran Mahkeme, Kanun’un, 6001 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarının iptalini talep etmiştir. Bakılmakta olan davanın uyuşmazlık konusunu, Kanun’un 65. maddesinin yedinci fıkrasında düzenlenen, işleten ile gönderenin aynı olması durumunda uygulanacak yaptırım oluşturmaktadır. Kanun’un 65. maddesinin sekizinci fıkrası ise gönderenin birden fazla olması ya da tespit edilememesi durumlarında uygulanacak yaptırımla ilgilidir. Dolayısıyla, Kanun’un 65. maddesinin sekizinci fıkrası bakılmakta olan davada uygulanacak kural değildir. Bu nedenle, Kanun’un 65. maddesinin sekizinci fıkrasına yönelik başvurunun, mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
Kanun’un 65. maddesinin itiraz konusu yedinci fıkrası ise maddenin birinci fıkrasında sayılan tüm yasaklara uyulmaması halinde uygulanacak ortak ve geçerli bir kuraldır. Bu nedenle itiraz konusu kurala ilişkin esas incelemenin, bakılmakta olan davanın konusu gözetilerek, 2918 sayılı Kanun’un 65. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden sınırlı olarak yapılması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, 25.6.2010 tarihli ve 6001 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin; Sekizinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkraya yönelik başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Yedinci fıkrasının esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemesinin 65. maddenin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden yapılmasına, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında özetle, işleten ve gönderenin aynı olması yani kişinin kendi yükünü taşıması halinde, işleten ve gönderene ayrı ayrı uygulanan cezaların toplamının uygulanmasının bir kişinin bir suçtan dolayı yalnızca bir defa cezalandırılabileceği (ne bis in idem) ilkesine aykırılık oluşturacağı, bu kuralla kanun koyucunun neyi hedeflediğinin belirsiz olduğu, kişinin bizzat kendi yükünü taşıyor olması halinde ortada bir gönderenin bulunmadığı ve gönderenin sorumluluğunun işletene fatura edilmesini gerektirir bir vaziyet olmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın, 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İtiraz konusu kuralda, işleten ile gönderenin aynı olması halinde azami yüklü ağırlığı veya izin verilen azami yüklü ağırlığı aşan işleten ve gönderen için uygulanacak idarî para cezalarının toplamının uygulanacağı öngörülmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da Anayasa’ya bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Kanun koyucu bu yetkisini kullanırken kabahat ve yaptırım arasındaki adil dengenin korunmasını da dikkate almak zorundadır. Öte yandan, hukuk devleti ilkesi ve ceza hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz (ne bis in idem)” ilkesi gereğince kişi, aynı fiil nedeniyle birden fazla yargılanamaz ve cezalandırılamaz. İtiraz konusu kural, azami yüklü ağırlığın aşılması durumunda göndereni ve işleteni ayrı ayrı ve eşit miktarda idari para cezası ile sorumlu tutarken “işleten ile gönderenin aynı olması” durumunda aynı ihlal nedeniyle işleten ve gönderenin sorumlu olduğu miktarların toplamı kadar idari para cezası uygulanmasını öngörmektedir. Kuralın lafzı dikkate alındığında “gönderen” ve “işleten” için öngörülen ceza miktarlarının“toplamı”, işleten ve gönderenin hukuka aykırı fiillerine bağlanan iki ayrı cezanın birlikte uygulanması ve dolayısıyla aynı kişinin iki kere yaptırıma tabi tutulması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, ne bis in idem ilkesine uygunluk yönünden kuralın yol açtığı söz konusu mükerrerliğin “aynı fiil”den kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunun irdelenmesi gerekmektedir.
Kural’da yer alan “işleten ile gönderenin aynı olması”, kişinin “kendi yükünü taşıması” halinde meydana gelebilecek bir durumdur. İlgili mevzuatta “eşyayı bir yerden başka bir yere nakletmek amacıyla taşımacıya teslim eden gerçek veya tüzel kişi” olarak tanımlanan gönderenin, kendi yükünü taşınmak üzere kendisine teslim etmesi gibi bir durumun söz konusu olamayacağı ve dolayısıyla da “işleten ile gönderenin aynı olması” halinde ortada bir “gönderen”in varlığından söz edilemeyeceği kuşkusuzdur. Diğer taraftan, işleten ile gönderenin aynı kişi olması durumunda, bu kişinin (işleten) azami yüklü ağırlığı aşmasına ve bunun sonucunda itiraz konusu kuralda öngörülen cezanın uygulanmasına neden olan hareketleri, amaç, zaman ve mekân yönlerinden birbirine bağlı şekilde kendi içinde bir bütün oluşturduğundan hukuki anlamda “tek bir fiil” olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda, iki ayrı fail ve her biri ayrı ceza gerektiren birbirinden bağımsız fiiller söz konusu olmadığından, bir kişinin (işleten) “aynı fiil” nedeniyle iki kere cezalandırılması sonucunu doğuran itiraz konusu kural, ne bis in idem ilkesine ve hukuk devleti ilkesine aykırılık taşımaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, 2918 sayılı Kanun’un 65. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. Kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden Anayasa’nın 38. maddesi yönünden incelenmemiştir. 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, 25.6.2010 tarihli ve 6001 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin yedinci fıkrasının “Maddenin birinci fıkrasının (b) bendi” yönünden, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYÇOKLUĞUYLA, 12.7.2017 tarihinde karar verildi.
BaroKart Blog'da bulunan Yüksek Mahkeme Kararları yargitay.gov.tr, danistay.gov.tr, anayasa.gov.tr resmi internet sitelerinden alınmıştır.
|